4 Ağustos 2014 Pazartesi

Çıkıntı...

The Battle of the Bulge, yani Çıkıntı Savaşı, 16 Aralık 1944 sabahı, saat 5:30'da, bin altı yüz Alman topunun aynı anda ateşiyle başladı. Bir buçuk saat süren bu ateşi, başta bölgedeki birliklerin komutanı, Amerikalı General Omar Bradley olmak üzere bir çok Müttefik komutan önemsemedi. Bradley, zaten Paris'te, arkadaşı ve amiri, Müttefik Kuvvetlerin Üst Komutanı General Dweight D. Eisenhower'ın doğum gününü kutlamaktaydı.

Komutanlara göre bu sadece bir Spoiling Attack, yani iş bozma saldırısıydı. Cephedeki savaşan ordular, arada karşı tarafı alarma geçirip, canlarını sıkmak ve uykularını kaçırmak için üç beş top atarlar böyle. Yoksa, hangi akıllı, Ardennes gibi ormanlık bir alandan, buz gibi havada, Noel'e bir hafta kala saldırıya geçerdi?

Bir tek Eisenhower kıllanmıştı bu habere. Hem bir buçuk saat uzun bir zamandı, hem de istihbarata göre top mermileri çok uzaktan gelmiyordu. Bradley, "Yapma Paşam, bozma keyfini..." dese de, Eisenhower alarma geçti.

Bu yoğun topçu ateşi, piyade için çok tehlikelidir. Kurtulmanın neredeyse tek yöntemi, yer altına, siperlere inmektir, çünkü top mermisi düştüğününde sadece patlamanın şiddeti değil, bir de merminin başından yayılan şarapnel isimli metal parçaları ile, merminin düştüğü yerde bulunan ne varsa askerlerin üstüne büyük bir şiddetle yağar.

Ardennes gibi yoğun ormanlık bir alanda ise her yer patlayıp sağa sola mızrak gibi fırlayan ağaçlarla doluydu.

Savunmadaki Amerikan birlikleri, Foxhole, yani tilki deliği adı verilen, bir-iki kişilik siperlerin içindeydiler. Dışarda yakalananlar ise deliklerinde olmadıklarına bayağı pişman olmuşlardı.

Topçu ateşinin ardından çeyrek milyon Alman askeri binlerce araçla Amerikan birliklerinin üzerine aktı. Yedi binden fazla Amerikan askeri daha ne olduğunu anlayamadan teslim olmak zorunda kaldı. Bulge savaşı, Amerikalıların bir kerede en fazla esir düştükleri savaş olarak tarihe geçti.

Almanlar, bu saldırı esnasında, çok akıllıca başka bir planı da uygulamaya koydular. İngilizce konuşan ve esir yada ölü Amerikan askerlerinden topladıkları künye ve üniformaları giyen Alman askerleri, Amerikan bölgesine sızıp ortalığı karıştırmaya başlamışlardı. Bu askerler yönleri gösteren levhaları değiştiriyor, ikmal üslerinin ve malzeme depolarının yerlerini belirliyor, haberleşme hatlarını kesiyor ve başkaca düzen bozucu istihbarat faaliyetlerinde bulunuyorlardı.

Bu kılık değiştirmiş askerler fiziksel olarak çok fazla zarar veremeseler de, Amerikan ordusu içerisinde önemli karışıklık yarattılar. Yakalanan birkaçı, planları arasında yüksek rütbeli Amerikan generallerine suikastler olduğunu söyleyince, Eisenhower ve Bradley dahil birçoğu paniğe kapıldı ve ya karargahlarına kapandı, ya da rütbelerini gizleyen giysilerle gezmeye başladı.

Bu gizli harekat gücünün farkına varılmasından sonra Amerikalılar bölgedeki bütün kuvvetlerini uyardılar. Kılık değiştirmiş Alman askerlerinin önemli bir bölümü yakalandı ve yakalananların çoğu da casusluk suçuyla vurularak infaz edildi.

Saldırının başlamasıyla Alman birliklerinin bir kolu güneyden Lüksemburg'a doğru yöneldi. Başka bir panzer birliği ise Ardennes bölgesinin stratejik olarak belki de en önemli kenti olan Bastogne'a (Baston - Eşimin uyarısıyla, bu sözcüğün tam doğru okunuşu "Baston-nyı" gibi, bize biraz komik gelebilecek şekilde, ancak "Baston" affedilebilecek kadar doğru, çok takılmama taraftarıyım) ulaşmıştı.

Ardennes bölgesinin yoğun ormanlık olması nedeniyle, ağır silahlarla donanmış ordular sadece bu ormanların içerisinde açılmış yolları kullanarak hareket edebiliyordu. İşte bu yolların hepsi de Bastogne kentinden geçmekteydi. Yani Bastogne kentine hakim olan, Ardennes'deki askeri trafiğin önemli bir bölümünü kontrol edebilirdi.

Bu sebeple Bastogne kenti, Alman karşı saldırısının akibetini belirleyecekti.

Dört sene öncesinin yıldırım saldırılarını aratmayan bu Alman harekatına karşı ilk direniş Bastogne'dan değil, Elsenborn kenti yakınlarındaki Amerikan kuvvetlerinden geldi. Alman saldırısının kuzey kolunu oluşturan SS Panzer birlikleri, Liege kentindeki ikmal depolarına ulaşamadan, bu kent yakınındaki bir yamaçta gerçekleşen mücadele sonucunda durduruldu.

SS'ler, ilerleyişleri sırasında Malmedy kenti yakınlarında karşılaştıkları, 150 kişilik, hafif silahlı bir Amerikan topçu birliğini esir almışlardı. Çatışma tamamen bittikten sonra SS'ler bu esirlerin üzerine soğuk kanlılıkla ateş açtılar ve 84 savaş esiri bu ateş sonucunda katledildi. Kaçan esirlerin tanıklıkları sonucunda, kısa zamanda tüm Amerikan birliklerinin bu katliamdan haberleri olmuştu.

Etik olarak kabul edilemez olmasının yanısıra, taktik olarak da aptalca bir hareketti bu katliam. Olayı duyan Amerikalı askerler hırslarından dolayı, daha da çetin savaşır olmuşlardı. Tamamen unutsuz duruma gelenler bile, aynı şeyin kendi başlarına geleceğini düşünerek, Almanlar'a teslim olmaktansa ölene kadar savaşıyorlardı.

Benzeri şekilde, 1 Ocak 1945'de Amerikan birlikleri Chenogne kenti yakınlarında 60 Alman askerini esir aldıktan sonra aynı soğuk kanlılıkla vurarak katlettiler. Emirleri "Take no prisoners", yani "Esir alınmayacak" 'tı.

Savaşın gerçek yüzü bu işte...

Kuzeyden saldıran Alman birliklerinin hemen altında, ikinci kol olarak ortadan batıya hareket eden Alman birlikleri, harekatın ilk zamanlarındaki en başarılı birliklerdi. Müttefik cephesine otuz kilometre girmiş, Amerikan ordusuna tarihindeki en büyük kayıplarından biri olan yedi bin askeri verdirmişti.

En güneydeki üçüncü saldırı kolunun hedefi ise Bastogne'du.

Hem Müttefikler, hem de Almanlar, Bastogne'un stratejik öneminin farkındaydılar. Başta Eisenhower, Amerikalılar durumun kritikleştiğini anlayınca kentin savunması için belkide ordunun en havalı birliği olan 101'inci Paraşütçü Tümenini, ve az biraz da en az onlar kadar havalı olan 82. Tümenin bir bölümü ile birlikte Bastogne'a gönderme fırsatını kullandılar. Paraşütçüler, geleneksel olarak paraşütlerini yerine, kamyonlarla Alman kuvvetlerinin tam olarak toparlanamadıkları bir anda Bastogne'a girdiler ve hemen kentin çevresinde mevzilendiler.

Bu paraşütçülere, "Bakın oraya gittiğinizde kuşatılmış olacaksınız, korkmuyor musunuz?", diye sorduklarında hepsi "Biz paraşütçüyüz, biz her zaman kuşatma altındayız zaten." diyorlardı. Havalı olsalar da, bu birlikler gerçekten işlerini çok iyi bilen, yetenekli askerlerden oluşmaktaydı.

Komuta kademesinde ise Eisenhower, Almanların saldırıya geçtikleri bu anda yenilmelerinin, ülkelerini savunurken yapılan bir saldırıyla yenilmelerinden çok daha kolay olacağının farkındaydı. Patton ve Bradley başta olmak üzere, bir çok üst düzey generalin katıldığı bir toplantıda bu görüşlerini komutanlarıyla paylaştı.

Patton'a Üçüncü Ordu'sunun ne kadar zamanda Ardennes'e gidip savaşa katılabileceğini sordu. Patton'un Üçüncü Ordusu bu sırada kuzeydoğu Fransa'da fiilen bir çatışma içerisindeydi. Patton iki tümenle kırk sekiz saat içerisinde Bastogne'da olabileceğini söyledi.

Masa etrafında ayaklar bir anda toplanmış, hafif öksürükler ve gülümsemeler eşliğinde generaller Paton"a takılmaya başlamıştı. "Yapma George, iki tümen şu anda çatışmayı bırakıp kırk sekiz saat içinde yüzlerce kilometre kat ettikten sonra hiç dinlenmeden nasıl tekrar savaşa girer?"

Patton, "Ben onları bu durumlar için eğittim.", dedi. Eisenhower'a dönüp, "Bu olasılığı düşünerek zaten bu harekatın detaylarını planlamıştık. Git dersen giderim.", dedi. Aslında bu toplantıdan önce Patton durumu farkedip, iki tümenini yola çıkarmıştı bile. İçgüdüsel bir asker olmak böyle birşey işte.

Bu arada Eisenhower, içgüdüsel değil, bürokrat bir asker olan Bradley'ye sonunda sinirlenmiş, Bradley'in önemli birşey değil dediği bu büyük Alman saldırısının böldüğü hattın kuzeyinde kalan birliklerin komutasını Bradley'den alıp, Montgomery'ye vermişti.

Bu arada Bastogne'da isler gitgide zorlaşmaktaydı. Şehir artık tamamen çembere alınmış, karadan ulaşmak imkansız hale gelmişti. Havanın açtığı bir aralıkta, Amerikan birliklerine uçaklardan paraşütle atılarak malzeme ikmali yapıldı da, savunma devam edebildi.

Hava dondurucu derecede soğuktu. foxhole'lar içerisindeki paraşütçü ve piyadeler, sürekli Alman topçu ateşi altında Alman tanklarının saldırılarıyla baş etmeye çalışıyor, bir taraftan da trench foot adı verilen, ayak parmaklarının donmasıyla mücadele ediyorlardı.

Steven Spielberg ve Tom Hanks'ın çektiği, Band of Brothers isimli mini TV dizisinin bir bölümü Bastogne'da geçer. Bu bölümde Amerikan askerlerinin yaşadığı güçlükler çok etkileyici bir biçimde dramatize edilir. Dizinin konusu 101'inci Paraşütçü Tümeni'nin Easy Company adlı bölüğünün kazdığı foxhole'lar bugün hala Foy köyünün yakınında ziyaret edilebilir.

Kuşatmaya komuta eden Alman General Heinrich Freiherr von Lüttwitz, savunmadaki Amerikan General Anthony McAuliffe'e teslim olması için beyaz bayraklı iki Alman Subayı ile bir mesaj gönderdi. Bu mesaj "Amerikan Komutanına" diye başlıyor, bayağı uzun, detaylı bir biçimde teslim olmanın gereklerini sıralıyordu. Mesaj "Alman Komutanı" şeklinde son buluyordu.

Mesajdan haberdar edilen McAuliffe, sinirlenip, istemsiz olarak "Nuts!" yani "Ne lan bu?" anlamında tepki gösterdi. Daha sonra da oturup Alman komutana resmi bir cevap yazmaya başladı. Hemen ardından McAuliffe, uzun uzun cevap yazmayı bıraktı ve yerine aşağıdaki mesajı gönderdi.

"Alman Komutanına,


NUTS!


Amerikan Komutanı"

Bu "Nuts" sözcüğü oldukça renkli ve Amerikan diline özgü, argo bir cevaptı. Nuts kelime anlamıyla kabuklu yemiş demektir. Ancak argo'da testis'den tutun, çılgına, deli saçmasına kadar farklı anlamları vardır.

Bugün hala askeri forumlarda, McAuliffe'in "Nuts" ile tam anlamıyla ne demek istediğini tartışanlar var. Ancak McAuliffe, tabii ki 'Ay ne çılgınsın Alman Komutan" demek istemedi. McAuliffe'in cevabını en anlaşılır biçimde "S...tir Lan!", şeklinde çevirebiliriz.

Zaten, mesajı getiren Alman Subaylar da cevabı tam olarak anlayamamışlardı. Bir Amerikan Subayı "Cehennem ol!" şeklinde spontane olarak çevirdi.

Ulusu, kimliği ne olursa olsun, çok severim böyle kıçı yiyen insanları. McAuliffe, benim gözümde gerçek bir asker olarak kalacaktır. Bugün, Bastogne kentinin merkezinde, bir Sherman tankının yanında McAuliffe'in bir heykeli yer alır. Meydanın ismi de Place Général McAuliffe'dir.

Patton'ın Üçüncü Ordusu gerçekten de savaşı bırakıp, kırk sekiz saat boyunca hiç dinlenmeden kuzey doğuya yürüdü ve yine hiç dinlenmeden Bastogne'u kuşatmış Alman kuvvetlerine saldırdı. 26 Aralık'ta Üçüncü Ordu Bastogne'a bir koridor açıp kuşatmayı sonlandırdı.

Buna rağmen hiçbir 101'inci Paraşüt Tümeni askeri Patton'ın kendilerini kurtardığını kabul etmedi. "Eğer gelmeseydi, biz hala Bastogne'u sorunsuz koruyacaktık.", dediler.

Havanın açması sadece Bastogne'a havadan yardım atılmasını olanaklı kılmamış, Müttefik uçakların da Antwerp'e doğru ilerleyen Alman birliklerini bombalamak için bulunmaz bir fırsat yaratmıştı. Amerikan ve İngiliz uçakları hem Alman birliklerini, hem de bu birliklerin tedarik depolarını amansız bir bombardıman'a tabi tuttular.

Zaten Antwerp'e kadar yetecek yakıtları olmayan Almanlar, bu bombardımanın da yol açtığı kayıplar sonucu Meuse nehrine bile gelemeden durmak zorunda kaldılar. Alman komutanlarının geri çekilme önerisi Hitler tarafından kayıtsız red edilince bundan sonrası Amerikalıların zaferi için bir zaman meselesi haline dönüştü.

Hitler bu kez Müttefiklere karşı kapsamlı bir hava harekatı başlattı. Bu harekat sonunda Almanlar 465 müttefik uçağı tahrip etse de kendileri de 277 uçak kaybetmişlerdi. Amerikalıların göreceli olarak sınırsız kaynakları için bu kayıp hiç birşeydi. Hitler ise tüm fabrikaları ateş altındayken, bu kaybedilen uçakları yerine koyabilecek durumda değildi.

Hitler, hava harekatıyla hemen hemen aynı zamanda, Amerikan Yedimci Ordusuna karşı bir karşı saldırı daha başlattı. Operation North Wind isimli bu harekat, Almanların batıdaki son saldırısı olacaktı.

Eisenhower, Bulge Savaşı'nı bitirmek üzere Bastogne'da bulunan Patton'ın Üçüncü ordusuna kuzeye, Daha kuzeyde bulunan Montgomery'ye de güneye ilerleme emri verdi. Plana göre bu ordular Alman Birliklerini kıstırıp ortadan kaldıracaklar ve orta yerde buluşacaklardı.

Patton bu emir sonucu harekete geçse de, Momtgomery, yine geleneksel olarak, havanın soğukluğundan ötürü planı riskli bulup tek taraflı bir kararla ilerlemeyi red etti. Almanlar da tank ve top gibi ağır silahlarını bırakmak pahasına, bu fırsatı kullanıp geri Almanya'ya kaçabildi.

Bulge savaşının İngiliz Başbakanı Winston Churchill'in 25 Ocak'da yaptığı bir konuşması ile bittiğini söylersek herhalde yanılmış olmayız. Bu konuşmasında Churchill, Bulge Savaşı'nın tarihe Amerikan Ordu'sunun kazandığı en büyük savaşlardan biri olarak geçeceğini söylemişti.

Bu noktada Alman karşı saldırısının harita üzerinde yarattığı "Bulge", yani çıkıntı kaybolmuş, Almanlar, Montgomery'nin de yardımıyla eski savunma hatlarına çekilmişlerdi.

Bulge Savaşı, Alman Ordusunun insan gücü, silah, cephane ve diğer rezervlerini tüketmişti. Alman hava kuvvetleri Luftwafe bozguna uğramış, tüm ordu ve ulusun morali bozulmuştu.

Bu savaşın hemen ardından, 12 Ocak'da Ruslar, Berlin'de son bulacak saldırılarını başlatacaktı.

Savaşın başka önemli sonuçları da Patton'ın sonunda geçmişte bedenlerinde yaşadığına inandığı tarihi kişilikler gibi tarihe geçmesi, Bradley'in, resmi olarak kayıtlara geçmese de, prestij ve havasının alınması, Montgomery'nin de boşboğaz söz ve hareketleri yüzünden komutasını kaybetmektense özür dilemeye razı olması olacaktı.

İşte çıkıntı savaşı dilimin döndüğünce böyle arkadaşlar. Canınızı sıkmadığımı umarım. Sonraki yazı bizim hikayelerimiz olacak.

1 yorum:

  1. John toland'ın tankların hücumu kitabı bu harekatı anlatır.

    YanıtlaSil

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...