16 Mart 2018 Cuma

Hawking Öldu

Yıllar önce, ama bayağı bir yirmi beş yıl falan önce, bir yaz tatilinde Black Holes and Baby Universes isimli bir kitabını okumuştum. A Brief History Of Time'dan sonraki kitabıydı yanlış hatırlamıyorsam.

Kitapta beklendiği üzere bayağı fizik vardı tabi, ancak hatrı sayılır bir uzunlukta kendinden ve hastalığımdan bahsetmişti Hawking. Oradan biraz anlamaya başlamıştım ne durumda olduğunu, nasıl bir hayat geçirdiğini, nelere rağmen bilime hizmet ettiğini.

Çok başınızı ağrıtmayayım adama okulunu bitirmeye yetecek kadar ömrün kalmamış demişler, yetmiş altı sene yaşamış. Her yeni gün bir öncesinden daha kötü olsa da direnmiş.bir gün kolu, bir gün bacağı, bir gün başka bir organı durmuş.

Konuşma yeteneğini yitirdiğinde joystick benzeri bir aleti kullanarak, elektronik bir sesle iletişime devam etmiş. Ancak bu sesin Amerikan aksanı ile konuşmasından hiç memnun değilmiş.

En sonunda tek kontrol edebildiği organı, yanağında seğiren minik bir kası kalmış. Bu minicik kası oynatarak bilgisayarını kullanmaya devam ermiş.

Her şeye rağmen evlenmiş, çocukları bile olmuş.

Cambridge üniversitesinde Lukazyan Matematik profesörü. Yani profların profu. Aynı ünvana aynı üniversitede Isaac Newton da sahipti.

Hawking şöyle iyidir, böyle kötüdür diye ahkam kesmeye ne bilgim, ne beynim yeter. Ama sizlere hissettiklerimi anlatabilirim. Her cümlenin önüne yalnız lütfen bir "bence", "bana göre" ya da "in my opinion" koyun.

Tam bir teorisyendi Hawking. Talihsizliği yüzünden medyanın ilgisini çekmişti. Hastalığının sonucu olan tekerlekli sandalyesi ve fiziksel görünümü yüzünden ilgili, ilgisiz herkes adını duydu.

Sanki bir dahi olmak için illa dilinizi çıkarmanız ya da oranızın, buranızın çarpılması gerekliymiş gibi.

The Big Bang Theory'de Penny bile "Isn't he the dude in the wheelchair, who invented time?" demişti. Hawking zaten bu dizide misafir olarak oynamıştı. Uzay Yolu'nun Lt. Cmdr, Data'sı ile de bir bölümde poker oynuyordu.

İnsanlar genelde onu bir Newton yada Einstein ile denk tutma eğilimindedirler.

Her ne kadar bir dahi olsa da Hawking, sizin, benim hayatımızı "henüz" değiştirecek bir buluş, bir keşif yapmış değildir. Bunun aksine, etrafınıza baktığınızda arabanızın amortisörümden telefona, bilgisayarınızdan Uzay Mekiğine bir çok teknoloji Newton ya da Einstein olmasaydı, olmazdı.

Bunun karşısında, ancak elli milyar yıl bekleyip, bir kara deliğin yok olduğuna tanık olursak, Hawking'in dehası pratiğe dönüşebilir. Şimdilik, buluşları sadece fizikçileri heyecanlandırmakla kalıyor.

Zamanın ilerisinde bir dahiydi. Ellerini kullanmadan yüksek matematik yapabildiğini düşünün, sonra lise günlerinize dönüp, sayfa sayfa yazıp, çözemediğiniz denklemleri hatırlayın. Zor iş yani.

Ben onun ismi ile özdeşleşen kara delik odaklı astrofizik yazılarından çok, quantum fiziği ve temel kuvvetleri anlattığı yazılarını severek okudum. Denk gelirse ve okumadıysanız A Brief History Of Time'a bir bakın. On milyon tane satmış!

İşte böyle bir dahi, bir o kadar da talihsiz ama azimli bir insan göçtü. Yattığı yerde rahat uyusun.

Bütün dünya onu hakettiği saygıyla andı. Katoliği, Protestanı, Budisti, Ateisti, her kesimden, her inançtan insan ardından bir kaç kelime söyledi.

Tabi ki biz de bu dahiye son görevimizi yerine getirdik.

Sosyal medyada görüp, okuduğum bir ikisi şöyle.

"Amk ateisti!"

"S.ktir git!"

"Şimdi anlarsın cehennem var mı, yok mu?"

Adam Cambridge'de bir Lukazyan Profösör"e "amk" diyor. Güler misin, ağlar mısın? Ateistmiş. Ateist olmayıp, mesela Katolik olsaymış ne diyecekti? Dereceyi düşürüp, ölmüş adamın arkasından sadece "puşt" demekle mi yetinecekti?

Şimdi anlarsın cehennem varmıymış diyor. Sanki Hawking'i kulağından tutup, kendi elleriyle zebanilere teslim etti de dönüp bize bilgi veriyor.

Daha neler...

Birisi Hawking diye biri aslında yok diyor. Anladığım kadarıyla Hawking ismini İslam'a karşı uydurulmuş bir komplo olduğunu düşünüyor.

Başka birisi sadece Hawking'e bile değil, hızını alamamış, Newton'a da, Einstein'a da hikaye yazarı demiş. Eh Einstein olmasaydı o elindeki cep telefonu da olmazdı diyeceksin, bu sefer sana hikaye anlatıyorsun demeye başlayacak.

İnsan bunları duyunca üzülüyor, ama anlıyor, niye ülkeden Hawking'ler yerine pedofillerin çıktığını.

Hawking ışıklar içinde uyusun.

Sizler de mutlulukla kalın...

14 Şubat 2018 Çarşamba

Sevgililer Günü

Nasıl bayılırız ilgi çekmek için viyaklamaya! Her şeye hayır, herkese hayır demeyi marifet sayarız.

On dört şubat sevgililer günü, kapitalistlerin oyunu, para tuzağı, sevgili günü kutlama, Mehmetcik vakfına para gönder...

Ya adam sana sevgilinin anasına küfret demiyor ki, git onunla güzel bir akşam geçir diyor.

Ne kötülük var bunda?

Çiçek alma da yanağından öp, ya da çiçek al, n'olur?

Kapitalizm yerin dibine, amenna... Ben asker çocuğuyum, düşüncem, yüreğim her gün Mehmetçikle zaten.

Niya abartıyorsunuz?

İnsanın sevgilisini anması kötü bir şey mi?

Kapitalizme hizmet etmeyeceksen at cep telefonunu çöpe. Yiyiyor mu?

Yazın da tatile gitme, Mehmetcik vakfına ver o parayı. Yiyiyor mu?

Ne istiyorsunuz insanca duyguların yoğunlaştığı, güzel şeylerin hissedildiği bu günden?

Yaşasın sevgililer günü lan!

İki sevgilim, mükemmel fondümüz, bir şişe de şarabımız var.

Köküne kadar kutlayacağım!

30 Ocak 2018 Salı

Primitivo


Bu akşam özel bir İtalyan şarabımız var sevgili arkadaşlar. Manduria bölgesinden leziz bir Primitivo şarabı.

Manduria, İtalyanın en güneyinde, çizmenin tam topuğundaki Taranto bölgesinde bir şehir. Epeydir yine bu civarlardan gelme Salice Salentino şarabına abone olmuştum, bölge aynı kaldı ama en azından Negro Amaro üzümünü değiştirip, Primitivo’ya atlamış olduk.

Primitivo çok eski bir üzüm, ta Roma devletine gidiyor kökleri. Bir-iki bin yıl kadarlık uzun sayılabilecek bir süre bu güzelim üzümün şarabının tadını çıkarmış İtalyanlar. Bu üzüm geçen yüzyıl bir yolunu bulup, kendini Amarika’ya bile atmış. Bugün Kaliforniya’da çok sayılabilecek miktarlarda ekiliyor, ancak yeni dünyada Primitivo ismi Zinfandel’e dönüşmüş.

Primitivo tatlı bir üzüm. Tatlı üzüm şeker, şeker de alkol demek, unutmayalım. O minik bakteriler mayalanma sürecinde hep şekeri alkole döndürürler. Bu sebeple Primitivo içerken biraz dikkat, diğer şarapları içerkenki hızınızla içerseniz hafiften çarpabilir.

Şarabımız sıradan bir marka - İsvıçrenin en büyük süpermarketi olan Coop için üretilmiş, çok genç, sadece üç yaşında bir şişe. O yüzden karafta iki saat kadar havalanacak. Ancak QA için bir kadeh tattım ki… Bu akşamım gerçekten güzel olacak, bu kadarını söyleyebilirim.

Şarap yazılarımı izliyorsanız, sık sık tekrarladığım şu yorumumu hatırlayacaksınızdır.

İtalyan şarapları, bang-for-buck hesabı, ödediğiniz paraya göre satın alabileceğiniz en iyi şaraplardır bence sevgili arkadaşlar.

Geçenlerde bir şarap gurusu ile bunun geyiğini yaptık. Bilgisine ama daha da önemlisi, ağızının tadına gerçekten saygımın sınırsız olduğu bu üstat da beni teyid etti. İtalyanlar artık kantite yani bol miktarda şarap yapmaktan çok, şaraplarının kalitesine önem vermeye başladılar.

Bunun sonucunda belki de dünyanın en güzel şaraplarını (yeniden) üretmeye başladılar. Fransız şarapları kadar burunları havada olmadığı için, bu şarapları çok makul fiyatta almak da mümkün.

Fransız şarapları gibi Cabernet Sauvignon, Merlot, Pinot Noir ve Syrah gibi bir kaç baskın üzüm türü ile de sınırlı değil İtalyan şarapları. Güneyin güneşi ve volkanik topraklarından, Toskano’nun tepelerine, Alplerin eteklerinden Cote d’Azur kıyılarına farklılaşan iklim ve topraklarda bir o kadar da farklı üzüm yetişiyor. Bunlardan yapılma şarapların tadına varmak da bir ömüre zor sığıyor.

O yüzden bu akşam İtalyanız sevgili arkadaşlar.

Saluti 🍷

https://scontent-frt3-2.xx.fbcdn.net/v/t31.0-8/27368870_10156599635316030_6138478010461946474_o.jpg?oh=382e4c6fd0af2fa9df22f52f2e74ccd6&oe=5B233A74

https://scontent-frt3-2.xx.fbcdn.net/v/t31.0-8/27368870_10156599635316030_6138478010461946474_o.jpg?oh=382e4c6fd0af2fa9df22f52f2e74ccd6&oe=5B233A74





13 Ocak 2018 Cumartesi

iPhone X - Son Sözler

Sevgili arkadaşlar, günlerdir iPhone X diye başınızı ağrıtıyorum, ama gözünüz aydın, sonuna geldik.

Dilimin döndüğünce, başınızı ağrıtmamaya çalışarak yeni iPhone X'i, sağladığı fotoğraf imkanları bakımından değerlendirmeye çalıştım.

Bir fotoğraf makinesi olarak iPhone X, her türlü point and shoot dedikleri piyasa kameralarının hepsinden fersah fersah ilerde. Zaten bu pazar bölümü cep telefonlarının geldiği bugünkü nokta itibarıyla ortadan kaybolmak üzere.

Fotoğraf çekmeye meraklı arkadaşların kullandığı mirrorless, ya da DSLR tarzı kameralarla karşılaştırdığımızda doğal olarak bu ihtisas kameraları iPhone X'e göre fotoğrafçıların ayılıp, bayılacağı bir çok özellik sunuyor.

Bunların en önemlisi ise bu ihtisas kameraların değişebilen lensleri sayesinde manzara, portre, aksiyon gibi fotoğraf türleri için uygun lensler kullanabilme olanağı. Eğer böyle kameralarınız varsa ve birden fazla lens kullanıyorsanız henüz makinenizi satmayın. iPhone X daha bu düzeyde değil.

Ancak tanıdığım bir çok DSLR sahibi, makineyi aldıklarında üzerinde bulunan kit lensini bir kere bile çıkarmış değildir. Eğer bu guruptaysanız, iPhone X'e geçmek çok fazla bir fark yaratmayacaktır.

Resim kalitesi bakımından, özellikle geniş açı ucunda ben bir DSLR'dan çok az fark gördüm. Telefoto bakımından da portre modunu işin içine kattığınızda iPhone X oldukça güzel sonuçlar veriyor. Elbette full-frame bir kamera ile f/1.2 bir lensle elde ettiğiniz bokeh daireleri ve rüyamsı fluluk iPhone X'de henüz mümkün değil.

Ancak bana sorarsanız, fluluk yani bokeh seviyesini ayarlayabileceğiniz bir portre modu hemen yarın gelebilir. Size yazıda da söylediğim gibi dijital bir görüntüyü flulaştırmak çay demlemekten kolaydır. Apple zor kısmı olan flulaştırılacak alanı ayırma işini zaten becerdiği için Bunu aslında şimdiye kadar niye yapmamış, ben onu anlamaya çalışıyorum.

iPhone X in kısa vadede DSLR'larla rekabet edemeyeceği tek alan düşük ışıkta ya da gece çekilen fotoğraflar.

Başka bir mobil telefondan iPhone X'e geçiyorsanız sadece mutlu olursunuz. Size anlattığım özellikleri bilmenize, kullanmanıza gerek yok. Sadece düğmeye basıp çektiğiniz resimler eski telefonunuza göre gözle görünür derecede kaliteli olacaktır.

Video için şapka çıkarıp, iPhone X diyoruz. Sizin, benim gibi hayatını bu işle kazanmayanlar için iPhone X'den iyisi yok.

iPhone X kendi içinde çok detaylı bir post processing, yani fotoğrafı çektikten sonra editleme uygulaması yapmamış. Ancak bedavadan, bir kaç dolara kadar o kadar çok applikasyon var ki, seçin, beğenin kullanın.

Photoshop Express bana evde değilken parlaklık, gölge, renk balansı, kırpma, kolaj gibi gerekli her şeyi sağlıyor. Tek eksiği bir histogram ama sosyal medya resimleri için çok da gerekli değil bana sorarsanız. Ücretsiz diye kalmış aklımda ama belki de Photoshop aboneliğim altında çalışıyordur, hatırlamıyorum.

iPhone üzerinden clone stamping falan yapmak istiyorsanız Photoshop Mobile'a bakın derim. Ama abartmayalım arkadaşlar...

Raw resimler için de el altında bir Pro Camera uygulaması bulunduruyorum.

C'est tout! Başka hiç bir şey kullanmıyorum. Live video streaming, Facebook, Instagram paylaşımları, yazı koyma, çerçeve koyma, şeytan boynuzu, Noel Baba kukuletası, her türlü hayati filtre ve sululuk zaten built-in.

Ben fotoğrafa meraklı biri olarak DSLR kullanmaya devam edeceğim tabi, ama çoğunlukla sevdiğimden, yoksa iPhone X de çektiğim resimlerin bir çoğunu sorunsuz çekebilir.

Ancak lütfen bu noktada perspektifimizi kaybetmeyelim.

Amacımız iPhone X ile bilmem ne kamerasını yan yana koyup, o iyi, bu kötü demekten çok daha fazlası.

Zaten bunun için de vaktimi harcayıp bu yazıyı yazdım.

iPhone X bir cep telefonu arkadaşlar, unutmayalım.

Bu etkileyici teknoloji point and shoot kameraları GPS cihazlarını, walkman'den USB keylere, tüm portatif müzik çalarları, not defterimizi, ajandamızı, taksi duraklarını, banka şubelerini, video klüplerini ya tarihin tozlu sayfalarına gönderdi, ya da çok yakında gönderecek. İnsanlar check-inlerini, sinema biletlerini, hatta süpermarkette para ödemelerini bile iPhone ile yapıyor. Hayat arkadaşlarını buluyor, hobilerini takip ediyorlar.

iPhone X, iki lensli, f/1.4 hızında bir kameradan çok daha fazlası. O yüzden bu iş kamera rekabetini çoktan aşmış durumda.

Amacım işte bu teknoloji harikasına kendi penceremden bakmaktı. Umarım başınızı ağrıtmadım. Bir kere daha okuyunca silmiştim ama ya size Discrete Cosine Transform anlattığım paragrafları bıraksaydım? 😛

Sevgi ile kalın.

12 Ocak 2018 Cuma

iPhoneX - Yeni Veri Sıkıştırma Yöntemleri

Bilgisayar ekranında, daha doğrusu dijital herhangi bir ortamda bir şeyler göstermenin sadece bir tek yolu vardır. Görüntüyü noktalara bölmek, ve her nokta için bir kırmızı, bir yeşil ve bir de mavi değeri hesaplayıp, bunları görüntü kartına yazmak.

Dijital grafik teknolojilerine yabancı okanlara biraz karışık gelmiş olabilir. Bir örnekle açıklayalım.

Ekranın en üst ve en soldaki noktasını kırmızı yapmak için, bu noktanın değerlerini 255,0,0 şeklinde belirlemek yeterlidir. İlk 255 kırmızı, sonraki 0 yeşil ve en son 0 da mavi değerleri olacaktır.

Bu görüntü sistemine RGB derler. İngilizcede Red, Green ve Blue, yani Kırmızı, Yeşil ve Mavi sözcüklerinin baş harfleri.

Ekranda gördüğünüz bütün renkler bu üç rengi karıştırarak elde edilir. Bu üç rengin değerleri arttıkça, ekrandaki noktanın rengi sırasıyla kırmızı, yeşil ve maviye azaldıkça ise sırasıyla cam göbeği (cyan), çingene pembesi (magenta) ve sarıya (yellow) doğru kayar. Bütün değerler en yukardayken beyaz, en aşağıdayken de siyah bir nokta elde ederiz. Ama konumuz renk teorisi değil.

Ekranda ister bir fotoğraf, ister bir video, isterse de bir bilgisayar oyunu görüntülüyor olalım, birilerinin görüntünün RGB değerlerini ekrana yazması gereklidir.

Hepimizin tanıdığı fizikçi Stephen Hawking'in, belki de en ünlü kitabı A Brief History Of Time'ın önsözünde şöyle yazar.

"Bir arkadaş (aklımda Kip Thorne diye kalmış ama yirmi sene geçti aradan, yanılmış olabilirim) kitabına koyduğun her formül okuyucularını yarı yarıya azaltacaktır dedi, ben de bunun üstüne sadece bir formül koydum: e=mc2"

Bu arada kitap best seller olmuş tabi...

Ben de aynı haltı yiyeceğim şimdi. Sizlere bir iki paragraflık matematik var aşağıda. İsteyen okumayıp, atlayabilir tabi...

RGB değerleri her renk başına 8 bit olan sistemlerde 2 üzeri 8, yani 0 ile 255 arasında 256 farklı değer alabilir. Kısaca 256 x 256 x 256 = 16.8 milyon farklı renk demektir bu. Böylece her nokta için de 3 x 8 bit = 3 bayt saklama alanı gerektirir.

4K videonun her karesi 3840 x 2160 çözünürlüğündedir. Bu da 8294400 nokta eder. Her nokta için üç bayt renk bilgisi dersek, 8294400 x 3 = 23.7 mecabayt/resim karesi saklama alamı gerekir.

iPhone X 4K videoyu 60 fps'de kaydediyor dedik, o zaman her saniye için 23.7 mecabayt/resim karesi x 60 kare/saniye = 1.4 cigabayt/saniye saklama alanı gerekir.

Ortalama bir film 1.5 saat diyelim, 1.5 x 60 x 60 = 5400 saniye, o da 5400 saniye x 1.4 cigabayt/saniye = 7.4 terrabayt kadar bir saklama alanı gerekir.

Kağıt kalem silahşörleri için 8 bit = 1 bayt, 1024 bayt = 1 kilobayt, 1024 kilobayt = 1 mecabayt, 1024 mecabayt = 1 cigabayt, 1024 cigabayt = 1 terrabayt. Metrik sistemin aksine kilo, mega, giga 1000, 1000 değil, 1024, 1024, yani iki üzeri on basamaklarıyla artar.

En büyük iPhone X'in kapasitesi 256 cigabayt olduğuna göre, başka hiç bir şey için kullanmadan, bu belleğe ancak üç dakika kadarlık bir 4K video sığar. Benim garip 64 cigabayt iPhone X'im bir dakikalık bir video bile kaydedemez demektir bu.

O zaman nasıl oluyor da oluyor değil mi?

Rahmetli babam emekli olduğunda almıştı ilk PC'mi bana. İşlemcisi anlı şanlı bir 8086 idi, gerçek 16 bit. Ekran monokrom olsa da, kartı renkliydi, bir CGA. Koç gibi 4 bit/piksel renk derinliği vardı, yani aynı anda en çok 16 renk! Bu gün 16 milyon rengi beğenmiyoruz.

Video, mideo gösteremezdi ama resim gösterebiliyordu. 200 x 200 piksel boyunda bir resim ekranı meredeyse tamamen doldururdu. 200 x 200 x 0.5 = 20 kilobaytı hop diye diske yazabiliyorduk o günlerde.

Bu ekranda gösterildiği hali ile diskte saklanan görüntü dosyalarının ismi ilerde, özellikle Windows 3 ile BMP, yani bit map diye anılır olmuştu.

Okulu bitirdim, evlendim, bir işim bile vardı. Finansal Analist olmuştum. İşte tam o aralar, JPEG diye bir takım görüntü dosyaları türedi.

Ekrandaki çözünürlükleri ile disk üzerindeki alanları bir birini tutmuyordu. Dosyaların boyu BMP denklerine göre sadece beşte biri, ya da altıda biri kadarlardı.

Zamanla anladık ki, JPEG formatı, BMP içeriğini alıp, sıkıştırıyormuş.

Bu sıkıştırma elmalı pasta yapıp, arkadaşınıza götürmek yerine pastanın tarifini götürmeye benziyor. Bir kağıt parçası taşımak, pastanın kendisini taşımaktan daha kolay ve az yer istiyor ama gittiğinizde arkadaşınızın çalışmasına, yani o tarife bakıp, pastayı hazırlamak zorunda kalmasına neden oluyor.

Kısaca BMP dosyaları, diskten alınıp cart diye grafik kartına gönderilebilirken, JPEG dosyalarının önce bir açılma sürecinden geçmeleri gerekiyor. Az yer kaplamanın karşılığında ödediğimiz bir bedel bu işte.

Neyse, ben sonrasında analistlikten şefliğe, şeflikten müdürlüğe terfi ettim. Üç ülke değiştirdim, boşandım, yeniden evlendim. On sene sonra bir çocuğum oldu. O çocuk iki buçuk yaşına geldi. İş değiştirdim, emekli olmama az kaldı.

Ama bu anasını sattığımın JPEG'i hala bizle...

Aynı Melih gibi. Gitmiyor abicim.

25 sene öncesinin zayıf bilgisayarlarını düşünerek hazırlanmış bu sıkıştırma usulü hala son sürat, Internet, Photoshop, kameralar, cep telefonları, vs, her yerde! Şu anki cebimdeki telefon, o zamanın bilgisayarlarından hiç abartmadan söylüyorum, binlerce kat daha hızlı. Ama JPEG hala aynı JPEG!

Videolar boyut ve kalite olarak çok çabuk büyüdüler, o yüzden iş başa düştü ve sıkıştırma teknolojileri JPEG'in aksine hemen gelişti. Çünkü sıkıştırma etkili bir şekilde yapılmazsa bilgisayarların hard diskleri bir film bile saklandığında tamamen doluyordu.

AVI ile başlayan video formatları MPEG2, Divx, H.264 gibi sıkıştırma derecesini her adımda artıran yeni türevleriyle günümüze kadar geldi.

Çok severim bu sıkıştırma işini. Amatör bir merakla bayağı da öğrenmiştim içini dışını, o yüzden bıraksanız sayfalarca anlatırım size. Ama konuyu dağıtmadan ana hatlarıyla bu sıkıştırma işi nasıl yapılıyor bakalım.

Elinize bir resim alıp dikkatlice bakın.

Resmi oluşturan milyonlarca noktanın hepsi birbirinden farklı mı?

Tabi ki hayır. Resimde bir masa varsa bu masanın görüntüsünü oluşturan noktaların bir çoğu aynı yada birbirine çok benzerler. Aynı ya da akın renkler, aynı ya da yakın parlaklıklar.

İşte başta JPEG, bir çok sıkıştırma yöntemi her nokta için ayrı ayrı RGB değerlerini saklamak yerine, arka arkaya birbirinin aynı noktaları gördüğünde ilkini yazıp, sonrasında da bu noktanın aynısından bilmem kaç tane daha var der.

Ciddi bir saklama alanı tasarrufu sağlar bu yöntem. Bir noktanın 100 kez arka arkaya kendini tekrarladığını varsayalım. Hiç de abartılı bir varsayım değildir bu. Bazen bir nokta kendisini binlerce kez tekrar eder, bulutsuz bir gökyüzü gibi örneğin.

Neyse. Kendini 100 kez tekrar eden bir noktayı saklamak için 3 x 100 = 300 bayt kullanmamız gerekir. JPEG ise ilk noktayı yazar, yani 3 bayt ve 100 kere tekrarladığı için 100 sayısını yazar. Bu 100 sayısı normalde bir bayta sığar ama hadi iki bayt diyelim. Bir iki bayt da bu 100'ün aslında tekrar sayısı, yani resim bilgisi olmadığını belirlemek için kullanılmış olsun, al takke ver külah 300 baytlık bilgi, 7 bayta sığmış olur.

Bazı durumlarda insan gözü iki nokta biraz farklı olsa da aradaki farkı görememe ya da ciddiye almama eğilimindedir. JPEG böyle noktaları da aynı sayar ve sıkıştırma daha etkin hale gelir. Ancak sıkıştırıp, açılan dosya artık orijinalinden farklı bir haldedir. Bu da çoğunlukla önemsiz, abartıldığında ise önemli bir kalite kayıbıma yol açar. Bu yüzden JPEG kayıplı (lossy) bir sıkıştırma yöntemi diye anılır.

Aslında arka arkaya çekilmiş sabit görüntülerden oluşan videoları da JPEG gibi sıkıştırabiliriz. Ama bir videoda o kadar çok resim vardır ki - en az saniyede 25 civarı, her fotoyu diğerleri yokmuş gibi baştan başlayıp sıkıştırsak da ortaya çıkan sıkıştırılmış dosya hala çok büyüktür, akla ziyan boyutlardadır.

İşin aslı videoyu böyle sıkıştıran bir codec (yöntem) var. Adı Motion Jpeg. Bir-iki saniyelik videolar için belki kabul edilebilir ama uzun videolar için facia bir codec'tir. İşte Canon'da bir salak - bu kelimeyi hakaret amaçlı değil, gerçek anlamı ile kullanıyorum, bir kaç bin dolarlık en yeni kameralarından biri olan 5D Mark IV da, 4K videoyu bu yöntemle sıkıştırıyor.

Insanlar videoyu karttan diske taşımak için yarım saat falan bekliyorlar. Editlemesi falan imkansıza yakın, saçma derecede yavaş hızlarda ilerliyor. Herkesin laptop'ları dev boyutlardaki videolar yüzünden doldu. Yani bir nefret yayıldı Canon'a karşı, bu aptalca yöntemi kullandıkları için.

Daha etkili bir sıkıştırma yöntemi ayrı ayrı resimleri değil, resimleri birbirleri ile karşılaştırarak sıkıştırmak.

Saniyede en az 25 kare çekilmiş bir videoda iki kare arasında, yani saniyenin 25'te birinde çok az şey değişir. Atıyorum, jönümüz içkisinden bir yudum alıyorsa, iki kare arasında sadece kolu bir iki milim ilerlemiştir. Bütün yudumlama sahnesi iki saniye sürsün, elli kareyi ayrı ayrı sıkıştırmaktansa, bir kareyi tam olarak sıkıştırıp, sonraki kareleri, ilk karenin görüntülerini kullanarak oluşturabiliriz.

Bu tam olarak sakladığımız karelere Key Frame ya da I-Frame derler. I-Frame'leri kullanarak oluşturduğumuz karelere de P-Frame derler. Bazen kullanacağımız I-Frame geçmişte değil, gelecekte de olabilir. Hem önce, hem sonraki I-Frameleri kullanılarak oluşturulabilen bu esnek karelere de B-Frame derler.

Şöyle bir toparlarsak bir video karesi sıkıştırılırken kendi içinde kare biçiminde parçalara ayrılır, bu parçalar başka karelerde aranır ve eğer bulunursa, görüntü değerleri yerine bulundukları diğer karedeki yerine bir referans şeklinde kodlanır.

Tipik bir parça 16x16 piksel boyunda olsun. Bu parça için her piksele üç bayttan 768 bayt saklama alanı gerekir. Eğer bu parçanın aynısı, ya da çok yakını başka bir karede bulunmuşsa yine atıyorum, 768 yerine 8 baytlık bir kodlama yetecektir.

Yazının başındaki sorumuza dönersek, işte bu sıkıştırma yöntemi sayesinde benim kıytırık 64 cigabayt iPhone X'im bir dakikalık 4K video ile dolmuyor.

Yukarda anlattıklarımı n'olur kelimesi kelimesine almayın. Anlaşılır olsun diye o kadar çok sadeleştirme yaptım ki, söylediklerim eksik ile yanlış arasında gidip geliyorlar. Eğer bu sıkıştırma işlerine ilginiz varsa bir şişe şarap alıp, gelin bana. Saatlerce anlatırım hiç sıkılmadan.

Bu yazdıklarımın iPhone X ile ne ilgisi var diye sorarsanız...

iPhone X, ya da daha doğru bir deyişle iOS 11, 25 yıl sonra JPEG'e bir alternatif getirdi, çok şükür!

Bu yeni sistemin ismi HEIF. High Efficiency Image Format kelimelerinin baş harfleri. Bazen Image ile Format kerimelerinin arasına bir de File sokuyorlar.

JPEG den üç kat daha etkin sıkıştırıyor, JPEG'in 24 bitlik renk derinlik sınırını çöpe atıp 30 bit, yani 2 üzeri 30, yani bir milyar renk seçeceği sunuyor. Bu aşamada çüş deyip oturuyoruz hep beraber.

Benzeri biçimde videolar da HEVC, yani High Efficiency Video Coding dedikleri bir sistemle sıkıştırılıyor. Bu sistem bir önceki MPEG-4 ya da H.264'e göre iki kat daha iyi sıkıştırıyor.

Hattızatında hem HEIF, hem de HEVC, H.265 isimli sistemin parçaları.

Yeni bir sistem her zaman yeni sorunları beraberinde getirir. HEIF ile gelen en ciddi sorun da HEIF'in nasıl telaffuz edileceği 😛

Bu sıkıştırma sistemlerini isimlendiren sadist bir merci var bence. Böyle ucubik isimler bulup insanları kavga ettiriyorlar.

JPEG uzun süre bizim memlekette "Jii-peg" diye telaffuz edildi. Tahmin edeceğiniz üzere bunlar hep cigabaytçıların babalarının işi. Doğrusu "ceypeg", vesiyle ile yazmış olalım.

GIF diye başka bir popüler format bulunur. Bizde Avanak Avni gibi "gıf" derler, halbuki İngilizcedeki I harfinin i harfinin büyük yazılışı olduğunu bilselerdi "gif" diyecekler, ve en azından yüzde elli doğrusunu tutturacaklardı.

GIF Graphics Interchange Format'ın baş harfleridir.

İşin acı tarafı, kendisi de çalıntı bir dil olan İngilizce'de G harfinin okunuşu için kesin bir kural bulunmaz.

İçinde G'nin geçtiği sözcük Yunancadan çalınmışsa "g", Latinceden çalınıp, e, i gibi harflerden önce yazılmışsa "c" gibi okunur, ama yüzlerce istisnası ile...

Böylece dünyada GIF'ı görenlerin kimi "gif", kimi "cif" diye okur. Cif biraz daha dilin fonetiğine yakın, ama gif de g'nin kaynağı olan Graphics'n telaffuzuna bakınca daha doğru gibi görünüyor?. Bu arada Graphics Gırafiks diye okunuyor, Cırafiks değil (cigabaytçılar nasıl korkuttuysa gözümü).

Bu HEIF de çıktı çıkalı, “Hayf”, “Heyf”, “Eyf” başta, bir dolu varyasyonunu duydum. Bu codec’i yazan adamlar “Hiif” diye söylüyor. Doğrusu bu dersek yanılmış olmayız herhalde.

Resimlerin üç, video'ların iki kat küçüleceği bu yeni sistemi bayağı merak etmiştim. İlk iş bir iki fotoğraf çekip, bilgisayara aktardım. Boylarına bir baktım, hiç de öyle küçük durmuyorlar. Bir de dosya isimlerine baktım, hepsi JPEG!

Lan ben bir setting'le mi oynadım? Yanlış bir şey mi yaptım! Nerede benim "Hayk" dosyalarım (HEIF formatımdaki dosyalar HEIC dosya tipi ile saklanıyor. Sonundaki C, Container'ın baş harfi)?


İki saat gugıllayıp çözdüm olayı.

Bu HEIF formatı şu sıralar sadece Apple tarafından destekleniyor. Örneğin web sitenize koyduğunuz bir HEIC dosyasını tarayıcılar henüz gösteremiyor, Facebook'a, Instagram'a post edemiyorsunuz, Photoshop ya da Lightroom'la açamıyorsunuz (ancak Photoshop Touch ve Lightroom Mobile - ya da bugün Adobe onları hangi isim ile çağırıyorsa artık, bu dosyalarla çalışabiliyor).

Böylece hep beraber bu yeni format tamamen desteklenene kadar bir geçiş dönemi yaşamamız gerekiyor.

Apple bu işi çok elegant bir biçimde çözmüş. Apple ekosisteminde kaldığınız sürece bu HEIF formatının az yer kaplama, yüksek renk derinliği fakan gibi nimetlerinden faydalanıyorsunuz. Ancak Apple sisteminin dışına çıktığınız an sistem hemen bu dosyaları cart diye JPEG'e çeviriyor.

HEIC dosyalarını görmek istiyorsanız, USB ile bilgisayara bağlanın, Photos aplikasyonu ile fotoları import edin. Last Import modunda bütün resimleri seçip, Export Original File seçeneği ile bir folder'a resimleri bu yeni format ile saklayabilirsiniz.

Tabi burada asıl soru, HEIF ve HEVC gerçekten söylendiği kadar etkin bir sıkıştırma yapabiliyor mu?

Ben sadece resimleri karşılaştırdım. Bire bir JPEG dosyaların üçte biri kadar küçük dosyaları gözümle gördüm.

Peki bu küçük dosyaların JPEG denklerine göre bir kalite kaybı var mı?

Apple yok diyor.

Ben bir iki resmi iki formatta da çekip, piksel peeping yaptım. Çok derine inerseniz iki resim arasında çok az bir görüntü farkı var, ancak hangisi daha kaliteli, en azından ben söyleyemedim.

Web üzerinde üç beş Çinli piksel piksel karşılaştırınca JPEG çok az biraz daha kaliteli diye video koymuşlar. Açıkçası ben aynı sonucu teyit edemiyorum. Apple'ın bizi kandırıp, üç beş uyanık Çinlinin de bunu bulması pek gerçekçi gelmiyor bana.

Kim bilir, biraz zaman geçsin bakalım.

iPhone X'in kamerası 10 bit per channel çekebiliyor. HEIF de JPEG'in aksine 10 bit per channel saklayabiliyor. Apple eğer 10 bit saklayabilecekken 8 bit'e cripple etmemişse HEIF'in JPEG'den daha bile kaliteli olması gerekir.

HEIF'nin yada HEIC'nin başka bir güzelliği bir container olması. Yani içine birden fazla farklı şeyler koyabiliyor olmanız.

Örneğin portre modundaki derinlik haritası da ayrı bir dosyaya gerek kalmadan HEIC içinde saklanıyor, hem de sıkıştırılmış olarak.

HEIC'in Apple'ı mutlu eden başka bir uygulama alanı Live Photo denilen resimlerin de tek bir dosyada toplanabilmesi.

Bu Live Photo özelliği, bende nefret ve şiddet duyguları oluşturan, bir iPhone ya da iPad alır almaz kapadığım bir özellik. Ne hangi an fotoğraf çektiğinizi bilirsiniz, ne şimdiye kadar temiz çıkan bir örneğini gördüm. 🐝Mezzy🐝 'nin gülüşünü yakalarım eğer ve cırt, çekerim resmi. Live açıksa ya kızım kafasını çevirirken çıkar, ya kolunu kaldırırken.

Eyy Apple!

Hareketli bir şey istesem video çekerim. Sabit istediğimde de çektiğim anı görmek. Kaldırın şu saçmalığı kurban olayım. Kapasam da birinin burnu, kolu, parmağı çarpıyor, istemeden yeniden aktif oluyor.

Yazımızı sonlandırmadan bir beyanım daha olacak.

Dikkat ettiyseniz bu yeni sıkıştırma yöntemlerinin telefonunuzun kapasitesinin düşünerek size rahatlatabileceği konusuna hiç değinmedim.

Çünkü daha az yer kaplayan dosyaların telefonda yer sorununu çözeceğini düşünmüyorum.

İki olasılık vardır sevgili arkadaşlar.

Ya düzenli olarak resimlerinizi, videolarınızı bilgisayara aktarıp, telefonunuzun belleğini rahatlatan birisinizdir, ya da her şeyi telefonda bırakıp, bellek dolana kadar hiç bir şeyi silmeyen biri.

İlk guruptakiler zaten sıkıştırma formatı ne olursa olsun bellek sorunu çekmezler. İkinci guruptakiler de sıkıştırma formatı ne olursa olsun her daim bellek sıkıntısı çekerler. HEIF, HEVC ikinci guruptakilere belki bir kaç ay daha rahat etme imkanı sunar, o kadar.

Yeni sıkıştırma formatımız işte böyle.

Bir sonraki yazımızda toparlayıp, otuz iki kısım tekmili birden sagamızı bitireceğiz.

Sevgi ile kalın.

11 Ocak 2018 Perşembe

"Sınop" Adam

Bir kiracımız vardı. İstanbul'da bir sitede. Bir ay kira yatırmadı, ben de hadi sıkıştırmayayım dedim, ses çıkarmadım. Bir sonraki ay da yatırmadı. Buna bir mail attım, cevap yok. Site yönetimi ile falan temasa geçtik, sonra anladık ki adam evi boşaltıp, gitmiş. Haber de vermemiş. Ne yapalım dedim, allahından bulsun. Apar topar kiracı aramaya başladık ve sonunda birilerini bulduk ama daire de üç ay falan boş kaldı.

Olur böyle şeyler. Hayat mükemmel değil.

Aradan bir sene falan geçti, site yönetimi abimi aramış. Sağolsun abim hep bizim kahrımızı çekiyor böyle. Demişler ki, sizin eski kiracının 700 lira aidat borcu çıktı. Abim de biliyor bizim kiracının çıkarken bütün borcunu kapadığını. O yüzden yönetimdeki kıza siz bu adam çıkmadan bütün borcunu ödedi dediğini hatırlatmış. Kız da bizim hatamız, başka bir dairenin yaptığı ödemeyi sizin daireye yazmışız, yeni farkettik ve düzelttik, kiracınız bu düzetmeden sonra borçlu görünüyor demiş.

Olur böyle şeyler. Hayat mükemmel değil.

Durumu anladınız umarım. Başkasının ödemesi bize yapılınca bakiye azalmış, bu da sistemde görünen bakiyeyi ödeyip, vınlamış. 700 lira gibi bir miktarın eksik olduğunu farketmemesi mümkün değil tabi. Ama burası Türkiye işte. Ya tutarsa demiş, bir sene sonra da birisi bulmuş.

Açtım telefonu buna.

"Ahmet bey, ben eski ev sahibiniz Bülent."

"Oooo, Bülent bey, nasılsınız?"

"İyiyiz, siz nasılsınız?"

"İyi diyelim, iyi olalım."

"Abimi aramışlar site yönetiminden."

Adam bir nefes aldı ve başladı.

"Bülent bey, bu adamlar şerefsiz. Ben bunlara borcum ne kadar dedim, onlar da şu kadar dedi. Hepsini ödedim, hala borcun var diyorlar."

"Ahmet bey, bir yanlışlık olmuş anladığım kadarıyla."

"Ne yanlışlığı, çete bunlar!"

"Yanı böyle bir borç yok mu?"

"Bana borcun yok dediler."

"Ben onu sormadım. Adamlar hata yaptık diyorlar."

"Bana ne, hatayı yapandan alsınlar."

"Ahmet bey, sen ayda ne kadar aidat ödeyeceğini biliyor musun?"

"Biliyorum."

"Bunların ne kadarını ödedin?"

"Bana borcun sıfır dediler."

"Ahmet bey, adamlar hata yaptık diyor. Sen ne ödediğini bilmiyor musun?"

"Bana borcun yok dediler."

"Bak site yönetimi gelsin, tahakkuklarla ödemeleri karşılaştıralım demiş. Al kağıtlarını git, ne ödediğini ne kaldığını beraber hesaplayın."

"Gitmem. Orada bir kız var, çok kaba. Bana hakaret ediyor."

Nasıl şaşırdım. Ben olsam tekmeyle atardım dışarı ama kız yine sabırlıymış...

"Peki ne yapalım Ahmet Bey?"

"Senin abin çok güzel bir insan. "

"Güzeldir tabi. Abim o benim."

"Benden büyükmüş, yoksa çok iyi arkadaş olurduk onla."

"Ahmet bey, nasıl çözeceğiz bu işi?"

"Bülent bey, bunlar ahlaksız."

"Niye ahlaksız diyorsun adamlara?"

"Bana borcun var diyorlar."

Doğruyu bulup, parayı gerçek borçludan almaya çalışıyorlar diye ahlaksız diyor adamlara eşşoğlueşek.

"Peki bu borç senin mi?"

"Sen ne iş yaparsın bilmiyorum, ben ticaretle uğraşırım, anlarım para işlerinden. Adam bana borcun yok dedi."

20 sene bir Fortune 100 şirketinde finans yaptım, ama boynumuz kıldan ince. Baba anlıyor para işlerinden böyle.

"Ben adam ne dedi, onu sormuyorum. Bütün aidatlarını ödedin mi?"

"Bülent bey, benim bir oğlum var. Aslında dairede o kalıyordu ama onu mali olarak ben destekliyordum."

"?"

"Onu hala destekliyorum. Her baba oğlunu destekler. Senin çocuğun var mı?"

"Ahmet bey, bu borç senin mi, değil mi?"

"Bak bu parayı benden alamazlarsa sana gelecekler!"

Tehdit ediyor şerefsiz.

"Bana geldikleri zaman öderim. Sonra ben kimin peşine düşerim sence?"

"Bülent bey sen doğru konuşmuyorsun bak."

"Bak kardeşim, sana tavsiyem git öde bu parayı, yoksa icra, avukat, mahkeme, canını acıtırlar."

"Biz öyle öksüz değiliz, bizim de avukatımız var."

"Ne diyosun sen Ahmet bey?"

"Bülent bey, sen abin gibi değilmişsin. Abin çok iyi biri, seni beğenmedim."

Beğenmemiş (!) Demek kızını vermeyecek...

"Ahmet bey git öde borcunu."

"Sen ne 'sınop' adammışın yaaa"

"Siktir git eşşoğlueşek"

Dedim, kapattım telefonu. Ağzımı bozdum, kusuruma bakmayın.

Bu adam gitmiş, önce emlakçınız benim paramın üstüne yattı, ondan alın bu parayı diye rezillik çıkarmış. Bahsettiği emlakçıyı atmışlarmış işten. Gidip adamı bulmuşlar. Bak Ahmet bey benim paramın üstüne yattı diyor, nasıl oldu bu iş diye sormuşlar. Emlakçı da o para hizmet bedeli. Makbuzu da burada diye göstermiş. Yani emlakçının komisyonu. Ahmete sormuşlar, haa öylemiymiş demiş.

Birisi anlatsa yalan söylüyor, olmaz bu kadarı derim...

10 Ocak 2018 Çarşamba

iPhone X - Video

iPhone X'in video özelliklerine bakacağımız bu yazıyı üç kere falan yazıp, sildim ve baştan başladım. Bir dolu teknik zırvayı anlaşılır bir hale getirip, sizle paylaşmaya çalıştım ama her defasında hüzünle teknik detaylarda kaybolduğumu farkettim.

Bir daha deneyelim...

Sevgili arkadaşlar, iPhone X'in fotoğrafik özelliklerini DSLR isimli ihtisas kameralarıyla karşılaştırırken, biraz mahçup, biraz DSLR'ları neredeyse yakaladı gibi temennivari konuşuyorduk, hatırlarsınız.

Bu günkü konumuz video, ve iş videoya geldiğinde iPhone X, bütün DSLR'ları önce sabunlu suya batırır, sonra da yerleri onlarla bir güzel paspas yapar.

Canon'ın falan sadece video çekmek için tasarlanmış, ihtisas kameralarını ayırırsak, 7-8 bin dolarlık DSLR sistemleri bile ağızları açık, iPhone X'e bakıp utanırlar.

Sony ve Panasonic markalı bir kaç mirrorless yani aynasız kamera ise iPhone X'e yaklaşabiliyorlar, o kadar.

iPhone X, işte, 4K videoyu 60 fps'de, 1080p SM videoyu 240 fps'de çekiyor falan demeden önce bu teknolojik laf kalabalığı ne demek, neye yarar, sizin hayatınızı nasıl değiştirir, biraz ona bakalım.

Video, aslında arka arkaya sıralanmış sabit görüntülerin, yani resimlerin, hızlı bir biçimde gösterilmesiyle bize kesintisiz, devamlı bir hareket hissini verir.

Bu resimlerin de bir boyu, bir de yüksekliği bulunur. Boy ve yükseklik ise nokta cinsinden ifade edilir. Bu noktaların da bilimsel bir ismi var, piksel, ya da kısaca px.

Piksel cinsinden bu çözünürlük, ard arda farklı olarak gösterilebilecek en küçük detayın oranını verir, yoksa fiziksel anlamda ölçülebilen bir uzunluk değildir. 400 piksel uzunluğumda, 400 piksel yüksekliğinde çözünürlüğü olan bir videoyu fiziksel olarak 20 cm x 20 cm ya da 20 m x 20 m boyutlarındaki bir ekranda oynatabiliriz, ancak bu boyutun en küçük 400’de birinde, örneğin farklı bir renk gösterebiliriz.

Burada çok fazla ilme gerek yok sevgili arkadaşlar. Çözünürlük ne kadar yüksek olursa, kalite de o kadar artar.

Bir-iki örneğe bakarak ne kadar çözünürlük yeterlidir, anlamaya çalışalım.

Eski siyah-beyaz televizyonunuzun çözünürlüğü aşağı yukarı 400 x 400 pikseldi.

ABD’deki NTSC sistemindeki renkli televizyonlar 720 x 486 piksel, Avrupadaki PAL sistem, renkli televizyonlar ise 720 x 576 piksel çözğnürlüğündeydiler.

İlk çıkan HD televizyonlar 1280 x 720, full HD televizyonlar ise 1920 x 1080 piksel çözünürlüklere sahipti.

35 mm’lik sıradan bir sinema filminin pratik çözünürlüğü İse 2000 x 1100, bir IMAX filminin ise 4000 x 2200 pikseldir. Teoride her iki filmin negatiflerinin çözünürlükleri aşağı yukarı yukardaki değerlerin iki katı olsa da, çekimden, basıma kadarki süreçte bu değerler yarı yarıya düşer.

iPhone X'in arka kamerası 3840 x 2160 piksel, yani 4K dedikleri çözünürlükte video çekiyor. Bu çözünürlük bir IMAX filmi kadar.

Kısacası, bundan ötesi yok. iPhone X çözünürlüğün son noktasını sunuyor video olarak. Eğer 4K gösterebilen bir TV ya da bilgisayar ekranınız varsa, sivil amaçla kullanılan en yüksek çözünürlüklerden biri ile video çekip seyredebilirsiniz.

Tabi ki arka kamerayla HD 1280 x 720 ya da full HD 1920 x 1080 piksel çözünürlükte video çekmeniz mümkün. İşin doğrusu, ben 4K yerine büyük çoğunlukla full HD 1080p modunda video kayıt ediyorum.

iPhone X'in ön kamerası ise en çok 1920 x 1080 piksel çözünürlüğünde. Ayy, kötüymüş falan demeyin. Altı üstü DVD'lerden %50 daha kaliteli işte...

Çözünürlük, video kalitesinin sadece bir unsurudur sevgili arkadaşlar. Önemli diğer bir kalite parametresi ise videonun "hızı" dır.

Dedik ya, video tanımı gereği, sabit görüntülerin arka arkaya gösterilerek insan gözü ve beynine bir devamlılık ve hareket hissini vermesidir.

Ne kadar fazla sayıda sabit görüntü, ne kadar hızlı olarak arka arkaya gösterilirse, hareket hissi o kadar yumuşak, o kadar akıcı, o kadar kesintisiz olur.

Peki ne kadar hız yeteri kadar yumuşak, akıcı ve kesintisiz bir hareket hissi verir?

Normal bir sinemaya gittiğinizde, filmin akıcılığından bir şikayetiniz olmuyorsa, saniyede 24 sabit görüntü gibi bir hız sizi mutlu ediyor demektir.

Gelin şunun adını da koyalım ki, her defasında saniyede bilmem kaç sabit görüntü diye uzun uzun yazmayalım. Saniyede art arda gösterilen görüntü sayısına Frames Per Second, kısaca fps derler.

İşin aslı, özellikle benim yaşıtlarım bu 24 fps civarı hızlarla uzun süre sorunsuz yaşadık. Filmler 24 fps, Avrupadaki TV'ler 25 fps, Amarika ve Caponyadaki TV'ler ise 30 fps hızlarındaydılar. İlk kuşak bilgisayar oyunları 10 fps'den daha düşük hızlarda çalışsa da hiç birimiz şikayet etmedik.

24 fps aslında hiç de fena bir hız değildir. Eğer sahneler çok hareketli değil, bir de filmi çok büyük bir ekranda da izlemiyorsanız, hareketler sizi rahatsız etmeyecek kadar akıcı ve yumuşaktırlar.

Yine tamamlamak bakımından not edelim, günümüzden IMAX gibi formatlar sinemada da 48 fps’a kadar çıkıyor.

Daha fazla fps, daha yumuşak, daha akıcı bir video sağlar. Bir de fps yükseldilikçe, isterseniz aynı videodan daha kaliteli ağır çekim izleyebilirsiniz.

Video hızı da böyle. iPhone X, arka kamerasıyla 4K formatında 60 fps video çekebiliyor. Bu akıl almaz bir hız. IMAX'tan bile ciddi biçimde hızlı. Tabi ki hala 4K formatında 30 ve 24 fps gibi dünyevi hızlarda da çekim yapabilirsiniz.

iPhone X sadece 4K için süper bir hız sunmuyor.

Yine arka kamera, Full HD 1080p formatında 240 fps gibi akıl dışı bir hız sağlıyor. Yani bu hızda çektiğiniz bir filmi on kat yavaşlatıp, hala full sinema kalitesinde izleyebilirsiniz. 1080p formatında kullanabileceğiniz diğer hızlar ise 120, 60 ve 30 fps.

Eğer dosya boylarının kısa olmasında hassassanız, 720p formatında 30 fps video da çekebilirsiniz. Ancak bu bir Porsche alıp, benzin yerine tüp taktırmaya benziyor.

Video formatlarında bazen 720p yada 1080p gibi sonlara birer p ekliyorum. Teknik detayla kafanızı şişirmek için burada anlatmadım (aslında anlatmıştım, sonradan sildim), "p" progressive demek, alternatifi ise "i", yani interlaced. Full dijital kayıt ve gösterimde ikisinin arasında kalite farkı bulunmaz. Kayıt yapan kamera interlaced ise (kamera zaten analog demektir), progressive kayıta göre her zaman daha kötüdür.

Bu arkaik kavramlar taa ikinci dünya savaşından kalma, pirizlerdeki akımın hangi hızla alternate ettiğine bağlı farklılık gösteren kayıt yöntemleridir. Dijital dünyada hiç bir işleri olmaması gerekir ama hala blu-ray disklerde bile p ve i'nin yanında PAL, NTSC falan gibi yine dedemin zamanından kalma diğer televizyon sistem adları yanında görebilirsiniz. Duvardaki her ülkede farklı pirizlerden sonra, elektronik tarihinin en hazin ikinci öyküsüdür. Bir gün anlatırım size...

Video kayıt esnasında iPhone X, her iki lensteki Optik Görüntü Sabitleme sistemini kullanır. Video kaydederken bu sabitlemenin önemini daha fazla nasıl üzerine basarak söyleyebilirim, bilmiyorum. Optik görüntü sabitleme sistemi videolarınızı amatör, çocukça bir havadan çıkarır, profesyonel bir kaliteye sokar.

iPhone X bununla da kalmaz, Sinematik Görüntü Sabitleme isimli başka bir sistemi de video kayıt esnasında kullanıma sunar. 1080p ve 720p gibi göreceli olarak sensör boyundan küçük formlarda çekim yaparken kamerayı salladığınızda sensörün kullanılmayan bölgelerindeki pikselleri kullanarak sallanma etkisini kompanse eder. Dijital bir yöntem olsa da, kalite kayıpsız sabit bir görüntü elde etmemize yardım eder. Sinematik Görüntü Sabitleme de çok çok işe yarayan bir özelliktir. Ne yazık ki 4K video çekerken işe yaramaz.

4K video çekerken aynı zamanda video kaydını aksatmadan 8 "mecapiksel" resimler çekebilirsiniz. Bu da benim yüzümü güldüren bir özellik, çünkü bir çok kez resim mi video mu çeksem diye tereddüt yaşarım. Bu özellik sayesinde her ikisini de yapma olanağı var.

iPhone X, video çekerken odaklanma konusunda da beklentilerimin üzerinde bir performans gösterdi.

Canon kameraların yenilerinde Dual Pixel isimli bir odaklama sistemi bulunur. Bu sistem özellikle video çekerken odaklanan bölge değiştiğinde tereyağ gibi, yavaş yavaş, zart-zurt ileri-geri gitmeden yeni noktaya odaklanır. Şimdiye kadar bundan iyisini kullanmadım. iPhone X bana sorarsanız hala Canon'ın dual pikseli kadar yumuşak olmasa da çok yakın diyebileceğim yumuşaklıkta ve hassaslıkta yapabiliyor bu odaklanma işini.

Kare içerisinde otomatik olarak en yakın yüze, yoksa en yakın nesneye odaklanıyor. Tabi ki ekrana dokunarak otomatik olarak odaklananılmış olan bölgeyi değiştirmek mümkün.

Kayıt esnasında parmaklarınız ile zoom yapabiliyorsunuz. 1x ve 2x lensleri arasında geçiş yaparken kalite kaybı yok, ama kayıt esnasında büyüklük birden cart diye iki katına çıkınca (ya da yarısına düşünce), video çok da hoş durmuyor.

Geri kalan dijital zoom noktalarının en azından bazılarının kalite kaybı olmadan değişebilmesini beklerdim, çünkü özellikle 1080p ve altı modlarda sensörde kullanılmayan çok piksel var. Ancak görünüşe göre Apple bu pikselleri zoom yerine Sinematik Görüntü Sabitleme sistemi için kullanmayı tercih etmiş. Bu son söylediklerim tamamen benim tahmin ve gözlemlerim. Eğer video çekimi esnasında belli bir noktaya kadar kalite kayıpsız zoom yapıldığını okursanız söyleyin, ben de düzelteyim.

iPhone X ile HDR video çekebilirsiniz. Işık ve gölgelerin kaybettiği detaylar HDR videoda bir ölçüye kadar geri gelir.

Gelelim videonun ses kısmına.

Size komik gelebilir ama bir çok video kaydı görüntü değil, sesini kalitesinin düşüklüğünden dolayı çöpe atılır.

Bir kere özellikle açık mekanlarda rüzgardan kaynaklı "hisssss" sesi, videografların bir numaralı baş belasıdır. Kapalı alanlardaki özellikle insan kalabalıklarının hoooo şeklindeki gürültüsü de bununla yarışır tabi.

İkinci yaygın problem uzaktakilerin seslerinin az, yakındakilerin seslerinin çok gelmesidir.

Bir kaç kişinin bulunduğu çekimlerde muhakkak bir müptezel bir kalemi ya da kolyesini, bileziğini çıt, çıt diye masaya vurmaya başlar. Bazıları da ayaklarını yere yada masaya vurarak bu davul resitaline katılırlar. Bu sesler videoyu o kadar itici yapar ki TV'de falan bazen açıkça uyarırlar bu sinirli arkadaşları.

Bu sebeple istenmeyen sesleri filtre edebilmek ve uzaklıktan kaynaklanan seviye farklarını eşitlemek video kalitesi bakımından çok ama çok önemlidir.

Apple bu problemlerin bir çoğunu yazılımla halletmiş.

Örneğin gürültü.

İşin aslı bu gürültü problemi video çekiminden ziyade telefonla konuşmanın bir sorunudur. Açık havada, rüzgarda ya da kalabalık bir ortamda telefonla konuşurken karşıdakinin sizi duyabilmesi iyi bir şeydir, ki zaten Apple da bunu uzun bir süredir çözmüş durumdadır.

Apple telefonun arkasına ikinci bir mikrofon koymuş. Bu mikrofon telefonla konuşanı değil, ortamı dinler. Asıl mikrofon da hem konuşanı, hem de ister istemez ortamı dinlediğinden her ikisini de duyar. iPhone da işte bu hem konuşanın, hem de ortamın duyulduğu mikrofondan, sadece ortamı, yani gürültüyü dinleyen arkadaki mikrofonun duyduğu sesleri dijital olarak "çıkarınca" ortada sadece konuşan kişinin sesi kalır.

Sadece bu özellik bile istenmeyen gürültünün yüzde doksanını engeller.

Ancak isterseniz yüz dolara bir harici mikrofon alıp, iPhone X'e takabilirsiniz. Neredeyse profesyonel seviyede bir ses elde edebilir, kayıt esnasında seviyeleri kontrol edebilirsiniz. Ses bu kadar önemliyse harici bir ses kaydı yapıp, post processing esnasında videoya da bindirebilirsiniz tabi. Ancak n'olur abartmayalım. Hayatınızı video çekerek kazanıyorsanız, bu işi zaten bir cep telefonu ile yapmıyor olmanız gerekir.

Yine tamamlamak bakımımdan söylemiş olalım, palyaço burnu, Noel baba sakalı gibi "hayati önemde" video filtreleri de mevcut.

Videolar H.265 (HEVC) ve H.264 (MPEG-4 diyorum kısaca, n'olur uğraştırmayın) yöntemleriyle sıkıştırılıp saklanır. H.265'in derinliklerine bir sonraki yazıda gireceğiz ama şimdilik mükemmel bir format olduğunu ve video bilgisini çok verimli bir biçimde sıkıştırabildiğini söylemiş olalım.

Lafı çok uzatmayalım. iPhone X"ü'in videosunu live streaming, gün, gece, bol ışıklı, az ışıklı, hızlı, yavaş her formda kullandım.

Video bakımından iPhone X bir teknoloji mucizesi. Herkese tavsiye ediyorum.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere...

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...