26 Mayıs 2014 Pazartesi

Zamanın Oku

Zamanın oku hep aynı yönü gösterir arkadaşlar, yani hep ileriyi. Anlar, saniyeler, dakikalar, saatler, günler, aylar, yıllar hep şaşmaz bir sadakatle ileri doğru akar gider.

Zaman ileri doğru aktıkça, her genç yaşlanır, her yeni eskir.

Örneğin ben...

Siz beni gençliğimde görecektiniz...

Çakı gibi delikanlıydım be!

Bakmayın şimdiki tombalak halime, saçlarımdaki beyazlara. Yakında gözler daha da kötüleşecek, kulaklar daha da zor duyacak, traş olurken yüz kesilmesin diye bir elimizle lastik gibi gereceğiz anasını satayım.

Geçenlerde Jelena dokundurdu.

"Yaw, Bugi, niye Facebook'da bizim evi Cornell Le Jorat diye işaretliyorsun? Bizim köyün adı Corcelles Le Jorat..."

Aney! Kız haklı mı haklı. Ancak n'aparsın? Yaşlılık. Yarısını görüp, yarısını uydurmuşuk.

Çok açıldık ama n'apalım, içimden geldi işte. Dertleneyim dedim biraz.

Bu yaşlanma işinden sadece biz insanlar muzdarip değiliz.

Köpeğimiz Koni yaşlılıktan mütevellit bizi zar zor tanıyor. Canım kızım yavaşça uzanıp yatamıyor bile. Eklemleri ostiyopatik mi ne olmuş, yumuşakcana hareket edemiyor. Küüt diye düşüyor kıçı üstüne, uykusu geldiğinde.

Lise yıllarımın bir şarkısına götürdü bunca felsefe beni.

"I know what it is to be young. But you don't know what it is to be old..."

Yani ben gençlik nedir bilirim ama sen yaşlılık nedir bilmezsin.

Zor iş anasını satayım, olgun ve bilge olmak. Sorumluluk gerektiriyor yani....

İşte böyle. Zamanın oku canlı cansız her varlık için ileriyi göstermeye devam ediyor. Her genç yaşlanıyor, her yeni eskiyor.

Bu fizik kuramının son kurbanlarından biri de benim kamera oldu. Kamera diyorum, kısa olduğundan kolay geliyor ama doğrusu fotoğraf makinesi. İdare edin n'olur. Yaşlılığıma verin.

İlk aldığımda canavar bir kameraydı. Bir kamyon dolusu para vermiştim ama her kuruşuna değmişti yani. Dünyanın yarısını gezdi benle, ona rağmen hala gıcır gıcır. Çünkü gözüm gibi bakıyordum ona.

Ama zaman değişti. Yeni kameralar hem daha ucuz, hem de çok daha fonksiyonel. Eskiden insanlar durdurup "Yaa, nasıl güzel kamera, memnun musun? Parasına değer mi?" diye sorarlarken, şimdileri "Aaa, bu eskidi artık, bunların yenileri çıktı, onlar çok iyi..." diye aralarında geyikliyorlar.

Dağ ile kavga edilmez. Eskidiyse eskimiş, yenilenme zamanı gelmiş demektir.

Ancak kamera işindeyseniz bilirsiniz, kameralar yetmişli yıllarda, Türkiyedeki arabalar gibidir. Değerlerini korurlar. Bu yüzden de cart diye atılmazlar. İkinci el piyasada satılırlar.

Biz de hemen İsviçre'nin eBay'i olan Ricardo'ya bir ilan koyduk. Güzel resimlerini çektim, dürüstçe kameranın durumunu özetledim, ilanı Fransızca icabından Jelena'nın adına post ettik ve beklemeye başladık.

İki gün geçmeden de ilk müşterisi çıktı.

Mesaj Almanca.

Olur, normaldir. İsviçre burası.

Bir kadın, son fiyatı ne olur diye sormuş. Bir de Ricardo üzerinden değil, benim kendi emailimle haberleşelim demiş. Demek Ricardo'ya komisyon ödemek istemiyor diye düşündüm. O an için bozmadım ve Jelena ile özel emailine bir cevap yazdık. Fiyattan iki yüz frank düştük, ne dersin diye sorduk.

Zırt diye cevap geldi. Tamam, alıyorum diye... Bir de ben şu anda Avusturya'dayım, bu kamerayı da oğluma alıyorum. Posta masrafını ödersem direkt ona gönderebilir misin diye soruyor.

Zıpırlık olsun diye değil, olayın boyutunu anlatabilmek için kameranın fiyatını söyleyeyim, iskontodan sonra iki bin frank. Dört bin beş yüz törkiş lira diye düşünün. Bu kadar parayı kamerayı görmeden mi verecek diye sordum kendi kendime.

Ben olsam, makineyi elime alıp bir fotoğraf çekmeden iki bin frank vermezdim, ama iki bin frankı veren değil alan taraf olduğumdan, bana ne dedim ve hesap numaramızı gönderip beklemeye başladık.

Araya hafta sonu girdi. Pazartesi sabahı, kargalar yemek yemeden, "ding", you got mail olduk.

Kadın parayı çıkardım, hemen kamerayı gönderin diyor. Elektronik ödemenin dekontunu da iliştirmiş mail'a. Aynı anda direkt kadının bankasından da Jelena'ya, para hesabınıza gönderildi diye başka bir mail geldi.

Herşey iyi gibi duruyor ama yine içime bir kurt düştü, Jelena'ya bizim hesaba bir baksana, para gelmiş mi diye sordum. Baktı ve yok gelmemiş dedi.

Kadının bankasından gelen bildirim'i bir daha, bu kez dikkatlice okudum.

Mesaj Lloyds bankasından. Lloyds klas, güvenilir bir bankadır.

Okumaya devam ettim. Diyor ki, para alıcıdan tahsil edildi ancak sizin hesabınıza geçmesi için sattığınız malı postaya verip, posta alıntı makbuzunu bize göndermeniz gerekiyor.

Lan dedim, Lloyds ne zamandır eBay olmuş da posta gönderisi ile ispatlanmış internet satışına aracılık ediyor? Sonra posta alıntı makbuzunu, bırakın Photoshop'ı, Word'ü kullanarak bile taklit edebilirsiniz. Nasıl bu kadar saçma bir doğrulama yöntemi kullanıyor?

Mesaj'a biraz daha alıcı gözüyle baktım. Görüntüde bir sakillik, bir amatörlük var.

Mesela mesajın üstünde Lloyds'un logosu olan at, bir şerit üzerine bir at sürüsü şeklinde sıralanmış.

Mesajın geri plan rengi mavi, harfler Picasso-vari, siyah, mavi, kırmızı. Büyük harfler yerli yersiz kullanılmış. Birkaç yerde argo kısaltmalar geçiyor. Banner resmin altında, hoşgeldiniz anlamına gelen üç tane welcome sözcüğü yanıp sönüyor.

Kısacası estetik ve profösyönellik bakımından mesajdan bir adilik, bir basitlik akıyor.

Aşağıya doğru gözüm alıcının adresine takıldı.

Akure, Nijerya!

Ve o ana kadar dikkatimi çekmemiş olan, müşteriniz Alman kadının adını bir daha okudum.

Angela Meier

İtoğluit, bir isim uydurmak için bile zahmete girmemiş. Angela Merkel olmuş Angela Meier.

Mailin geldiği adres lloyds.tsb.bank@v.gg.

Lloyds'un, bir domain alacak kadar parası mı kalmamış ki "v.gg" gibi bir mail adresi bulmuş?

Teknik ayrıntılarla canınızı sıkmayayım. "v.gg" bir tatil sayfası. İsterseniz bedava bir email adresi de veriyor. Bizim Angela buradan bir mail alıp Lloyds olmuş sizin anlayacağınız.

Yani biraz uyusak, kamera Nijerya'ya gidecek :)

Sonra ara ki bulasın...

Yine Lloyds Cenevre'yi ve Lloyds Londra'yı aradım. Bana bankanın bu tip bir işlem yapmadığını teyit ettiler. Londra'daki kız bayağı güldü hatta. Bu Pazartesi İngiltere'de resmi tatilmiş. İstese de kimse şubeden bir işlem yapamazmış.

Aşağıda yorum bölümüne notun bir resmini koyuyorum, gülün diye.

İşte böyle.

Bir yenilgi yüzünden mücadeleyi bırakmadım.

Benim canavar kamera hala paketli, yeni müşterisini bekliyor. Önümüzdeki hafta içinde satmayı umuyorum çünkü Haziranın ikinci haftasında balina kovalayacağız, onu yeni kamerayla yapmak istiyorum.

Ancak satış bu kez sadece İngilizce deyişiyle face to face, yani yüz yüze, yada Fransızca daha da güzel deyişiyle tête à tête, yani kafa kafaya olacak.

Zamanın oku hepiniz için yavaş çalışsın dileğimle...

2 Mayıs 2014 Cuma

Normandiya'yi Kapatalım

Normandiya ile ilgili yazmaya başladığımda Müttefiklerin hep düşündüğümüz gibi mutlak galibiyetlerinin garanti olmadığını, Normandiya'da da bu galiple mağlup'u ayıran çizginin çok inceldiğini söylemiştim.

Eğer Rommel çıkarma günü Almanya yerine Normandiya'da olsaydı, eğer yardımcısı savaş oyunlarına katılmak yerine birliklerin başında olsaydı, eğer Hitler uyanık olsaydı, eğer hava biraz kötü olsaydı, Normandiya'nın galibi Müttefikler olmayabilirdi.

Hatta Hitler eğer Rusya'ya saldırmasaydı, bugün Avrupa'nın batısı Almanca, bizle birlikte doğusu da Rusça konuşuyor olacaktı. Bir adım ileri gidersem, ABD, Hitler'le ittifak halinde, Bolşeviklerle savaşıyor olabilirdi.

Bilinmez.

Ancak hepimizin oturup şükretmesi gerekli bir şey var ki, Normandiya'da Müttefikler kazandı.

Normandiya konusunu kapatırken aklımda kalan birkaç şeyi de paylaşayım izninizle.

Bir kere, size ansiklopedik bilgi yerine kendi düşüncelerimi ve yorumlarımı aktardım. Bunu yaparken de biraz sivri bir dil kullandım, farkındayım.

Montgomery hayatta olsaydı, sen hangi kalibrenle bana kötü komutan diyorsun diye sorabilirdi. Bunda da haklı olurdu. Çünkü sonuçta, kendisi içgüdüsel bir asker olmasa da Royal bilmemne askeri akademisi mezunu bir kurmay.

Kötü de olsa ordular yönetmiş bir general. Benim bu husustaki tek naçizane tecrübem, altı ay kısa dönem onbaşıyken, tuvalet temizlik mangasını tuvalete götürüp, iş bitince "İyi temizlediniz mi lan?" diye sormaktan ibaret. Bölükte son günümde çavuş bile olmuştum, hattızatında.

Haa, bütün bunlara rağmen nasıl Montgomery kötü diye ahkam kesiyorsun derseniz.... Keserim lan! :) Burası benim kum havuzum, istediğim gibi oynarım dimi?

Tecrübeli bir asker olmadığım gibi bir askeri tarihçi de değilim. Size anlattığım şeyler, hep merakımdan, filimlerden, okuduklarımdan. Ancak bu amatör merakı da hor görmeyin. Bazen amatörler, mürekkep yalamış pro'lardan çok bilir. Ne de olsa iş değil zevk için çalışırlar.

Aynı zamanda da, anlattığım herşeyi kesin doğru diye kabul etmeyin lütfen. Juno kumsalındaki kayıp rakamını aritmetikle buldum. Hiçbir kaynak birbirini tutmuyor zaten.

İşlediğim başka bir günah da, anlaşılırlığı artırmak için bazen biraz abarttım, bazen hassaslık ayarını düşürdüm. İngiliz 159. Hava İndirme Taburu ve 29. Tank tugayı, Caen'ın güneybatısında, Kanadalı 3. Mekanize Piyade Taburuyla buluştu yerine İngilizler Kanadalılarla Caen'in batısında buluştular, yada yüzellikibinbeşyüzotuz araç yerine yüzellibin araç demek olayın boyutunu çok değiştirmese de daha anlaşılır yapıyor bence.

Gelelim biraz da olayın felsefesine.

Bu yaşta, "Baba bana taramalı tüfek alsana." diye ağlayan çocuklar gibi size oturdum savaş anlattım.

Bunu lütfen savaşı sevdiğim ve onayladığım şeklinde almayın.

Savaş, insanlık tarihinin en utanç verici, en can yakıcı olgusudur. Ne iyi, ne gurur verici bir tarafı vardır.

Ancak hakkında konuşmayarak savaşı önleyemeyiz.

Çok kuvvetli öngörüme göre, dünyanın yeni bir denge bulabilmesi için, benim yaşam süremde büyük bir savaş kaçınılmaz. Tarihe bakıp geçmiş savaşları anlayarak belki bunu önleyebilir, önleyemesek bile az zararla atlatabiliriz.

İşte böyle.

Birçoğunuzu baymış olabileceğimin farkındayım. Affola.

Daha zevkli konularda görüşelim diyor, hem konuyu, hem de haftayı kapıyorum.

Kalın sağlıcakla...

İngiliz Kumsalları

Şimdi, "Kim gidip, Normandiya haritasını gugıllayacak..." diyenler için, hemen, çabukça bir Normandiya 101, coğrafya bilgisi tazelemesi yapalım.

Normandiya, Fransa'nın kuzeyinde, doğu-batı doğrultusunda uzanan bir şerit. Bu şeritin en batısında, böyle pipi gibi, Atlas okyanusuna uzanan bir çıkıntı var. Buranın ismi Cotentin (Kotentan) yarımadası. Bu yarımadanın en büyük yerleşim merkezi de Cherbourg (Şerbur) isimli kent.

Normandiya'daki çıkarmanın yapıldığı kumsalları, batıdan doğuya, yani soldan sayarsak, Utah (Yutah), Omaha, Gold, Juno (Cuno) ve Sword'a (Soord) geliriz. Sword'un hemen doğusunda da Normandiya'nın yine önemli bir kenti Caen (Ka'an) bulunur.

Çıkarma harekatının kısa vadeli hedeflerini, eksik de olsa anlaşılırlığını sağlamak için bir cümlede söylemek gerekirse, Utah ve Omaha'ya çıkan Amerikalıların hedefi Cherbourg civarını, Gold ve Sword'a çıkan İngiliz birliklerinin hedefi de Caen civarını ele geçirmekti. Caen kenti, hatta ilk günün hedefleri arasındaydı.

Başlarında ise dünyanın belki de gördüğü en kötü komutan, anlı şanlı Mareşal Bernard Law Montgomery (Börnard Lo Montgomri), yada popüler ismiyle Monty (Monti) bulunuyordu.

Montgomery asil, seçkin ve üstün bir insandı. Her işi herkesden iyi yapabilirdi, çünkü tekrar edelim, asil, seçkin ve üstün bir insandı. Kader onu asker yapmıştı, o da demek ki dünyanın en başarılı komutanı olup, bu kendisine bahşedilmiş ayrıcalıklı üstünlüğünün hakkını vermeliydi.

İşin aslı, Montgomery içgüdüsel bir asker değildi. Çabuk ve doğru kararlar veremiyor, risk almaktan çekiniyordu. Genelde uyguladığı yöntem, düşmanı sayıyla bastırıp yenmekti.

Haliyle bu her zaman mümkün olmadığından, Montgomery, kaybettiği zamanlar, dünyanın kendisi hariç tüm geri kalanını suçluyor, kendince olaydan sıyrılıyordu. Kazandığı zamanlar ise, daha kazanımının tescilini bile beklemeden basın konferanslarıyla, toplantılarla, kokteyllerle tüm dünyaya kasıla kasıla ne büyük bir asker olduğunu anlatıyordu.

Montgomery, Dunkirk'de (Dankörk), Almanların kovaladığı İngiliz birliklerinden birinin komutanıydı.

Momtgomery, sonrasında, Afrika'da Rommel'e karşı başarılı bir mücadele verdi. Çünkü, zibil gibi binlerce tankı, topu yığmış, iyi bir planlamanın avantajıyla değil de, daha çok sayısal üstünlüğüyle zafer kazanmıştı.

Size ne demek istediğimi sayısal gerçeklerle anlatayım.

Montgomery'yi Montgomery yapan, Rommel'lin karşısında, Mısır'ın aynı isimli kentinde kazandığı El Alamein savaşıdır. Belki duymuşsunuzdur, her iki liderin de Çöl Faresi, Çöl Tilkisi falan diye çağrıldığı günler. Zaten aslen bu savaşın verdiği gazla, Sir (Sör), Mareşal, El Alamein Viscount'u (Vaykeaunt - Vikont) ünvanlarını almıştır.

Şimdi bakalım bu savaş dehası, kahraman arkadaşımız El Alamein savaşını nasıl kazanmış...

El Alamein ağırlıklı olarak tankların savaşıydı. Resmi olarak Rommel'in 550 tankına karşılık, Montgomery'nin 1100 tankı vardı. Muzaffer tarihçilerin fazla dokunmadan geçtikleri bir gerçek ise Montgomery'nin bir bu kadar tankı da "yedek" lerinde bulundurmasıydı. Bir rakam oyunu. Bu sözde yedek tanklar Londrada değil Mısırda, Montgomery'nin dibindeydi. Sadece o an için saldırıya katılmamışlardı. Neyse, aritmetiği yaparsak 2200 Montgomery tankına karşılık, 550 Rommel tankı diyebiliriz ama hadi, resmi sayı olan 1100 "aktif" tankı kullanalım, müşteri olalım.

Rommel'in 120 bin askerine karşı, Montgomery'nin 250 bin askeri, Rommel'in 550 topuna karşı, Montgomery'nin 900 topu, kısaca Rommel'in nesi varsa Montgomery'nin kaba bir hesapla iki katı fazlası vardı.

Ben savaş planının basitini severim deyip kafadan saldırdı Rommel'e. Rommel ilk saldırı günlerinde Almanya'da olsa da Afrika'ya döndü ve bir kaç günde bunun iki yüz tankını yoketti.

Sonrasında, Montgomery'nin ileriki hayatında sık sık göreceğimiz bir model oluşmaya başladı. Montgomery defalarca saldırıyor, Rommel de bunun kulağını çekip geri gönderiyordu.

Böyle böyle günler geçti.

Churchill bile endişelenmeye başlamıştı. Hem buna, hem de bunun komutanına "Ne oluyor, niye bir ilerleme kaydedemiyoruz?" diye sormaya başladı.

Sonunda, kim bilir kaç askeri öldükten sonra kuyruğunu kıstırıp komutanına gitti. Benim plan çalışmıyor, yenisini yapalım dedi. Yeni plan, eskisinden daha fazla akıl unsuru içermese de İngiliz ordusunun ve hava kuvvetlerinin sayısal çoğunluğu Alman ordusunu yıprartmış, ikmali doğru düzgün yapılamayan Alman ordusu savaşma gücünü ve moralini yavaş yavaş kaybetmeye başlamıştı.

Tabii bu yeni plan, geleneksel olarak, muzafferlerin tarihinin sayfalarına, Monty'nin askeri dehası olarak geçti. Kimse eski plan yüzünden verilen kayıplara ve gecikmelere takılmadı.

İngilizler sonunda Rommel'i geri püskürttüler. Az sayıda tankı, topu, askeri kalmış bir orduyu bin beş yüz kilometre kovalayıp bir "kahramanlık" destanı yazdı Montgomery.

İngilizler ıkına ıkına sonunda bir kahraman çıkarabilmişlerdi.

Kahramanlığı tadında bıraktı Monty. Ona "Hadi git Rommel'i bitir." dediklerinde, "Neme lazım, bu kahramanlık kolay bulunmuyor, üstelersek bakarsın bir halt olur, elden gidebilir." diyerek saldırmayı reddetti. Gerçekten, adam resmen "İstemezük" dedi yani.

Montgomery, askerlerini kırdırmaya İtalya'da da devam etti. Akıllı bir planla birkaç günde ulaşılabilecek askeri hedefler, Montgomery'nin sarsaklığıyla haftalar alıyor, uzayan savaş sonunda doğrudan ve dolaylı olarak Müttefik askerler ölüyordu.

Montgomery'nin popüler olarak kıyaslandığı Amerikan General George Patton (Corc Petın), en az Montgomery kadar narsist, boşboğaz ve sinir bozucu biri olsa da, Montgomery'den farklı olarak gerçek bir askeri dehaydı. Ancak bu ikisinin rekabeti de, gereksiz yere can kaybına yol açmaktaydı.

Müttefik orduların süper, mega, en komutanı, General Dwight Eisenhower (Duayt Ayzınhauır), yada bilinen adıyla Ike (Ayk), bir askerden çok politikacı olduğu için, "Aman ittifak bozulmasın, aman biraz da İngilizler kazansın..." diyerek Montgomery'ye göz yumuyor, bu arada garip askerler de ölmeye devam ediyordu.

İşte Normandiya çıkarması için geri sayım bu koşullarda başladı.

İngilizlere ayrılan Gold Ve Sword kumsalları, Amerikalıların çıktıkları Utah ve Omaha kumsallarından hem arazinin yapısı, hem de yerleşimi bakımından biraz farklılar.

Herşeyden önce, İngiliz kumsalları üzerinde yoğun yerleşim bölgeleri var. Birçok noktada, kelimenin tam anlamıyla bir kasabanın ortasına çıkmışlar. Utah ve Omaha kumsalı neredeyse ıssız denilebilir. Yerleşim var ancak öyle bir kasaba gibi değil, daha ziyade tek tük, seyrek yapılar.

İkinci fark ise burayı bir turist olarak ziyaret ettiğinizde ortaya çıkıyor.

Amerikan kumsalları ne kadar organize ise, İngiliz kumsalları da o kadar dezorganize.

Mesela, otoyolda kilometrelerce önceden Omaha Beach, Utah Beach yada Pointe du Hoc işaretleri görüyorsunuz. Tabelalar sizi otoyoldan alıp, göreceğiniz kumsalın can damarına kadar getiriyor. Müzeler, mezarlıklar, önemli alanlar hep işaretli. Gittiğiniz her yerde ziyaret için yol işaretleri, olanı biteni anlatan yazılar var.

İngiliz kumsalları ise hak getire. Sword Beach, Gold Beach benzeri hiçbir işaret yok. Bileceksiniz yani hangi köy hangi kumsalda ki ona göre otoyolu bırakıp sahile inebilesiniz. Sadece Kanadalılar, resmi olmayan, kendi dizaynları, yeşilli, morlu, "Juno Beach Center" işaretleri koymuşlar da Juno Kumsalını iyi kötü bulabiliyorsunuz.

Bu bölgede Müzeleri işaret eden trafik levhaları var. Tek problem, levhalarda sadece "Müze" yazıyor olması. Ne müzesi, kim müzesi, nasıl müzesi, bilemiyorsunuz.

Çıkarmayla ilgili önemli noktalar da her yerde olduğu gibi, mavili, beyazlı bir martı simgesiyle işaretlenmiş. Eğer bu işaretleri görebilirseniz, "Haa, savaşta burada birşeyler olmuş." deme şansınız oluyor.

Martı işaretlerinin üzerinde de İngiliz bölgesindeki tüm martı işaretlerinin olduğu özet bir harita var. Teoride savaşla ilgili bütün noktaları bir arada görebiliyorsunuz.

Yine problem, bu martıların kimin nesi olduklarının değil, sadece bulundukları yerin ismiyle işaretlenmiş olmaları. Varsayalım ki levhada "Cite de Sainte-Aubin-Sur-Mer" (Sit dö Sent Oben sür Mer) yazıyor olsun. Burada Sainte-Aubin-Sur-Mer, sadece bir köyün adı.

Ne aradığınızı bilmiyorsanız - ki biz bu kadar detaylıca bilmiyorduk - bu işaretli nokta, görülmesi gerekli mükemmel bir Alman koruganı da olabiliyor, Joe Blow'un kahramanlığı anısına dikilmiş yarım metre boyunda bir taş anıt da.

Biz birçok savaş noktasını tamamen şans eseri gördük. Kim bilir kaç tanesini de kaçırdık.

O yüzden, İngiliz kumsallarına gidecekseniz, mutlaka hangi köyde ne göreceksiniz, önceden planlayın, hatta GPS koordinatlarını akıllı telefonunuza girin. Aksi halde çok zaman kaybedersiniz.

Kanadalıların çıktıkları Juno kumsalı karekteristikleri açısından İngiliz ve Amerikan kumsalları arasında bir noktada kalıyor.

Juno kumsalında, ne Utah ve Omaha kumsalları kadar seyrek, ne de Sword ve Gold kumsalları kadar yoğun bir yerleşim var. İngiliz kumsalları kadar dezorganize değil. Mesela Juno Beach Center isimli merkezi bir "gitme" noktası var.

Burada büyükçe bir müze, iyi durumda Alman koruganları ve bir kaç top görülebilir. Müzenin içini Paskalya tatili nedeniyle kapalı olmasından dolayı gezemedik ancak dışardan ilginç görünüyor.

Juno Beach Center'ın açık bölümlerinde yine olanı biteni bir ölçüye kadar anlatan levha ve işaretler var. Ancak bir levhada D-Day günü geçmiş bir olayı anlatmışlar, başka birinde de Normandiya sahillerindeki bitki örtüsünün özelliklerini. Biraz Kanada usulü yani :)

Ben, çıkarma planımda, İngilizler neden tam ortalarına Kanadalıları almışlar, hala anlamış değilim. Normalde, birlikler bölünmek yerine, elden geldiğince harekat tarzlarını bildikleri, tanıdıkları birliklerle bir arada savaşmayı yeğlerler. Vardır bir sebebi tabii, ben anlamadım diye yanlış bir karar olması gerekmiyor.

Biz bu bölgede neredeyse bir tam günü, verimsiz bir biçimde martı işaretlerini kovalayarak geçirdilk. Günün sonuna geldiğimizde, eşim Jelena, haritaları, GPS"i, turizm bürolarını kovalamktan, aslen hiçbir ekstra ilgisi olmasa da, hangi sahile kim çıkmış, komutanın adı neymiş, nerede hangi tanklar kullanılmış öğrenmişti.

İşte bu yüzden kumsalları size gezdiğimiz sırayla değil, coğrafik konumlarıyla anlatayım istedim. Yoksa işler karılacak, sıralama Gold, Juno, Gold, Sword, Juno, Sword falan gibi olacaktı.

Sword kumsalıyla başlayalım kelamımıza.

Sword, sekiz kilometre uzunluğunda, hilal biçiminde bir kumsal. Alman savunması sahilde Omaha kumsalındaki gibi kirpilerden, diğer tank engellerinden ve mayınlardan oluşmuştu. Karada, sahil boyunca kuvvetli savunma noktaları oluşturulmuş, bu noktalar makineli tüfekler, tanksavar silahları ve toplarla donanmıştı.

Sword Beach
Ancak Omaha kumsalının, savunan birliklere kazandırdığı en büyük avantaj olan tepeler bu kumsalın her noktasında yoktu.

Çıkarma Hermanville-sur-Mer (Ermanvil sür Mer) kasabası çevresinde yoğunlaşmıştı. Çıkarmadan kırkbeş dakika sonra, kumsaldaki Alman direnişi kırılmış, kumsal başı oluşturulmuş ve karaya çıkan İngiliz kuvvetleri Orne nehrine ulaşıp, gece indirilen paraşütçülerle buluşmuşlardı.

Sword kumsalı, çıkarma günü Almanların karşı saldırıda bulunduğu tek noktaydı. Akşam saat dörtte - haliyle Hitler uyanmış, kahvaltısını edip gazeteleri okumuş ve panzerlere harekat emri verebilmişti - panzer birlikleri Sword kumsalına ulaştı ve İngiliz birliklerine saldırdılar.

İngilizler bu saldırıyı başarıyla püskürttüler ve Alman birliklerine ağır kayıplar verdirdiler.

Sword Beach, Saint-Aubin-sur-Mer
Sword kumsalına çıkan İngiliz birliklerinin hedefi Caen'ı harekatın birinci gününde ele geçirmekti. Buna rağmen Montgomery üç gün sonra ancak Caen'a doğru yola çıkabilmişti. Kente ulaştığında yine dangıl dungul saldırmaya başladı. Geleneksel olarak saldırıyor ve ağızının payını alıp geri dönüyordu. Şehre atılan bombanın, top mermisinin haddi, hesabı yoktu. Montgomery, bildiği tek şeyi yapmaya devam ediyordu.

Caen'ı kim bilir kaçıncı saldırıdan sonra, artık stratejik önemi kaybolmuşken, ancak alabilmişti. İlk planlanan tarihe göre, aradan bir aydan çok zaman geçmişti.

Sword Beach, Lion-sur-Mer
Günün sonunda, Sword kumsalı, altı yüz seksen gibi çok az sayılabilecek bir kayıpla alınmış ve bir de Alman karşı saldırısı püskürtülmüştü. Bu kumsal çıkarma gününün en başarılı kumsallarından biriydi.

Gelelim İngilizlerin çıktığı ikinci kumsal olan Gold'a.

Gold kumsalındaki çıkarmanın fazlasıyla basitleştirilmiş, eksik ancak anlaşılabilir hedefi Arromanches-les-Bains (Aromanş le Ban), yada kısaca Arromanches kentini ele geçirmekti.

Normandiya sahillerinde ne yazık ki Britanya'dan gelecek büyük gemilerin yanaşabileceği yeterli derinlikte çok fazla liman yoktu. Olam bir-iki tanesinide de Almanlar çok sıkı bir biçimde savunmaya almışlardı.

Eh, eğer hazırda bir liman yoksa, niye yanımızda bir tane getirmeyelim demiş İngilizler ve koca bir yapay limanı yüzdürerek Normandiya'ya getirmeyi planlamışlar.

İşte Arromanches kasabası, ilerleyen günlerde bu büyük yapay limana ev sahipliği yapacaktı.

Arromanches'deki yapay limanın bir parçası

Bugün Arromanches'a yolunuz düşerse, bu mühendislik harikası limanın parçalarını denizde, kentin içinde, ve Çıkarma Müzesinde görebilirsiniz.

Yine kısa vadeli hedefler arasında Bayeux (Bayö) kentine ulaşıp, Caen'a giden yolu keserek Alman takviye birliklerinin Caen'a ulaşmasını engellemek ve daha da önemlisi, Port-en-Bessin (Por en Bessan) kasabasını ele geçirip, Omaha kumsalına çıkan Amerikalılarla birleşmekti.

Hem Bayeux, hem de Port-en-Bessin güzelim iki kasaba. Özellikle Bayeux'nun, arasından üzerinde bir değirmeni olan minik bir derenin geçtiği bir sokağı var ki bir saatinizi hiç sıkılmadan geçirebilirsiniz. Yine Bayeux'da devasa bir katedral var. Port-en-Bessin'in ise çok güzel bir limanı bulunmakta.

Çıkarma günü, Alman savunması bu kumsalda, diğerlerine göre biraz farklıydı. Orta bölümleri bataklık olan sahilde, beton sığnaklar ve ufak nöbet kulübeleri içersinde bol bol makineli tüfek yuvaları vardı. Sağ ve sol noktalarda ise sahil evleri korugana çevrilmişti. Bu evden bozma koruganlar, çıkarma öncesi deniz bombardımanından çok ciddi biçimde etkilenmişlerdi.

Arromanches limanının kalıntıları
Denizde ise klasik tank engelleri ve mayınlar bulunuyordu.

Gold kumsalında, çıkarmanın en yoğun yapıldığı bölge Ver-sur-Mer (Ver sür Mer) yakınlarımdaki sahildi.

İngilizlerin şansına, kuvvetli bir rüzgar denizi kabartmış, engellerin ve mayınların birçoğu su altında kalıp etkisiz hale gelmişlerdi.

Son anda verilen bir kararla DD tankları yüzdürülmek yerine çıkarma teknelerinin içinde sahile kadar taşınmıştı. Hitlerin uykusu sağolsun, sahilde bu tankların karşısında hiçbir Alman zırhlı aracı yoktu ve DD tankları, sahile çıkan piyadelere çok önemli bir destek sağladılar.

Asli hedeflerden olan Arromanches, akşam saat dokuz civarı ele geçirilmişti. Ancak, ertesi gün saldırılan Port-en-Bessin'da ise işler iyi gitmedi. Güçlü dirençle karşılaşan İngiliz birlikleri bu kasabayı ancak iki gün sonra alabildiler.

Gold kumsalında çıkarma dört yüz gibi göreceli olarak az bir can kaybıyla başarılmıştı.

Arromanches'da daha hemen ertesi gün yapay liman için çalışmalara başlanmış, bir hafta içerisinde de bu liman işlev kazanmıştı. İsmi Mulberry (Malböri) olan bu yapay liman, dahiyane bir İngiliz buluşuydu.

Bu liman, Omaha kumsalımda Amerikalıların yaptığı suni liman ile birlikte Cherbourg gibi derin doğal bir liman ele geçirilene kadar Müttefiklerin anakaraya asker ve savaş malzemesi getirmek için kullanıldı. Omaha kumsalındaki liman, 19 Haziranda bir fırtınada kullanılmaz hale geldiği için Arromanches'daki liman kadar popüler değildir.

Arromanches'daki bu limandan, yüz günlük bir süre içerisinde yuvarlak bir hesapla toplam iki buçuk milyon asker, yarım milyon araç, dört milyon ton da savaş malzemesi indirilmişti. Kasabanın bütün nüfusunun binden az olduğunu düşünürseniz, bu kasabanın o günlerdeki popülaritesinin ne kadar artmış olabileceğini anlayabilirsiniz :)

Gelelim Juno kumsalına.

Juno Beach
Juno kumsalına çıkan Kanadalılar, çıkarma esnasında çok önemli bir direnişle karşılaşmadılar. Çıkarmanın kendisi Utah kumsalıyla birlikte en başarılısı olarak anılır. Toplam kayıpları beş yüzden azdı.

Ancak çıkarma sonrası Kanadalılar, hiçbir D-Day hedeflerine ulaşamadılar. Bir de içerilere girdikçe SS'lere çattılar ve biraz burunları kanadı.

Kanada kuvvetleri ilerleyen günlerde Caen'a yapılan operasyonlarda yer aldı.

Kumsallar bu kadar. Bir sonraki yazıda toparlayıp bitiriyoruz.

Sağlıcakla kalın.

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...