25 Mayıs 2025 Pazar

Frankfurt

Frankfurt, Almanya’da belki de en sık geldiğim şehrdir sevgili arkadaşlar, ancak bugüne kadar sadece bir kez, o da otuz sene önce gezebildim. Bunun nedeni, Frankfurt’a genelde gelişlerimin nedeni, buradan final destinasyonuma aktarma yapmaktı.

Frankfurt'tayız
Frankfurt havaalanı, dünyanın en aktif havaalanlarından biri ve Luftwaffe’nin (Lufthansa’ya, birçokları gibi espiri olsun diye Alman Hava Kuvvetleri anlamında Luftwaffe deriz) merkez hub’ıdır. Devasa bir havaalanıdır. Bazen yakınlarında arabayla otoyoldan giderken altından geçtiğiniz bir köprünün üzerinde bir B-747 Jumbo, hır hır, bir terminalden, diğerine tepenizden taksi yapar.

Kaç kez ABD’ye, Güney Amerika’ya, Asya’ya uçtuk buradan sevgili karımla…

Şehir merkezine gidiyorduk. Yine hangi trene binelim sorunsalıyla karşı karşıya kalmıştık. Google bize hangi trene bineceğimizi söylese de, hangi yöne gideceğimizi kestirememiştik. Google’ın söylediği yön geçen trenlerin üzerinde yazmıyordu.

Askeri detaylara haiz ulaşım haritası
İlk olarak, sizlere daha önceki yazılarımda bahsettiğim, askeri detaylara haiz ulaşım haritası içinde kaybolduk. Tabii ki içinden çıkamadık.

Sonrasında trenlerin farklı renklerde gösterildiği başka bir harita bulduk. Bu ikinci haritanın tek kusuru, rayların ötesinde bir duvara asılmış olmasıydı. Yani hele gözleriniz benimkiler gibiyse, mazallah, haritayı okuyacağım diye raylara düşüp, elektrikli kızartma olabilirdiniz.

Cep telefonuyla resmini çekip, zoom yaparak haritayı okumaya çalıştık ama heyhat!

Abarttığımı düşünenler için her iki haritanın da resmini koyuyorum. Takdir sizin.

Her neyse, sonunda geleneksel Serbo-Türk yöntemiyle doğru yönü bulduk. İlk gelen trene bindik ve Google Maps’den merkeze yaklaşıyor muyuz, uzaklaşıyor muyuz diye baktık. Uzaklaştığımızı görünce doğru yönün karşı taraf olduğunu anladık. İlk istasyonda trenden inip, aksi yönde giden trene bindik ve şehir merkezine ulaştık.

Rayların karşısındaki harita.
Hauptwache’deydik. Burası aynı isimli bir barok binanın bulunduğu bir meydan. Bina gerçekten fazlasıyla göz alıcı. Meydan ise cıvıl cıvıl. Hauptwache’nin ilginç bir özelliği, etrafındaki çok yüksek olmayan binaların arka planındaki New York tarzı gökdelenler. Bunlar yüzünden Frankfurt’a, New York daki Manhattan adasına atıfla, Main-Hattan da derler. Main, Frankfurt’un üzerine kurulduğu nehrin ismi.

Paulsplatz meydanına geçip, öğlen yemeği için bir burger restoranına oturduk. Avrupa’nın bu bölümünde burger, fast-food’dan ziyade fine dining statüsünde. Bir bardak kırmızı şarapla, cheese burgerimi yedim, ancak eğer görselerdi hem İsviçre’deki arkadaşlar, “Şarapla hamburger ha”, hem de Amerika’daki arkadaşlar, “Hamburgerle şarap ha” şeklinde beni kınarlardı.

Paulsplatz
Paulsplatz, mimarisinin eski hallinin korunduğu çok güzel bir yer. Meydanın en çok göze batan yapısı ise St. Paul Kilisesi.

St. Paul Kilisesi dışardan bir kiliseye benzese de, içine girdiğimizde daha ziyade bir konser salonu hissini verdi. Salonun etrafındaki silindirik duvarın üzeri fresklerle doluydu, ama öyle çarmıha gerilmiş İsa, melekler falan değil, Hürriyet gazetesinin ilk sayfası gibi politik kişiliklerin betimlendiği freskler.

Salonun içinde dev hoparlörler, koca bir Yamaha sound mikseri, kablolar, amfiler falan vardı. Belki bir event için hazırlanmıştı ancak teknik cihazlar geçici olarak kurulmuş değil, daha ziyade binanın demirbaşları gibiydiler.

Şimdiye kadar gördüğümüz en ilginç kiliselerden biri oldu St. Paul Kilisesi.

Bir sonraki ziyaret noktamız hakkında herhalde yapılmamış espiri, söylenmemiş mizah kalmamıştır. Ancak ben yine de dayanamadım ve sevgili kızım “Nereye gidiyoruz?” diye sorduğunda “To the ‘booty’ house”, yani “Kıç evine, popo evine gidiyoruz” diye cevap verdim. İngilizce’ye hakkıyla transferi mümkün değil tabii, ama siz anlarsınız, “Göte gelmiştik”. Başka bir deyişle Almanya’nın en ünlü şairi diyebileceğimiz Johann Wolfgang von Goethe’nin evine. “Goethe”, aynen yukarda yazdığım gibi telaffuz edilir.

Goethe geldik...
Bu ev 1600’lü yıllarda yapılmış, Goethe 1749 yılında bu evde doğmuş ve 1765 yılında Leipzig’de üniversiteye başlayana kadar burada yaşamış.

Bina İkinci Dünya Savaşı esnasında dümdüz olmuş, 1947 ve 1951 yılları arasında, eski planlarına sadık kalınarak yeniden yapılmış.

Goethe’nin yazdığı ilk roman, “Werther’in Hüzünleri”, Avrupa’da hit olmuş, kitaptaki tanıma uygun, mavi ceket ve sarı pantolonlu bir “Werther Modası” oluşmuş. Werther kitapta, karşılıksız aşk yüzünden intihar eder. Avrupa’da da karşılıksız aşktan muzdarip delikanlılar, Werther Modası giyinip, yanlarında kitabın bir kopyasıyla intahar etmeye başlamışlar. Buna da “Werther Etkisi” denmiş. Werther Etkisi, günümüzün psikolojisinde geçerli bir tanım sevgili arkadaşlar.

Alman edebiyatının en ünlü eseri olan “Faust” ‘u yirmilerinde yazmaya başlamış ve seksenlerinde tamamlamış.

Goethe her gördüğü kadına aşık olan acayip romantik bir kişilikmiş. Eserlerine bu kadınlara olan tutkusunun büyük katkısı olduğuna inanılır.

Goethe sadece bir şair ve yazar değil, aynı zamanda bir bilim adamıymış. Biyoloji, astronomi gibi alanlara birçok bilimsel katkıda bulunmuş.

Gezmeyi çok severmiş. 1786 ile 1788 arasında İtalya’ya yaptığı geziyi “Yeniden doğuş” şeklinde tanımlamış. Bu gezi sonraki yapıtlarını derinden etkilemiş.

Napolyon, Goethe’yi çok severek okurmuş. Werther için de “Gerçek bir adam” demiş.

Goethe ölürken de şairliği bırakmamış. Son sözleri aydınlanmaya atıfla “Mehr Licht!” yani “Daha fazla ışık” olmuş.

Goethe’nin evini ardımızda bıraktık ve merkezdeki Römerberg meydanına ulaştık.

Römer Binası
Römerberg Meydanı, Frankfurt’un eski şehir merkezi ve bence en görülesi yeri. Savaştan sonra yine dümdüz olmasına rağmen, burası da eski haline sadık kalınarak baştan inşa edilmiş.

Meydanın en önemli binası, meydanın ismini de aldığı Römer. Römer, şehrin artık eski valiliği mi, belediye binası mı, nesi derseniz, city hall’u. Burada aynı zamanda Kutsal Roma İmparatorluğu hükümdarlarından onunun taç giyme töreni yapılmış. Merdiven şeklindeki çatılarıyla bu bina kompleksi gerçekten göze çok güzel görünüyor.

Meydanın gerisi ise “half timbered” dedikleri mimariyle yapılmış binalardan oluşuyor. Bu mimariyi Alsace’da da bol bol görebilirsiniz. Kütüklerle dikdörtgen şeklinde yapılmış panelleri başka kütüklerle çaprazlamasına keserler ve arasını kerpiç, kum, kurumuş bitkilerle falan doldururlar. Binaların duvarları bu panelleri birleştirerek yapılır. Kütükler dışardan gözüktüğü için izlemesi harika görüntüler oluştururlar.

Römerberg Meydanı
Römerberg Meydanı binaları, tam ortasındaki çeşmesi, kafe ve restoranları ile mutlaka ziyaret edilesi bir yer sevgili arkadaşlar. Yolunuz düşerse mutlaka görün.

Frankfurt’ta yapılası başka bir aktivite ise Main üzerinde bir tekne turu sevgili arkadaşlar.

Bu tekne turu Paris’te, Seine üzerindeki Bateaux-Mouche yada Budapeşte’de Tuna üzerindeki bir tur kadar görkemli değil elbette, ancak şehri başka bir perspektiften göstermesi bakımından yapılmaya değer.

Tekne size Maine üzerindeki köprüleri ve kıyıdaki önemli noktaları gösteriyor.

İlk gördüğünüz, Frankfurt’un etkileyici gökdelenleri. Frankfurt Katedrali de nehirden çok güzel görünüyor.

Frankfurt Skyline
Tekne, ECB şeklinde kısaltılan Avrupa Merkez Bankası’nın da önünden geçiyor. Cam cepheli, çok güzel bir gökdelen.

Frankfurt bir finans merkezi sevgili arkadaşlar. Deutsche Bundesbank yani Alman Merkez Bankası’da Frankfurt’ta bulunuyor. Gerçi Deutsche Mark basmayı bıraktıktan sonra karizması biraz çizildi ancak hala fonksiyonel ve etkili bir kurum.

Frankfurt, Londra ve Paris’ten sonraki en zengin üçüncü Avrupa şehri. Frankfurt Stock Exchange, hani şu DAX endeksi ile izlediğimiz menkul kıymetler borsası, Almanya’nın en büyük bankası Deutsche Bank’ın ve yine Almanya’nın en eski bankalarından biri olan Commerzbank ‘ın merkezleri hep Frankfurt’ta.

Tekne turundan sonra Frankfurt’un en çok ziyaret edilen köprüsü olan Eiserner Steg’e geldik. Burası bir yaya köprüsü. Köprü boyunca aşıkların ayrılmayalım diye astıkları kilitler görülebiliyor. Bunlar gercekten aşıklar tarafından asılmış. Biz Tiflis’te benzeri bir köprü görmüştük. Kilitlerin hepsi seri imalat birbirlerinin aynısıydı. Yani sipariş üzerine imalat aşkları. Frankfurt’taki böyle değil. Onun dışında köprü altı, gıdıkladı. Öyle bir Charles Bridge değil sizin anlayacağınız.

Bu köprü de savaşta yıkılmış ve sonradan yeniden yapılmış. Ancak yıkanlar müttefikler değil, Almanlar’ın kendileri. Çekilirken takip eden orduların işlerini zorlaştırmak için havaya uçurmuşlar.

Son olarak Frankfurt Katedrali’ni, hem de servis esnasında gördük. Bir kafede bir şeyler içip, otele döndük ve hemen uyuduk.

Ertesi sabah erkenden kalkıp, kahvaltı etmek için bir yer aramaya başladık. Günlerden Pazar’dı ve ortalık leş gibiydi. Gerçekten Kuzey Avrupa’da Cumartesi geceleri biraz fazla alkol yoğun geçiyor sevgili arkadaşlar. Neyse bir bakery bulup, birer kahve croissant falan aldık. Sonra da bir Uber ile Senckenberg Müzesine ulaştık.

Senckenberg Müzesi,
🐝Mezzy🐝 ve T-Rex
Burası bir tarih ve doğa müzesi. 🐝Mezzy🐝 deli oldu. İçeride dinozor fosillerinden mamut iskeletlerine kadar her şey var. Labaratuarlarda çocuklar mikroskoplarla hayvan kalıntılarına, fosillere, kemiklere bakabiliyorlar. Görevliler büyük bir sabırla her soruyu cevaplıyor. Birinci sınıf, harika bir müze, inanılmaz bir deneyim. Hele Stuttgasrt’taki planetarium fiyaskosundan sonra bu müze çok iyi geldi. Şapka çıkardım.

Frankfurt’taki son durağımız Alte Oper Frankfurt, yani eski opera binasıydı. Çok güzel bir bina, umarım bir gün içerisinde bir opera izleyebiliriz.

Frankfurt böyleydi sevgili arkadaşlar.

Frankfurt görmeye değer mi?

Kesinlikle evet.

Her şeyden önce Frankfurt’un bir ruhu var. Yani Frankfurt’ta olmakla Almanya’nın başka bir şehrinde olmak ciddi anlamda pozitif bir farklılık yaratıyor.

Şehrin başta merkezi, eskisine sadık kalarak yapılmış eski binaları çok cazibeli. Modern gökdelenler de aksi taraftan önemli bir güzellik katıyor.

Alte Oper Frankfurt
Frankfurt, farklı etnisitelerin kaynaştığı bir kent. Almanlar ve Türkler elbette var, ancak bunların yanında örneğin bindiğimiz iki Uber’den biri Pakistanlı, diğeri de Afgan’dı, hemde Peştun, yani Taliban. Müze’de bize yardımcı olan görevli büyük olasılıkla Afrika kökenli bir siyahi, restoranların birindeki garson kız ise Asyalı’ydı.

Yemeklere gelirsek, Grüne Soße ile başlayalım. Bu Frankfurt’a özgü, yeşil, taze bir sos. Salata ve etle güzel gidiyor. Frankfurter Würstchen (Fraknfurt Sosisi) ise hele domuz etiyle aranız varsa denemeniz gerekli bir klasik. Frankfurt’un bir de elma şarabı (Apfelwein) var ama beyaz şarap içmeyen ben “şahsım”, bu elma şarabının tadına bile bakmadım. Onun dışında Alman yemekleri, defalarca yazdığım üzere size yılın şefi ünvanını kazandıramazlar, ancak denenebilir. Yemek olarak Frankfurt’un güzelliği, dünya mutfaklarının tümünün burda bulunması.

Şehir fazlasıyla güvenli, aktif, neşeli, ancak insanlar turistlere karşı çok ilgili değil.

Kısaca gelin ve görün sevgili arkadaşlar.

Almanya gezimiz devam ediyor.

Bizi izlemeye devam edin.

Auf Wiedersehen❤️

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Mannheim

Mannheim’a ilk adımını attığında, insanın aklına Barok bir şehir planlaması değil de, sanki bir Excel tablosu geliyor. Sokak isimleri yerine...