27 Ekim 2023 Cuma

Strasbourg

Strasbourg Alsace’ın kalbidir sevgili arkadaşlar. Strasbourg gibi bir yeri anlatmak zordur. Örneğin Paris olsa, Eyfel kulesinden girer, Arc’tan çıkarsınız. Louvre’dan bahsedip, Monmartre’ı santim santim yazarsınız.

Ama gelin Strasbourg’a.

Yıllar boyu ziyaret ettim bu
güzel kenti - burada 1998
Dünyanın en kart postal kentlerinden biridir. Gördüğünüzde, yaşamınızın geri kalanını burada yaşamak istersiniz. Ancak bunu nasıl yazıya dökersiniz? Hele bir de benim gibi pastoral yeteneklerden yoksun biri iseniz.

Bir şiir yazayım desem, aklıma “Strasbourg’un Dadaş’ııı, düğünde çekerrrr başııı!” gibi şeylerden başkası gelmiyor.

Strasbourg’da Eyfel kulesi, Times Square, Tower Bridge yada Kolezyum yok sevgili arkadaşlar.

Ne var derseniz, bir ressamı kıskandıracak bir arka plan ve mükemmel yemek, şarap ve müzik var.

Yıllar boyu fazlasıyla farklı insanlarla, fazlasıyla farklı nedenlerden ziyaret ettim bu güzel kenti.

Son on yedi yıldır, elbette ki sevgili karımla bol bol yolumuz düştü Strasbourg’a.

Her gelişimizde de sanki ilk kez görüyormuş gibi heyecanlandık.

Sevgili karımla bol bol yolumuz düştü
Strasbourg’un merkezi, yani eski kent dedikleri ada, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesinde bulunuyor.

Bu merkezin en göz alıcı yapısı ise Strasbourg Katedrali.

Şimdiye kadar çok kilise, katedral, vesaire gördüm sevgili arkadaşlar, ancak Strasbourg’daki gibisini hiç görmedim. Öyle Notre Dame falan halt etmiş. Dışı siyah-kahverengi ateş taşlarından yapılmış, içi ise santim santim işlenmiş bir sanat eseri.

Kapısının üzerinde özel bir vitray var. Güneş’in gökyüzündeki konumuna göre planlanmış. Güneş batarken katedralin içi bambaşka oluyor.

Modern zamanlara kadar
dünyanın en yüksek binasıymış
Katedralin kendisi modern zamanlara kadar dünyanın en yüksek binasıymış. Devasa bir çan kulesi var.

Katedralin içinde ise bir astronomik saat…

Bu astronomik saat fenomeni bize biraz yabancı gelir sevgili arkadaşlar. Şöyle arzedeyim. Normal bir saat, saatin kaç olduğunu gösterirken, astronomik bir saat aynı zamanda o anda ay, güneş, gezegenler gibi astronomik objelerin yerlerini de gösterir.

Astronomik saatlerin en hassolarından biri Prag’da, Old Town Square’de bulunur. Bu meydan zaten bu saat olmadan da çok görülesi bir yerdir. Üstüne bir de bu saat eklendiğinde tadından yenmez hale gelir.

Strasbourg’un bir başka görülesi bölgesi ise La Petite France.

Strasbourg Ren nehri üzerine kurulmuş bir şehir. Nehrin bu bölgesinde üzerinde yerleşim yapılabilecek kadar büyük adalar var. Şehrin merkezi de aslında bu adaların birinin üzerine kurulmuş durumda.

Nehir bazen bu adaların arasında kanallar oluşturuyor. Böylece kendinizi bir anda Venedik’teymiş gibi hissediyorsunuz.

La Petite France
La Petite France, bu kanalların arasında bir bölge. Alsace mimarisinin zirvesi binalar, yeşil ve su, burayı dünya üzerindeki bir cennete çeviriyor. Restoranlar, kafeler, artezyen mağazalar ve bütün bunları tamamlayan büyüleyici bir müzik.

İnsan La Petite France’da şair olur sevgili arkadaşlar.

Şiirden arta kalan zamanlarda ise, özellikle sevgili karım yolunu şaşırıp, arabayla merdivenleriyle, havuzlarıyla koca bir parka dalar.

Henüz karısının araba kullanışını beğenen bir kocaya rastlamadım, o yüzden en azından bu yazıyı okuyan sizlerin yarısı ne demek istediğimi anlayacaktır.

0 diğer yarısının şerrinden ise tanrı korusun beni 😂. Ama yemin ediyorum, otelin park yeri diye girdiği parkta burnundan su fışkıran yunuslar, kay-kay yapan gençler, köpeklerini gezdiren yaşlı madamlar vardı!

O günün sonunda otelimizi bulabildik, ancak Europa Park’dan geliyorduk. Sabahın altısında kalkmış, o saatten beri de deliler gibi koşuşturuyorduk. Hem yorgun, hem de açtık. Pazar olduğu için hemen her yer kapalıydı. Hava soğumuş, bir de yağmur başlamıştı. Üzerimdeki sweat-shirt’ü 🐝Mezzy🐝’ye verdim, ama ben zibidi gibi bir kısa kollu bir t-shirt ve şort ile kalmıştım.

Titreye titreye ilk gördüğümüz bistroya daldık.

Koca bir salon, ve üstüne de Fransız zevkiyle dekore edilmiş. Alsace’da, Alman etkisiyle Fransa’nın geri kalanının aksine bol bol bira içerler sevgili arkadaşlar. Girdiğimiz bistro, aslında bir brewery’nin store front’u imiş.

Alsace, malsace ama...
Alsace, malsace ama sonunda yine de Fransa! Hemen kırmızı şarabımı söyledim. Üzerine de üçümüz için birer Tarte Flambée.

Alsace şarapları beni ne öldürür, ne güldürür. Her gün içmesem de, arada bir değişiklik olarak çok iyi gelirler. Daha önce de söylemiştim, Alsace daha ziyade bir beyaz şarap bölgesi.

Kırmızı olarak genelde Pinot Noir üzümlerinden yapılma şaraplar var. Yer yer, isimlerini bile söyleyemediğim Alman üzümlerinden yapılma kırmızı şaraplar bulmanız mümkün. Daha bir kaç gün önce, Schwarzwald’da bir otelde, Black Forest isimli böyle bir kırmızı şarap denedim. Acayip güzel geldi. Bu arada Schwarzwald’da da, Black Forest’da Kara Orman demektir. Alsace’ın Alman tarafında kalan cennet gibi bir bölgedir.

Sizlere ismi Strasbourg’la anılan çok önemli bir kişilikten söz edeyim sevgili arkadaşlar.

Hepiniz Johannes Gutenberg ismini bilirsiniz herhalde. Bizler matbaayı icat etti diye biliriz ama aslında icat ettiği, mekanik olarak baskı yapabilen basit bir makineydi.

Elbette kitap ve okumanın önemini masaya yatırıp sorgulayacak değilim. Başta ben, bütün insanlığın Gutenberg’e bu buluşu yüzünden gerçek bir minnet borcu vardır.

Ancak Gutenberg’in biz dahil tüm dünyada, birazdan anlatacağım nedenler yüzünden ikinci plana atılan bir hizmeti daha vardır ki, bazen kendi kendime en az matbaa makinesini icadı kadar önemli olduğunu düşünürüm.

Gutenberg İncili’nden bahsediyorum.

Yok yok, Hristiyan değilim. Aslında başka herhangi bir şey de değilim. Bu İncil’i önemsemememin nedeni başka.

Gutenberg, İncil’i basarak, bu kitaba erişimi olanaklı hale getirmiş. Öyle çok fazla da basmamış, sadece 180 adet.

Ama bu bile yetmiş. İnsanlar o güne kadar papazların tekelinde bulunan bu kitabı okumaya, anlamaya başlamış.

Bu yazdıklarımdan Gutenberg’ün öyle bir yenilikçi, aydınlıkçı yada devrimci olduğu sonucunu çıkartmayın. İncil’den önce hayatını Endüljans, yani Cennet Tapuları basarak kazanıyormuş Johnny Amca.

Herneyse.

Gutenberg, matbaa makinesini Strasbourg’da yaşarken icat etmiş.

Bu nedenle de Strasbourg’da güzelim bir meydan ona atfedilmiş.

Strasbourg’u görmeden ölmeyin sevgili arkadaşlar
Strasbourg konusunu sonlandırmadan önce Avrupa Parlementosu’nun, yani EU’nun meclisinin bu kentte olduğunu vurgulayalım.

Gelelim Strasbourg için gezi önerilerime.

En kolayı ile başlayalım.

Strasbourg’u görmeden ölmeyin sevgili arkadaşlar.

İkincisi, kesinlikle Strasbourg gezinizi Alsace’ın diğer görülesi yerleriyle birleştirin.

Ancak, İngilizce’de dedikleri gibi the last, but not the least, Strasbourg’a geldiğinizde, kameranızı bir saat gezdikten sonra cebinize koyun.

Bu kent görmekten çok, havasını koklayıp, tadını almanız, yani yemekleri, şarapları, müzikleri ile yaşamanız gereken bir yer.

Alsace serimize devam edeceğiz.

Sevgi ile kalın ❤️

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...