18 Ağustos 2012 Cumartesi

Marsilya

Neredeyse bir ay oldu, bir yarım saat ayırıp iki kelime de olsa yazamadım. Saat bu günlerde biraz hızlı çalışıyor benim için. Teoride biraz daha az yoğun bir dönem beklerken işin aslı biraz tersine çıktı. Koşmaca, koşuşturmaca sizin anlayacağınız.

Neyse ki Jelenayla bir bahane bulup bir hafta sonu için olsa bile Lozan'dan uzaklaştık. Nereye gittiniz diye sorarsanız Marsilya'dayız. Fransa'nın Paris'den sonraki ikinci büyük şehiri. Hani geçenlerde Eskişehirspor'u eleyen Marsilyaspor'un evi işte (eşşolueşşekler, kağıt üzerinde de olsa Eskişehirliyimdir yani).

Marsilya önemli bir liman şehri. Kısa bir zaman oldu geleli, öyle uzun boylu bakınmaya zaman olmadı ama gördüğüm kadarıyla çok özel bir yer, olabildiğince "çarming" ve "fenomenal". Liman ve tarihi şehirdeki binalarla acaip fotoğraf malzemesi var sizin anlayacağınız. Neyse yarın size şehir hakkında daha detaylı bilgi verebilirim diye düşünüyorum.

Marsilya'nın ilginç tarafı daha şehiri gezmeden Marsilya'lı yada Marsilya'da yaşamış arkadaşlardan edindiğimiz ön bilgi. Kime sorduysak "Arabanın kaskosu var di mi?" yada "Aman hesap öderken parayı cüzdandan çıkarma, elli Euro kadar bir miktarı cebinde ayrı sakla!" gibi şeyler söylediler.

Anlaşılan burada bayağı eğleneceğiz. Eğer kıçımızı kaptırmadan dönebilirsek anlatırım detayları size.

Lozan'dan Marsilya arabayla dört-beş saat gibi. Biz bugün gelirken Lyon üzerinden otoyolu almak yerine Grenoble üzerinden geldik. Sisteron'a doğru otoyolu bırakıp köy yollarını kullandık ve bu sayede de biraz Provance havası koklamış olduk.

Denizden içerilere girdikçe Provance'ın tüm havası değişiyor. Nice'li, Cannes'lı, Saint-Tropez'li Cote d'Azur'ün ukala yada hadi yine devşirme bir terim kullanayım, "snob" havası içerilere girince kayboluyor ve bana sorarsanız dünyanın sayılı güzel bölgelerinden biri haline dönüşüyor inland Provance.

O yemyeşil dağlar, belki de dünyanın en güzel köyleri, neredeyse Kapadokya gibi biçimlenmiş kayaları, şatoları ve kaleleri ile Provance'ı yeme ama yanında yat.

Öyle güzel yani. Yakınına gelip de görmemek bir insanlık suçu...

İşte böyle. Yarın yürüme günü o yüzden yatalım, uyuyalım ve büyüyelim.

Görüşmek üzere...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...