24 Şubat 2024 Cumartesi

Kişinev

Saat sabahın 6’sı bile değil, o kör karanlıkta otobüsten inip, Bükreş’e göre biraz daha otobüs garını andıran yerde sağa sola bakınmaya başladım.

Otobüsüm Kişinev’e söylenen saatten bir buçuk saate yakın bir süre önce ulaşmıştı. Kişinev’de evi olanlar için iyi olmuştu tabii, ama benim gibi göçebeler için pek de iyi bir haber değildi bu.

Kişinev’de bir otelim vardı elbette, ancak sabahın bu saatinde bırakın beni otele götürecek bir taksi bulmayı, etrafta nereden taksi bulurum diye sorabileceğim bir kul bile yoktu.

Otobüsteyken ana cadde kılıklı bir yerden geçmiştik. Oraya doğru yürüdüm. Ana cadde ana caddeydi tabii, ama üzerinde kimse olmayınca bir çölden çok az fark gösteriyordu.

Bir McDonald’s tabelası gördüm. Bazen McDonald’s’lar 24 saat açık olabilir malumunuz. İçeride ışık da yanıyordu. Kapıya şöyle bir asıldım, kitliydi. Kapıdaki bir tabela McDonald’s Express diyerek yan tarafı işaret ediyordu. O yöne doğru yürüdüm, sipariş ekranından bir kahve söyledim, kart ile ödedim ve bir çocuk camın arasından kahvemi verdi.

Hayatım yavaş yavaş güzelleşiyordu.

Bir kahve daha söyleyip, yürüyerek insanların uyanmasını bekledim, bu arada da bir taksi bulurum diye sağa sola bakınmaya devam ettim.

Lacivert bir araba durdu. “Taxi mister?” Diye sordu. “Da” dedim, ama taksi taksiye benzemiyordu. “Taksi misin?” diye bir kez daha sordum. “Evet” dedi. Tabii ki taksi maksi değildi, ama o saatte kim takar. Atladım içeri, otelimin ismini söyledim.

Kişinev, üçüncü kahvem!
Şöyle bir iki yüz elli metre ya gittik, ya gitmedik, adam durdu, “Otel burası” dedi. Güldüm, beş euro verdim, resepsiyona geçtim.

Çok genç bir kız, dünyanın başka yerlerinde graveyard shift için hiç de uygun seçim değil bana sorarsanız, "Hoşgeldiniz" dedi. Rezervasyonumu gösterdim, “Sorun yok ama bu erken saatte size oda veremem” dedi. “Problem değil” dedim, “şurada bir yerde oturup, telefonumu şarj edebilir miyim?” diye sordum. “Tabii ki” dedi.

“Mağazalar saat kaçta açılıyor?” diye sordum, “Neye ihtiyacınız var?” diye bana kontur çekti. “SIM Card” dedim, “Biz satıyoruz, vereyim size dedi. 20GB bir SIM karta, üç-beş euro gibi saçmalık derecesinde ucuz bir miktar ödedim.

Sırt çantamı resepsiyona bırakıp, Kişinev sokaklarına attım kendimi. Güneş henüz doğmamış olsa da, mağazaların ışıkları hafif hafif yanmaya başlamıştı.


McDonald’s’dan üçüncü kahvemi aldım ve ana caddede yürümeye başladım.

Kişinev güzel bir kent
Kişinev çok küçük bir kent sevgili arkadaşlar, ancak çok cazibeli bir yer ve insanlar geçekten çok iyi, yardımsever ve arkadaş canlısı. Yani aynı dili konuşsalar da, Bükreş’e göre sanki bir boyut atlıyorsunuz.

Mağazalar açılmıştı. Saat de Sırbistan'da uyanma saatine ulaştığından kızları aradım, onlara günaydın dedim, sonra da bir McDonald’s’a oturup, bu kez ağız tadıyla, yani ceketimi çıkarıp, oturmak suretiyle bir kahve içmeye başladım.

Moldova gezimin en önemli hedeflerinden birinin şarap olduğunu daha önce söylemiştim sizlere.

Moldova şarapları gerçekten çok güzel şaraplardır. Bir çok kez denemiş olsam da taş yerinde ağırdır sevgili arkadaşlar.

Dünyanın bu bölgesinde 4-5 bin yıldır şarap yapılmakta sevgili arkadaşlar. Yani burada şarap yapılırken daha piramitler yeryüzünde yoklardı.

Üzüm olarak lokal çok güzel çeşitler var ama son iki yüzyıldır Cabernet Sauvignon, Merlot gibi popüler Fransız variyeteleri de ekiliyor.

Mileștii Mici
Günün planında ise Mileștii Mici isimli şarap imalatçısını ziyaret vardı. 

Mileștii Mici, dünyanın en büyük şarap mahzeni sevgili arkadaşlar. Eski bir kireçtaşı madeni. Duvarlardaki kireçtaşı nemi mükemmel muhafaza ediyor. Dalgalanma çok az olduğundan şaraplar inanılmaz güzellikte yıllanabiliyor.

Mahzen toplam iki yüz kilometrelik tünel ve galerilerden oluşuyor ama elbette bunların tümü kullanılmıyor. Kullanılan yerlerde de iki milyon şişeye yakın şarap depolanmış.

Dünyanın dört bir yanına şarap satıyorlar. Fiyatlar çok makul ve şarapların tadları gerçek ötesi.

Mileștii Mici’yi ziyaret edebiliyorsunuz elbette. Kişinev’den alabileceğiniz turlar var ama fiyatlar akıl dışı derecesinde pahalı. Eğer kendi imkanlarınızla giderseniz 20 Euro civarı bir bedel ödeyerek gezmeniz mümkün. Biraz daha fazlasına, turun sonunda mükemmel bir yemek eşliğinde Mileștii Mici’nin şaraplarının tadını çıkarmanız da olası.

Üç saat geçirdim
Web sitelerinden rezervasyon yapabiliyorsunuz ama kredi kartımın İsviçre menşei olması nedeniyle ödeme esnasında sorun çıktı, ben de oraya gidip, ödeme yapmaya karar verdim.

Kişinev’de Uber yok. McDonald’s’daki bir kız bana YandexGo isimli aplikasyonu yükledi. Çok düşük bir miktar ödeyerek yarım saat civarı bir araba yolculuğundan sonra mahzene ulaştık. Yolda YandexGo şoförü ile arkadaş olduk. İsviçre’ye yerleşmek istiyormuş, bana koşulları, hayatı falan sordu. Dilimin döndüğünce anlattım.

Mileștii Mici’nin web sitesi saat 10’da İngilizce tur gösteriyordu. 10’a on kala oradaydım, resepsiyondan bana İngilizce turun saat 1’de olduğunu söyledi. Böylece niye online rezervasyon yapamadığımı da anlamış oldum.

200 km, 2 milyon şişe!
Bir taksiyle yarım saatte Kişinev’e dönüp, iki saat sonra başka bir taksiyle yarım saat geri buraya gelmek saçma olacaktı. Çare yok, Mileștii Mici’nin kafesine oturup, üç saat şarap içerek geçirecektim. 48 saat uykusuzluğun üstüne, üç saat boyunca şaraptan sonra bakalım tur neye benzeyecekti…

Saat 1’de ayaktaydım, yürüyebiliyor, hatta konuşabiliyordum. İngilizce tur için sadece ben vardım, böylece private bir tur almış gibi oldum.

Rehberim Gabriella isimli genç güzel ve dibine kadar bilgili bir kızdı. Ben şarapçılığın detaylarına daldığımda bile sorunsuz işin bütün mühendisliğini baştan sona anlattı. Yolunuz düşerse mutlaka turunuzu Gabriella ile alın derim.

Tur boyunca madendeki galerilerin açılmasında kullanılan makinelerden, Gorbaçov’un şarap yapımını yasakladığı yıllarda, şarapların saklandığı gizli bölümlere kadar bir çok ilginç yer gördük.

Şarapların saklandığı gizli bölmeler
Mahzen içinde elektrikli arabalarla hareket ediyorduk. Tur profesyonelce düzenlenmiş, her adım hesaplanmıştı. Binlerce şişenin saklandığı oyukları, sommelier’lerin bir araya gelip, şarapların yıllanmasını izledikleri salonları gördük. Çok ilgimi çekmese de şampanya tarzı köpüklü şarapları yada tatlı şarapların saklandıkları alanları gezdik.

Başınızı çok ağrıtmayayım, Mileștii Mici’yi görmek için illa bir şarap delisi olmanız gerekmiyor. Dünya standardlarında şarapları çok makul fiyatlara denemeniz mümkün. Bu turu kaçırmayın derim.

Bir taksi ile Kişinev’e döndüm. Şoför oldukça yaşlıydı ve çok iyi İngilizce konuşuyordu. Yarım saat boyunca çok ilginç bir sohbete daldık. Şoför Afganistan savaşı esnasında Rus ordusunda görev yapmış. Aslen Rus değil, Moldovyalı, yani Rumen. Off sevgili arkadaşlar, Moldova’da kim kimdir anlamak çok zor. Rus olmayan birinin Afganistan gibi bir yerde ne işi var, onu anlamak da ilk bakışta kolay değil, ancak bu konuya ileride yeniden döneceğiz.

Bir yemek ile birleştirebilirsiniz
Konuşmanın çok özel boyutlara genişlemesi yüzünden, bu güzel insana saygımdan ötürü detaylara girmiyorum, ancak bu eski sosyalist topraklar gerçekten saygıdeğer insanlar, o kadarını söyleyeyim.

Mileștii Mici’de bana hediye ettikleri köpüklü şarabı otelde, resepsiyondakilere verdim, ama kendim için satın aldığım kırmızı şarabı odama bıraktım.

Akşam yemeğimi London Steakhouse isimli bir restoranda yedim. Anıtsal bir steak. Yarım kilo saf et, tartar sosu ve patates püresi. Yanında ne içtiğimi söylememe gerek yok herhalde.

Devam edeceğiz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...