19 Ağustos 2012 Pazar

Marsilya II

Evet, bu akşam da kıçımızı kaptırmadan otele dönebildik. Bir bayağı ciddi "near miss" yani "neredeyse kaptırma" aşamasına geldik ancak biraz da şansın yardımıyla Marsilya'nın eski limanının yukarılarında kimsesiz yollarda gezen iki turisti görüp "u" çeken bir arabadan zor da olsa kaçabildik ve otelimize ulaştık. Yanımızda korunmamızdan sorumlu kırkbeş kiloluk Alman kurt köpeğimiz Koni the Brave Heart hepimizden önce kendisini otel odasına attı :)

Eski Liman
Marsilya böyle işte. Gördüğüm en güzel şehirlerden biri bununla birlikte Kuzey Afrika ve Fransız "asi"lerinin ortak az birazcık çabalarıyla güvensiz bir hale gelmiş. Ancak kendimi tekrar etmek pahasına bir kez daha söyleyeyim, çok cazibeli, çok güzel bir şehir Marsilya.

Bu sabah ilk iş eski liman çevresinde gezindik. Yüzyıllar yaşındaki binalar hala ayaka, içlerinde insanlar yaşıyor. Rıhtımların birinde eski bir yelkenli gemi bağlı. Hani o korsan zamanlarından. Hikayesini henüz bimiyorum, eve dönünce Google'layacağım. Hemen geminin karşısında Hotel de Ville, ama hotel dediysek öyle bildiğimiz otel değil, hükümet konağı, koloni tarzında çok güzel bir yapı.

Limanın biraz içerilerinde eski şehir yani the old town var. Napolyon burada yaşamış yada bulunmuş biraz. Bilirsiniz Napolyon ülkemizde öyle fazlaca kahramanlık duyguları uyandıran bir kişilik değildir. Bizde Napolyon dediğinizde ya kafası biraz karışmış, elini ceketinin içinde tutan ve başında hunisi olan bir karekter canlanır gözümüzde yada daha popüler olan Jozefin. Ancak Fransızlar için Napolyon çok önemli bir tarihsel figürdür. O yüzden Napolyon'un burada bulunmuş olması önemli.

Eski limandan bir gemiyle If adasına geçtik. Bu If İngilizcedeki "eğer" anlamına gelen "if" değil, adanın ve aynı zamanda üzerinde bulunan şatonun ismi. Bu şato olası bir İspanyol yada (sıkı durun burada) Türk işgaline karşı Marsilya'yı korumak için yapılmış.

If Adası
Ancak bu ada ve şatonun önemi burda ondört yıl hapis kalmış Edmond Dantès isimli bir mahkumdan gelmekte. Bu Edmond Dantès, Fransız yazar Alexandre Dumas'ın kaleminden tanıdığımız çoğumuzun bildiği ismiyle Monte Kristo Kontundan başkası değil. Gerçek bir tarihsel karekter olan Monte Kristo Kontunun hücresini görmek çok heyecanlandırdı beni.

Monte Kristo Kontunun hücresi
If adasından dönüp oyuncak trene bindik ve bu kez de tam ters istiksmetteki Notre Dame de la Garde katedraline geçtik. Katedralin kendisi de çok güzel ancak şehire binikiyüz metre yükseklikdeki bir tepeye yapılnış bu bina Marsilya'nın panoramik fotoğraflarını çekmeye olanak sağlaması bakımımdan çok daha önemli oldu bu gezimizde.

Akşam yemeğinde Jelena Marsilyanın en ünlü yemeği olan midye ve birkaç çeşit balık ile patates üzerine dökülen bir sos ile yenen Bouillabaisse'i denedi ve çok beğendi. Ben ise bir şişe Provansal kırmızı şarapla beraber bifteğimi kemirdim.

Daha sonra alkolün de tesiriyle - burada bir arkadaşı analım, bir cengaverlik yaparak limanın yukarısındaki bölgeye doğru yürüdük ve burdan sonrasını biliyorsunuz zaten, kaptırıyorduk elimiz avcumuzdakileri :)

Yarın ki program ise Calanques (kalank okunuyor) isimli denize uzanan yamaçları gemi ile ziyaret. Sonrasında Cassis isimli funky bir deniz kıyısı kasabasına gideceğiz.

Yarın görüşürüz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...