27 Ekim 2023 Cuma

Strasbourg

Strasbourg Alsace’ın kalbidir sevgili arkadaşlar. Strasbourg gibi bir yeri anlatmak zordur. Örneğin Paris olsa, Eyfel kulesinden girer, Arc’tan çıkarsınız. Louvre’dan bahsedip, Monmartre’ı santim santim yazarsınız.

Ama gelin Strasbourg’a.

Yıllar boyu ziyaret ettim bu
güzel kenti - burada 1998
Dünyanın en kart postal kentlerinden biridir. Gördüğünüzde, yaşamınızın geri kalanını burada yaşamak istersiniz. Ancak bunu nasıl yazıya dökersiniz? Hele bir de benim gibi pastoral yeteneklerden yoksun biri iseniz.

Bir şiir yazayım desem, aklıma “Strasbourg’un Dadaş’ııı, düğünde çekerrrr başııı!” gibi şeylerden başkası gelmiyor.

Strasbourg’da Eyfel kulesi, Times Square, Tower Bridge yada Kolezyum yok sevgili arkadaşlar.

Ne var derseniz, bir ressamı kıskandıracak bir arka plan ve mükemmel yemek, şarap ve müzik var.

Yıllar boyu fazlasıyla farklı insanlarla, fazlasıyla farklı nedenlerden ziyaret ettim bu güzel kenti.

Son on yedi yıldır, elbette ki sevgili karımla bol bol yolumuz düştü Strasbourg’a.

Her gelişimizde de sanki ilk kez görüyormuş gibi heyecanlandık.

Sevgili karımla bol bol yolumuz düştü
Strasbourg’un merkezi, yani eski kent dedikleri ada, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesinde bulunuyor.

Bu merkezin en göz alıcı yapısı ise Strasbourg Katedrali.

Şimdiye kadar çok kilise, katedral, vesaire gördüm sevgili arkadaşlar, ancak Strasbourg’daki gibisini hiç görmedim. Öyle Notre Dame falan halt etmiş. Dışı siyah-kahverengi ateş taşlarından yapılmış, içi ise santim santim işlenmiş bir sanat eseri.

Kapısının üzerinde özel bir vitray var. Güneş’in gökyüzündeki konumuna göre planlanmış. Güneş batarken katedralin içi bambaşka oluyor.

Modern zamanlara kadar
dünyanın en yüksek binasıymış
Katedralin kendisi modern zamanlara kadar dünyanın en yüksek binasıymış. Devasa bir çan kulesi var.

Katedralin içinde ise bir astronomik saat…

Bu astronomik saat fenomeni bize biraz yabancı gelir sevgili arkadaşlar. Şöyle arzedeyim. Normal bir saat, saatin kaç olduğunu gösterirken, astronomik bir saat aynı zamanda o anda ay, güneş, gezegenler gibi astronomik objelerin yerlerini de gösterir.

Astronomik saatlerin en hassolarından biri Prag’da, Old Town Square’de bulunur. Bu meydan zaten bu saat olmadan da çok görülesi bir yerdir. Üstüne bir de bu saat eklendiğinde tadından yenmez hale gelir.

Strasbourg’un bir başka görülesi bölgesi ise La Petite France.

Strasbourg Ren nehri üzerine kurulmuş bir şehir. Nehrin bu bölgesinde üzerinde yerleşim yapılabilecek kadar büyük adalar var. Şehrin merkezi de aslında bu adaların birinin üzerine kurulmuş durumda.

Nehir bazen bu adaların arasında kanallar oluşturuyor. Böylece kendinizi bir anda Venedik’teymiş gibi hissediyorsunuz.

La Petite France
La Petite France, bu kanalların arasında bir bölge. Alsace mimarisinin zirvesi binalar, yeşil ve su, burayı dünya üzerindeki bir cennete çeviriyor. Restoranlar, kafeler, artezyen mağazalar ve bütün bunları tamamlayan büyüleyici bir müzik.

İnsan La Petite France’da şair olur sevgili arkadaşlar.

Şiirden arta kalan zamanlarda ise, özellikle sevgili karım yolunu şaşırıp, arabayla merdivenleriyle, havuzlarıyla koca bir parka dalar.

Henüz karısının araba kullanışını beğenen bir kocaya rastlamadım, o yüzden en azından bu yazıyı okuyan sizlerin yarısı ne demek istediğimi anlayacaktır.

0 diğer yarısının şerrinden ise tanrı korusun beni 😂. Ama yemin ediyorum, otelin park yeri diye girdiği parkta burnundan su fışkıran yunuslar, kay-kay yapan gençler, köpeklerini gezdiren yaşlı madamlar vardı!

O günün sonunda otelimizi bulabildik, ancak Europa Park’dan geliyorduk. Sabahın altısında kalkmış, o saatten beri de deliler gibi koşuşturuyorduk. Hem yorgun, hem de açtık. Pazar olduğu için hemen her yer kapalıydı. Hava soğumuş, bir de yağmur başlamıştı. Üzerimdeki sweat-shirt’ü 🐝Mezzy🐝’ye verdim, ama ben zibidi gibi bir kısa kollu bir t-shirt ve şort ile kalmıştım.

Titreye titreye ilk gördüğümüz bistroya daldık.

Koca bir salon, ve üstüne de Fransız zevkiyle dekore edilmiş. Alsace’da, Alman etkisiyle Fransa’nın geri kalanının aksine bol bol bira içerler sevgili arkadaşlar. Girdiğimiz bistro, aslında bir brewery’nin store front’u imiş.

Alsace, malsace ama...
Alsace, malsace ama sonunda yine de Fransa! Hemen kırmızı şarabımı söyledim. Üzerine de üçümüz için birer Tarte Flambée.

Alsace şarapları beni ne öldürür, ne güldürür. Her gün içmesem de, arada bir değişiklik olarak çok iyi gelirler. Daha önce de söylemiştim, Alsace daha ziyade bir beyaz şarap bölgesi.

Kırmızı olarak genelde Pinot Noir üzümlerinden yapılma şaraplar var. Yer yer, isimlerini bile söyleyemediğim Alman üzümlerinden yapılma kırmızı şaraplar bulmanız mümkün. Daha bir kaç gün önce, Schwarzwald’da bir otelde, Black Forest isimli böyle bir kırmızı şarap denedim. Acayip güzel geldi. Bu arada Schwarzwald’da da, Black Forest’da Kara Orman demektir. Alsace’ın Alman tarafında kalan cennet gibi bir bölgedir.

Sizlere ismi Strasbourg’la anılan çok önemli bir kişilikten söz edeyim sevgili arkadaşlar.

Hepiniz Johannes Gutenberg ismini bilirsiniz herhalde. Bizler matbaayı icat etti diye biliriz ama aslında icat ettiği, mekanik olarak baskı yapabilen basit bir makineydi.

Elbette kitap ve okumanın önemini masaya yatırıp sorgulayacak değilim. Başta ben, bütün insanlığın Gutenberg’e bu buluşu yüzünden gerçek bir minnet borcu vardır.

Ancak Gutenberg’in biz dahil tüm dünyada, birazdan anlatacağım nedenler yüzünden ikinci plana atılan bir hizmeti daha vardır ki, bazen kendi kendime en az matbaa makinesini icadı kadar önemli olduğunu düşünürüm.

Gutenberg İncili’nden bahsediyorum.

Yok yok, Hristiyan değilim. Aslında başka herhangi bir şey de değilim. Bu İncil’i önemsemememin nedeni başka.

Gutenberg, İncil’i basarak, bu kitaba erişimi olanaklı hale getirmiş. Öyle çok fazla da basmamış, sadece 180 adet.

Ama bu bile yetmiş. İnsanlar o güne kadar papazların tekelinde bulunan bu kitabı okumaya, anlamaya başlamış.

Bu yazdıklarımdan Gutenberg’ün öyle bir yenilikçi, aydınlıkçı yada devrimci olduğu sonucunu çıkartmayın. İncil’den önce hayatını Endüljans, yani Cennet Tapuları basarak kazanıyormuş Johnny Amca.

Herneyse.

Gutenberg, matbaa makinesini Strasbourg’da yaşarken icat etmiş.

Bu nedenle de Strasbourg’da güzelim bir meydan ona atfedilmiş.

Strasbourg’u görmeden ölmeyin sevgili arkadaşlar
Strasbourg konusunu sonlandırmadan önce Avrupa Parlementosu’nun, yani EU’nun meclisinin bu kentte olduğunu vurgulayalım.

Gelelim Strasbourg için gezi önerilerime.

En kolayı ile başlayalım.

Strasbourg’u görmeden ölmeyin sevgili arkadaşlar.

İkincisi, kesinlikle Strasbourg gezinizi Alsace’ın diğer görülesi yerleriyle birleştirin.

Ancak, İngilizce’de dedikleri gibi the last, but not the least, Strasbourg’a geldiğinizde, kameranızı bir saat gezdikten sonra cebinize koyun.

Bu kent görmekten çok, havasını koklayıp, tadını almanız, yani yemekleri, şarapları, müzikleri ile yaşamanız gereken bir yer.

Alsace serimize devam edeceğiz.

Sevgi ile kalın ❤️

19 Ekim 2023 Perşembe

Alsace

Alsace, Fransa’nın kuzey doğusunda, ilginç bir bölgedir sevgili arkadaşlar. Fransa’nın Almanya ile sınırının önemli bir bölümünü oluşturur. Güneyinde ise İsviçre vardır. Bölge olarak Alsace’ın bir bölümü de Almanya içerisinde kalır.

Alsace, tarih boyunca Almanlar’la Fransızların arasında o kadar çok el değiştirmiş ki, bugün, Alman mıdır, Fransız mıdır anlamak zor. Ben Alsace bölgesinde biraz daha fazla Alman havası sezerim. Yer isimleri, yemek isimleri çoğunlukla Almanca’yı andırır.

Alsace, Avrupa’nın en cazibeli yerlerinden biridir. Strasbourg gibi bilinen büyük kentlerinin yanında Colmar, Riquewihr gibi, bir ressamın tuvalinden çıkmışcasına güzel köyleri bulunur.

Alsace’ın yemekleri çok ünlüdür sevgili arkadaşlar. Alman etkisi sağolsun, bol bol domuz eti kullanırlar. Ancak domuz eti ile yapılmayan çok güzel başka yemekler de bulunur.

Bir kafede Tarte Flambée yemiştik
Örneğin Tarte Flambée, yada Almancasıyla Flammekueche. Çok ince açılmış hamurun üzerinde soğan, mantar ve tabii ki peynir gibi topping’lerle, isminin çağrıştırdığının aksine ateşin üzerinde değil, fırında pişirilir.

Geçen sene Strasbourg’da bir gece geçirmiştik ve tesadüfen girdiğimiz aynı zamanda bir bira üreticisi bir kafede Tarte Flambée yemiştik. Mükemmel bir lezzet. Fırsatını bulursanız, mutlaka deneyin.

Bölgenin en bilinen yemeği ise Choucroute’tur - siz ‘Şukrut’ diye okuyun. Bir tür lahana turşusu ile domuz yağı, domuz sosisi, hatta balık gibi aklınıza gelebilecek en yağlı malzemeleri karıştırıp, bir kalori bombası şeklinde servis ederler. İçindekilerinin hiçbirini yemediğim için hayatımda Choucroute denemedim, ancak deneyenler bayılıyor.

Alsace’ın Foie Gras’sı da çok ünlüdür. Foie Gras, yani kaz ciğeri, normalde bir Fransız spesiyalitesidir. Kökleri dünyanın farklı yerlerinde, çok eskiye dayansa da Fransızlar bu yemeği sahiplenmeyi başarmışlar.

Kazlar yada ördekler zorla, normalde yiyeceklerinden çok daha fazla yemle beslenerek, ciğerleri büyütülür. Bunlar kesildikten sonra ciğerleri kızartılıp, farklı şekillerde servis edilir.

Kazlar ve ördekler günlerce boğazlarından aşağı sokulan bir huni ile zorla yemlenirler. Hayvanlar bu işlem boyunca çok acı çekerler. Bu yüzden kimileri Foie Gras yemezler.

Bir kadeh Alsace Pinot Noir
Alsace’ın şarapları ise en az yemekleri kadar ünlüdür. Şaraplar, Fransa’nın geri kalanının aksine, Fransa’ya yabancı Alman üzümleriyle yapılır.

Benim Alsace şarapları hakkında fikrimi sorarsanız, bu şaraplar için öyle çok deli olmam, hatta çoğunu bilmem bile. Çünkü Alsace temelde bir beyaz şarap bölgesidir sevgili arkadaşlar. Kırmızı şaraplar ise hemen hep Pilot Noir’dan yapılır ve elbette bunları büyük bir zevkle içerim, ama hepsi o.

Eğer beyaz şarap seviyorsanız, Alsace’a bayılacaksınızdır. Sadece normal beyaz değil, Muskat, tatlı beyaz, rose gibi çeşitleri de bulabilirsiniz.

Alsace’ın kendine has bir mimarisi var sevgili arkadaşlar. Duvarları “Timber Framing” dedikleri, içlerinden kütüklerin geçtiği bir yöntemle inşa ediyorlar. Almanya’nın başka yerlerinde de bu tür binalar gördüm, ancak Alsace’da bunlardan çok var.

Timber Frame Duvarlar
Strasbourg’da yıllar önce aldığım bir şehir turunda anlatmışlardı. Eski günlerde Ren nehri taştığında, bu kütüklü duvarlar sayesinde evi söküp, çok kısa bir zaman içerisinde başka bir yere taşıyabiliyorlarmış.

Ben Alsace’a ilk kez çocukluğumda okuduğum bir Isaac Asimov kitabında rastlamıştım. Asimov, bu kitapta Prosper-René Blondlot isimli bir Fransız fizikçisinden bahsediyordu - isme saygı, lütfen “blon-lo” şeklinde okuyun.

Blondlot, Alsace’da, ya da o zamanki ismiyle Alsace–Lorraine bölgesindeki Nancy kentinde doğmuştu.

1800’lü yılların sonu ve 1900’lü yılların başı, her gün yeni bir keşif yapılıyordu. Alman bir fizikçi olan Wilhelm Conrad Röntgen, X ışınlarını bulmuştu.

Alsace–Lorraine, yukarda da bahsettiğim üzere Almanlar ve Fransızlar arasında senindir-benimdir çekişmesinin odağıydı. Blondlot, Alman Röntgen’in yeni bir radyasyonu keşfetmesinin de hırsıyla çalışmalara başladı ve o güne kadar gözlemlenmemiş, yeni bir radyasyon türü keşfettiğini duyurdu. Bu radyasyon türüne de, biraz da X Işınlarına inat, doğduğu Nancy kentine atıfla “N Işınları” ismini verdi.

Zamanın diğer fizikçileri, Blondlot’nun bu buluşunu teyit etseler de, sonrasında böyle bir radyasyonun olmadığı anlaşıldı.

Sonrasında Blondlot’ya ne olduğu bilinmiyor. Sessizce ortadan kaybolmuş.

Alsace, bize arabayla iki-üç saat uzaklıkta sevgili arkadaşlar. O yüzden fırsat buldukça bir-iki günlük bir kaçamak yaparız. Ancak Alsace’a gitmemizin en popüler nedeni, buradaki Mulhouse kentindeki havaalanıdır.

Burası bana hep biraz hüzün verir
Mulhouse Havaalanı, Almanya, Fransa ve İsviçrenin tam kesişim noktasında, her üç ülkeye hizmet veren stratejik bir yolcu hub’ı.

Bizim Avrupa ve şu sıralar pek gelmeye fırsatımız olmasa da Türkiye uçuşlarımızın büyük bir bölümü bu havaalanından kalkar. Mulhouse Havaalanı, İsviçre’nin Basel kentine belediye otobüsüyle on beş dakika uzaklıktadır.

Çok sık olarak ayrı ayrı seyahat etmesek de, bu hava alanında yine de hatrı sayılır kez Jelena ve 🐝Mezzy🐝’yi yolcu etmiş yada karşılamak için beklemişliğim vardır. O yüzden burası bana hep biraz hüzün verir.

İsviçre malumunuz, EU üyesi bir ülke değildir. Schengen sisteminin bir parçası olduğundan ayrı bir vize gerektirmese de, gümrük bakımından farklı bir ülke sayılır. Mulhouse havaalanı EU ile İsviçre tarafından paylaşıldığından, içinden belki de şimdiye kadar gördüğüm en ilginç sınırlardan biri geçer.

Yolcuların oturacağı yuvarlak bir bankın ucundan yere çizili bir çizgi, İsviçre ile EU’yu ayırır.

Bu sınırı hafife almayın sevgili arkadaşlar. Geçtiğinizde EU yada İsviçre gümrük yasalarının tümüne uymanız gerekir. Örneğin Fransız tarafından 65 İsviçre Frank’ının üzerinde bir şey satın alıp, bir adım atar ve bu tarafa geçerseniz, gümrük vergisi ödemeniz gerekir - 65 Frank posta için bildiğim bir limit, emtiayı şahsen yanınızda getirdiğinizde belki farklı bir limit vardır, tam emin değilim.

Havaalanının gerisinde bu sınır ayrımı çok daha keskindir. Örneğin Fransız tarafındaki park yerinden, İsviçre tarafındaki park yerine geçemezsiniz. Kaybolup, denediğim için oradan biliyorum. Havaalanı binasına gelip, bu çizginin üzerinden atlamanız gerekir.

Bu sınır çizgisi bazı ilginç fırsatlar da yaratır. Uçağınızı beklerken volta atarak bu çizgiyi bir o tarafa, bir bu tarafa mesela yirmi kez geçin, “Ben Fransa’ya da, İsviçre’ye de ‘birçok’ kez geldim” diyebilirsiniz😀

Noel pazarında sıcak şarap
Alsace bölgesi Noel zamanı çok güzel olur. Hemen her kentinde bir Noel pazarı açılır. Alış-verişten başka, buralarda Noel kurabiyeleri yiyip, sıcak şarap içebilirsiniz. Colmar ve Riquewihr’in pazarları çok ünlüdür.

Son bir kaç yıldır, 🐝Mezzy🐝’yi, yine Alsace’da bulunan Europa Park’a götürüyoruz. Europa Park, Almanya’da, Rust kentinde bir eğlence parkı - “rust” İngilizce’de “pas” demek, yani demir-oksit. Her duyduğumda bir tebessüm ederim. Yakınlığı bakımından, mesela bir Disneyland seyahati kadar lojistik gerektirmediğinden bir hafta sonu için bile gidebiliyoruz.

Alsace’a sık geldiğimizden, sizlere ayrı ayrı her seyahati anlatmaktansa, bunları birleştirip, Alsace’ı bölge bölge anlatan bir seri yapmak istedim.

Devam edeceğiz.

Sevgi ile kalın❤️

6 Ekim 2023 Cuma

Enerji

"Ayy, buranın enerjisini çoook beğendim..."

"Bugün enerjim çok düşük..."

"Pozitif enerji alıyorum..."

"Doğru enerjiyi alamadım..."

"Enerjim için kusura bakmayın..."

"Ortak enerjimizi bulduk..."

"Enerjisi hiç hoşuma gitmedi..."

"Enerjim niye böyle oldu anlamadım..."

Yemin ediyorum, Einstein mezarında fırıl fırıl dönüyordur 😛

4 Ekim 2023 Çarşamba

Toprağım Kara Mustafa Paşa

Kapıcıbaşı bilmemnesi Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'yı Belgrad'da bulmuş. Ona devletlu, haşmetlu hükümdarunun bir fermanunu iletmiş.

Buna göre Mustafa Paşa Sadr-azamlıktan azledilmiş.

Paşa bunu okuduktan sonra "Hakkımızda başka bir emr û fermân var mıdır?" diye sormuş.

Kapıcıbaşı bilmemnesi "Vardır Paşam" deyip, idam fermanını vermiş.

Mustafa Paşa bu fermanı okumuş, öpüp, başının üstüne koymuş.

"Bekleyin, iki rekat namazımı kılayım" demiş.

Namazdan sonra "Hazırım, çağırın cellatları" diye buyurmuş.

Yerdeki halı devlet malıdır, kanıyla kirlenmesin diye kaldırtmış.

Cellatlar zaten hazırda bekliyormuş, oracıkta kementle boğmuşlar paşayı…

Oracıkta kementle boğmuşlar paşayı
Merzifonlu toprağımdır, ondan severim. Ben de Merzifon'da doğmuşum.

Viyana bozgunundan değil, aslen ayak oyunları, çekememezlikler gibi nedenlerle öldürmüşler adamı.

Biz pek bilmeyiz yada önemsemeyiz ama bütün Polonya tanıyor onu. Viyana kuşatması esnasında Osmanlı ordusuna saldırıp, bozguna uğratan aslen Polonyalı bir kral.

Bana sorarsanız, boşuna katletmişler adamı. Osmanlı İmparatorluğu'nun genişleme süreci zaten bu idmla birlikte son bulmuş.

Mustafa Paşa kifayetsiz muhterisletin kurbanı olmuş.

Neyse ki böyleleri artık yok…



1 Ekim 2023 Pazar

Ve Viyana Sokakları!

Viyana’da kaldığımız otelde ilgimi çeken çok özel bir şarap vardı sevgili arkadaşlar. İsmi Moritz. Mia isimli bir de kızkardeşi var, ancak Mia bir beyaz şarap olduğu için tamamen ilgi alanımın dışında kalmıştı.

Moritz, kaldığımız otel için yapılmış bir cuvée. Başka bir deyişle bu otel için özel olarak hazırlanmış bir şarap. Elbette Avusturya’dan.

Otelde her akşam bu şaraptan iki kadeh içtim. İçimi çok güzel bir şarap. Ancak Viyana gezimizdeki şarap hedefim başka bir üzüm türünden yapılan şaraplardı.

Bu üzümün ismi Zweigelt. Almanca’da “z”, “ts” şeklinde söyleniyor, o yüzden bu üzümün ismini hakkıyla telaffuz etmek istiyorsanız “tsvaygelt” falan demeniz lazım. Malum Almanca’da “w”, “v”, “v” de “f” gibi söylenir. Çok isterseniz “s” bazen “s”, bazen “z”, bazen “ş” olur. “J” ise her zaman “y” ‘dir. “ß” harfini bazen “ss”, “ö” ‘yü “oe”, “ü” ‘yü de “ue” şeklinde yazarlar. İsviçrenin Alman tarafında bir işim olduğunda, kredi kartlarının üzerinde falan genellikle “Buelent Gueven Nalci” olurum.

Neyse, Almanca’nın inceliklerini burada bırakalım. Almanca doğru düzgün bir cümle bile kuramam bu arada. İsviçre’de geçirdiğim onca sene boyunca yaşarken öğrendiğim üç beş Almanca bilgisini satmaktayım sizlere.

Fransız isimli bir kafeye oturduk
Bunları size anlatmamın sebebi ise, Viyana’da her “Zweigelt” dediğimde, daha doğrusu demeye çalıştığımda, sevgili karımın şiddetli gülme krizleri geçirmesiydi. İlk bir iki “Zwigelt” çabam gerçekten de kötüydü, ancak gün ilerledikçe, ve daha da önemlisi önceki içtiğim “Zweigelt” ‘ler etkilerini göstermeye başladığında, telaffuzum bayağı düzeldi.

Fransızcam’da alkol ile gelişir. Gramerini iyi sayılabilecek kadar bilirim, ama iş konuşmaya gelince pek başarılı sayılmam. Bizi tanıyanlarla birlikteyken, ortak dil Fransızca ise, hemen bana bir kadeh şarap getirirler.

Viyana’daki ikinci günümüzde sabah erkenden kalkıp, Stephansplatz’a geldik. Hernedense Fransız isimli bir kafeye oturduk. İlk Zweigelt’imi Jelena’nın gülüşleri arasında söyledim. Saat sabahın dokuzu falan, başka yerde şarap için erken bir saat sayılabilir, ancak şarap kültürü olan bir yerde kahvaltı zamanı şarap istemek tamamen normal sayılabiliyor.

Garson bir de peynir tabağı getirdi ki, keyfime dokunmayın.

Zweigelt, enteresan bir üzüm sevgili arkadaşlar. Avusturya kaynaklı elbette. Zaten bu üzümün orijini hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak kadar kesin. Çünkü Zweigelt sadece Avusturya’da yetişen bir üzüm değil, Avusturya’da ‘yaratılmış’ bir üzüm. Friedrich Zweigelt isimli bir Avusturyalı, 1922 yılında St. Laurent ve Blaufränkisch üzümlerini çapraz dölleyerek bu yeni türü ortaya çıkarmış. Blaufränkisch’i Bratislava yazımızdan hatırlayabilirsiniz. St. Laurent ise bir Fransız, hatta Burgonya kaynaklı bir üzüm ama bu çeşit ile çok fazla teşvik-i mesaim olmadı.

İsviçre’de arada bir Zweigelt alır içerim, ancak taş yerinde ağırdır, “When in Vienna…” durumları yani.

Jelena bir Apple Strudel, 🐝Mezzy🐝 ise bir croissant söyledi. Sevgili kızım için croissant bir Fransız çöreğidir. Ona croissant’ın aslen bir Avusturya spesiyalitesi olduğunu anlatmaya çalışsam da olmadı.

Yıl 1863. Osmanlı lağımcıları Viyana’nın surları altından tünel kazarak, sabahın erken saatlerinde şehre girmişler. Bu saatlerde dükkanlarını açmak için ayakta olan fırıncılar hemen alarm vermiş, Viyana ordusu da bizimkileri toparlayıp, dışarı atmış. İmparator durumdan çok memnun, fırıncılara takdirini göstermek bakımından bu özel çöreği yapma izni vermiş. Croissant hilal demektir sevgili arkadaşlar, Osmanlı bayrağındaki hilal!

Bir de memlekette “croissant” ’a “kruvasan” falan dediklerini duyuyorum. Etmeyin. Dünyada böyle bir sözcük yok. Kim neresinden uyduruyor bunları bilmiyorum, ancak ayıp oluyor. Gezi gemilerine de aslen bir konyak markası olan “kruvaziyer” diyorlar. Gerçekten sinirim kalkıyor. Neyse…

O kafede neredeyse iki saat geçirdik. Açık havada, pırıl pırıl bir güneş ve dibine kadar güzel bir ambiyans. 

Kalktıktan sonra zaten hemen yanımızda olan Stephansdom’a gittik, içeri girdik. Katedralde Pazar servisi sürüyordu. Kilise korosu ilahi söylüyordu. O güzelim akustikle bir süre ilahileri dinledik. Daha önce de yazmıştım. Akşamları bu katedralde klasik müzik konserleri oluyor. Yolunuz düşerse kaçırmayın.

Bir sonraki durağımız Mozart’ın evi oldu. Mozart aslen Salzburg’da doğmuş, ancak çağının bütün bilinen müzisyenleri gibi uzun süre Viyana’da yaşamış. Klasik müzik dediğimde Bach ile birlikte listemin en başında yer alır.

Gerçek bir dahiymiş Mozart. Beş yaşında müzik bestelemeye başlamış, sekiz yaşında da ilk senfonisini yazmış. Rivayete göre Sistine Chapel’de dinlediği bir performansı eve gidip, kafadan nota nota yazmış. Vatikan bu notaları gizli tutuyor, kimseye vermiyormuş. Mozart böylece çocuk haliyle dünyadaki ilk telif ihlalini geçekleştirmiş!

Otuz beş yaşında hayata gözlerini Viyana’da yummuş. Kimse niçin, nasıl öldüğünü bilmiyor.

İkinci favorim Bach’ın ise, yolu pek Viyana’ya düşmemiş. Ancak o da mükemmel müzik yapar. Zevk meselesi elbette bunlar, herkesin farklı bir favorisi olabiliyor. Ben sizlere kendimden bir dilim kesip, ikram ediyorum.

Mozart’ın müze haline getirdikleri evi Pazar günü olduğundan kapalıydı. Yine de yaşadığı bölgenin havasını koklayacak kadar fırsatımız oldu.

Hofburg Sarayı
Biraz yürüdükten sonra Hofburg sarayının önüne gelmiştik.

Hofburg Sarayı, Habsburg hanedanının “kışlık” malikanesi.

Ancak saray öyle tek bir bina, etrafında da bir bahçe falan değil. Büyük dediğimde aklınıza gelen en büyük binayı alın ikiyle çarpın, öyle kallavi, insanı etkileyecek boyutlarda bir yapı. Aslında saray tek bir yapı da değil. Saray bölgesine yayılmış, birbirinden güzel birçok binanın oluşturduğu bir kampüs. Viyana Başkanı’nın rezidansı ve çalışma ofisinin de burada olduğunu düşünürsek, buraya herhalde “Hofburg Külliyesi” diyebiliriz!

Hofburg Sarayı
Bir önceki yazıda da söylediğim üzere, saray görmek istiyorsanız buraya gelin sevgili arkadaşlar.

Sağolsun Jelena Latince’den çevrileri yapınca, heykeller, anıtlar falan biraz daha anlam kazanmaya başladı.

Uzun uzun gezip, Habsburg'ların evinin havasını kokladık.

Hofburg için bir sitemim olacak yalnız. Böyle güzelim bir yeri devlet erkanının arabalarının park yerine çevirmenin manasını anlamadım? Gidin, başkanınıza güzel bir rezidans yapın, hem otursun, hem çalışsın. At arabasıyla gezen bir turistin arkasında kapkara, zırhlı bir Mercedes. Olmamış abi, yakışmamış Viyana’ya.

Hofburg için bir sitemim olacak
Yine saray kompleksi içerisinde, iki tane, neredeyse birbirinin aynı, karşılıklı iki güzelim bina var. Bunların ilki Sanat Tarihi, ikincisi de Doğa Tarihi müzeleri. Bu iki müzenin biraz ilerisinde de Müzeler Bölgesi adlı bir alan var. Bu iki koca müzeye ne koyamamışlar da, bir de ayrı bir müze bölgesi yapmışlar, aklım ermedi açıkçası.

Viyana bir müze kenti sevgili arkadaşlar. Müze gezmeyi seviyorsanız, burayı mabediniz yapıp, günlerinizi harcayabilirsiniz.

Yürüyüşümüze devam ettik ve parlemento binasının önünden geçtik. Yunan tarzında çok güzel bir bina. Biraz ilerisinde ise Volksgarten isimli bir park var. Volksgarten, Halkın Parkı demek, yani proloterya’nın bahçesi.

İki ikiz müze binasından biri
Hava müthiş sıcak, biz de içerde bir kafeye oturduk. Su, meyve suyu ve Zwiegelt ikmalimizi yaptık.

Viyana demek tarih, klasik müzik falan demektir tamam, ancak Viyana deyince akla başka bir şey daha gelir ki, bence en az klasik müzik kadar önemlidir.

Viyana Şnitzeli!

Wiener Schnitzel derler, süt danasından bir dilim eti alıp, etrafını unla, yumurtayla kaplar, sonra da tavada kızartırlar. Bizim için döner neyse, Avusturya için de Wiener Schnitzel o demektir sevgili arkadaşlar.

Parlemento Binası
Konu yeterince hassas olduğundan gelmeden önce günlerce gugıllayıp, Viyana’da Şnitzel nerede yenir diye araştırdım. Sonunda Griechenbeisl isimli restoranda karar kıldık. Yine günler öncesinden online rezervasyonumuzu yaptık.

Griechenbeisl, fevkalade cazibeli, tarihi eskiye giden bir mekan. Mükemmel de bir bahçesi var. Oturduk ve siparişimizi verdik. Sipariş genelde içecekleri kapsıyor, yoksa gelenler çoğunlukla Şnitzel yiyiyor haliyle.

Şnitzel’i yanında çok lezzetli bir patates salatası ile servis ediyorlar. Üstüne bir de bir kadeh Zwiegelt eklediğinizde ortaya bir gastronomi Nirvana’sı çıkıyor. Benden tavsiye beklemeyin arkadaşlar. Mutlaka bu tadı deneyin.

Viyana Şnitzeli
Günü Hard Rock Cafe Vienna’da sonlandırdık. Klasik müzik, Mozart, Strauss falan hep iyi de, Hard Rock Cafe’de ağız tadıyla Metallica dinleyip, gerçek hayata dönmek iyi geldi. Viyana gezisinin Zwiegelt kısmı değişmedi elbette.

Bundan sonrası ise otel ve Novotel cuvée, Moritz şarabı.

Eve bir Airbus A220 ile döndük. Aslen Kanada dizaynı bu uçağa ilk kez biniyordum. Çok konforlu, çok güzel bir uçak.

Ve vatan! Zwiegelt, bir Cru Bourgeois, Almanca da Fransızca ile yer değiştirdi. Hayat daha da güzel.

Hard Rock Cafe Vienna
Viyana’yı görmek için kimsenin benim tavsiyeme ihtiyacı yok sevgili arkadaşlar. Avrupa’nın en güzel kentlerinden biri. Tarihi, müzikleri, gastronomisi ile sadece bir kez görmek de yetmez. Her mevsim, haftanın her günü yapacak bir şeyler bulabilirsiniz.

Şehirin görülesi yerleri hep yürüme uzaklığında. Zahmetsizce gezebilirsiniz. Toplu taşım ise insanı üzmüyor, ancak metronun inceliklerini çözmek biraz vakit alıyor.

İnsanlar kibar ve yardımsever. Bizim jandarmanın “Yassah hemşerim!” dediği gibi “Nein!” deyip, peygamber demeyen Almanlar’a göre çok daha esnek, çok daha arkadaşçalar. Ancak Almanlar kadar disiplin hissedemedim. Biraz daha relax, biraz daha hayat adamları Avusturyalılar.

Unutmadan, Viyana’ya kadar gelmişken, bir kaç saat vakit ayırarak Bratislava’yı da görmeyi ihmal etmeyin.

Sevgi ile kalın❤️

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...