27 Aralık 2020 Pazar

Disneyland

Champs-Élysées, dünyanın en canlı, en renkli caddelerinden biridir sevgili arkadaşlar. Arc de Triomphe, yani Zafer Anıtından başlar, Fransız Devrimi zamanlarındaki ünlü giyotinin kurulduğu Concorde meydanına kadar uzanır.

Champs-Élysées'de sadece Mad Max eksikti

Bu bir kaç kilometrelik alanda dünyanın en ünlü giyim markalarının mağazaları, cazibeli iş merkezleri, pasajlar, hanlar, hamamlar falan bir kenara, bilenlerin bildiği, Fransa'ya, daha da doğrusu Paris'e özgü güzelim cafe'ler vardır. Buralarda herkes gibi sabahları croissent ile birlikte bir kahve, günün geri kalanında ise bir bardak şarap içebilir, günlük gazeteleri okuyabilirsiniz. 

Saat kaç olursa olsun, binlerce araba vızır vızır geçer, yine binlerce insan bir aşağı, bir yukarı bu güzelim caddeyi arşınlar.

Bu kez değil!

Étoile durağında metrodan inip, Zafer Anıtı'nın altında gün ışığını gördüğümüzde bu güzelim cadde sanki üçüncü dünya savaşı sonrası kimsenin yaşamadığı metruk bir kent gibiydi. Yolda sadece bir kaç araba, kaldırımda ise sadece dışarda olması zorunlu olduğu açıkça belli bir kaç kişi vardı.

Champs-Élysées'de sadece Mad Max eksikti...

Nice'de, uçağa bindiğimiz andan, Orly Havaalanı'na gelene kadar üçümüz de yarı uyur, yarı uyanık, biraz hızlıca geçen iki günün yorgunluğunu atıyorduk. Bu yarı uyanıklık durumu, bizi Orly'den Paris'e Orlyval dedikleri, trenimsi, tramvayımsı, hatta monorailimsi toplu taşım aracında da sürdü. Orlyval, Orly'e inip, Paris'e gitmek isteyen her yolcuyu sinirlendiren, fazlasıyla gereksiz bir aktarma sevgili arkadaşlar. Sizlere biraz hava atabilmek için tren hattını havaalanına kadar uzatmaktansa, bu acayip fütüristik hatı kurmuşlar. Altı üstü üç-beş kilometre falan gidiyor. Ama bilet al, bekle, in, bin, sonra RER dedikleri banliyö trenini al, üstüne de RER durağına yakın bir yere gitmiyorsanız, fazladan bir de metro faslı, insanı bezdiriyor yani...

Paris'te çok kısa bir süre kalacaktık. Segili karıma Noel hediyesi alacaktım -  Noel hediyesi diyorum ancak aylardan Temmuz olduğunu hatırlayalım. Noel zamanı gözüme kestirdiğim çantayı İsviçre'de bulamamıştık. Şubat'ta da nasılsa Parise gideceğiz diye iki ay bekleyelim dedik. Sonrasında da Corona vurdu. Karantina, lockdown, confinement falan derken Temmuz'u bulmuştuk.

Champs-Élysées'yi geçerken etrafta sadece sigara içen bir kadın vardı. Yaya geçidinde yeşil ışığı beklemedik bile, cart diye bomboş caddeyi geçtik. Alış verişimizi bitirdik, öğlen yemeği adına çabucak birer burger yedikten sonra Disneyland'e doğru yola koyulduk.

Disneyland'de de benzeri bir sürpriz bizi bekliyordu. Normalde bir insan seli içerisinde zar zor yürüdüğümüz park yarı yarıya boştu. Bunun da geçerli bir sebebi vardı. 

Parka artık rezervasyonla girilebiliyordu. 

Bu yöntemle parktaki insan sayısı teorik kapasitesinin sadece yarısı ile sınırlandırılmıştı.

Çok ilginç bir fenomenle karşı karşıyaydık. Normalde parka geldiğimizde zamanı verimli biçimde kullanabilmek için sıkı bir planlama yapmak gerekirdi. Hatta iPhone'um üzerinde hangi atraksiyonda bekleme süresinin kaç saat olduğunu gösteren bir app bile vardır, genelde planlama yaparken onu kullanırız.

Normal bir atraksiyonda bekleme süresi 40-60 dakika arasındadır. Popüler atraksiyonlarda ise bu süre iki saati bulur. 

Bu kez bekleme süreleri üç dakika, beş dakika şeklindeydi. Bu üç beş dakika da girişten atraksiyona gidene kadarki yürüme süresi. Kısaca hiç sıra yoktu!

🐝Mezzy🐝 Disneyland'de

İki saat içerisinde normalde iki gün boyunca yaptığımızdan fazlasını yapmıştık. Ancak her üçümüz de nefes nefese, yorgunluktan bitap düşmüştük. Bekleme sürelerinin uzun olduğu eski günlerde, insan sıradayken soluklanabiliyordu. Şimdi ise bir atraksiyondan diğerine koşunca, ki lütfen parkın alanının gerçekten büyük, mesafelerin de buna oranla hayli uzun olduğunu düşünün, olay yaşını başını almış bizler gibi insanlar için zor bir hale dönüşmüştü.

Sayılı gün çabuk geçmiş, sevgili kızım 🐝Mezzy🐝'nin altı aydır planladığımız, Disney temalı doğum günü yemeğini icra etmenin zamanı gelmişti.

Disneyland ilk bakışta çocuklara yönelik bir eğlence parkı gibi görünse de, içeride Broadway showlarından, birinci sınıf mağazalara kadar daha bir çok farklı aktivitelerin olduğu, devasa bir komplekstir sevgili arkadaşlar.

Bu extra-jüvanil aktivitelerin biri de parkta bulunan, gerçek anlamdaki 'gourmet' restoranlardır. Bu restoranlarda bir akşam yemeği yemek kelimenin gerçek anlamıyla birinci sınıf bir deneyimdir. 

Yıllar önce sevgili karımla Frontierland'da, yani parkın vahşi batı bölümünde bir et lokantasında tanesi yüz yuroya birer dinozor bifteği yemiştik, tadı hala damağımdadır. Ritz Hotel'deki kadar özenle ve lezzetle hazırlanmış, garson tarafından ineğin soyağacı tüm detaylarıyla aktarıldıktan sonra servis edilmiş, lezzetinin tanımı neredeyse imkansız bir yemekti. 

Dünyanın her yerinde bir tane Disneyland bulabilirsiniz sevgili arkadaşlar, ancak bu gourmet yemek konusunda kimse Fransızların stiline ve 'finesse' 'ine yaklaşamaz. O yüzden Disneyland Paris'e, yada genelde Fransa'ya yolunuz düştüğünde, yeri önemli değil, herhangi bir Fransız restoranında  bu deneyimi mutlaka yaşayın derim.

Buralarda, genelde bizdeki gibi ukala, kendini beğenmiş garsonlar, mareşal üniformalı vallet'ler, sultan sofrası, kat kat peçeteler, tabaklar, çanaklar falan bulunmaz. İhtiyacınız kadar lüks elbette vardır, ancak garsonlar gerçekten samimi, arkadaşça davranır, size hava basmaktansa, akşamınızın güzel geçmesi için ellerinden geleni yaparlar. Bulunduğunuz yerin debdebesinden çok, yediğinizin güzel olması esastır.

Ratatouille

İşte bu nedenle, biz de 🐝Mezzy🐝'cik için böyle bir akşam yemeği planladık. Rezervasyonu da üç ay öncesinden yaptık. Yine yolunuz düşerse aklınızda olsun, Disneyland'deki bu restoranlarda rezervasyon yaptırmadıkları için kabul edilmeyen birden fazla arkadaşım var.

🐝Mezzy🐝'nin doğumgünü yemeğini yediğimiz restoranı anlatmadan önce size biraz olayın geri planını aktarayım.

Ratatouille, bizim güveçi andıran bir fransız yemeğidir. Okunuşu rat-a-tu-ii . Normalde yabancı kelimelerin telaffuzunu yazmayı bıraktım ama bu biraz alengirli, Fransızlardan başka kimse doğru okuyamıyor, kusuruma bakmayın. 

Disney stüdyolarının, konusunun Ratatouille üzerinde döndüğü bir anime filmi vardır. İzlediniz mi, bilmiyorum. Bu filmin kahramanı Remy isimli bir fare - zaten Ratatouille'nin ilk hecesi "rat", İngilizcede fare demektir. 

Remy, bir şef, yani bir usta aşçı olmayı düşleyen bir karekter. "Gusteau'un Yeri"  isimli bir restoranda çalışan bir kominin yardımıyla bu düşünü gerçekleştiriyor. 

Chez Remy

Disneyland Park'çılar da bu filmi, bir atraksiyona dönüştürmüşler. Üç boyutlu gözlüklerinizi takıp, fare biçimli bir arabaya binip, bu filmin bir özetini yaşıyorsunuz.

Ama ne yaşamak!...

Burada ne yazsam boş, görmeniz gerek. Size şu kadarını söyleyebilirim. Ellisinden sonra çocuk sahibi olmuş biri olarak çok park gezdim, çok atraksiyon gördüm, ama bu kadar güzeline, bu kadar eğlencelisine çok az rastladım.

İşte tam bu atraksiyonun yanında, hatta, aynı binanın içinde Chez Remy isimli bir restoran var. Daha fare arabasından iner inmez  bu restorana girebiliyorsunuz.

Biz de 🐝Mezzy🐝'nin doğumgünü yemeği için, önce bir Ratatouille deneyimi yaşayıp, bu restorana ayırttığımız masaya oturduk.

Restoranın dekorunu çok güzel tasarlamışlar. Devasa şarap şişeleri ve rengarenk duvarları ile çok canlı bir dekoru var. Sipariş vermenize gerek kalmadan, başlangıç olarak herkese bir tabak Ratatouille geliyor. Ana yemek için de birçok seçenek var tabi.

Saint-Émilion

İşin başka güzel bir tarafı, parkta yasak olmasına rağmen bu restoranlarda şarap içebiliyorsunuz. Ben de tabiatıyla doğrudan şarap menüsüne daldım. Canım nasıl Médoc çekiyor, anlatamam. Menüde ise Bordeaux'dan sadece Saint-Émilion bulunmakta.

Menüye daldığımı gören garson kız hemen "Yardım edebilir miyim?" diye geldi. Ben de "Bordeaux istiyorum ama sadece Saint-Émilion görebildim. Başka Bordeaux var mı?" diye sordum. İngilizce konuşan birinin "Bordeaux", "Saint-Émilion" gibi sözcükleri bir cümle içide kullandığından da olabilir tabi, ne olursa olsun, geleneksel Fransız nezaketi ile "Saint-Emilion çok iyi. Languedoc da çok güzel deneyin isterseniz" dedi.

Ben hala o mu olsun, bu mu olsun diye düşünürken kız bir anda gözden kayboldu ve üç kadeh şarapla geri döndü. "Bu Saint-Émilion, ikincisi Lanuedoc, bir de Côtes du Rhône getirdim. Deneyin, hangisini beğenirseniz ondan getireyim" dedi.

Saint-Émilion sevmem gibi büyük bir laf etmek istemem, Merlot’su biraz fazla bir Bordeaux’dur. Ben şahsım ise Cabernet Sauvignon ağırlıklı Bordeaux’ları tercih ederim. Ama bu Saint-Émilion'dan bir yudum alınca diğer ikisini denemeden kararımı verdim - kıza ayıp olmasın diye diğerlerinden de birer yudum aldım tabi ama heyhat! Şarap, sadece bu restoran için hazırlanmış bir cuvée, yani özel bir parti üretim. İçme de yanında yat, hatta hem iç hem de yanında yat, o kadar güzel.

Saint-Émilion’u gösterip, "Getir bacım bundan n'olur, s'il vous plait" dedim.

İyi ki doğdun canım kızım

Jelena da, ben de dana eti söylemiştik. Normalde birer sos seçmemiz gerekiyordu. Kız bize bütün soslardan getirdi, hangisini beğenirseniz, onu kullanın diye. 

Rezervasyon yaparken Disneyland pasaportlarımızı kullanmıştık. Olasılıkla 🐝Mezzy🐝'nin doğum tarihini görüp, onun için tabakta ismi yazılı, mumu ile birlikte küçük bir doğum günü tatlısı hazırlamışlar. Yemeğimizi de onla tamamladık. 🐝Mezzy🐝, ustanın Remy olduğunu öğenince, mutfağa girip, onu görmek istedi ama olmadı tabi.

Restorandan mutlu bir biçimde ayrıldık sevgili arkadaşlar. Servisin kalitesi ile kast ettiğim bu işte.

Sonraki günlerde bol bol Mickey, Daisy, Spiderman, Thor, Captain America, yirmi kere Karayip Korsanları, elli kere Star Wars, yüzelli kere de Pinokyo, Pamuk Prenses, Peter Pan falan gördük.

Herneyse, başınızı çok fazla Disneyland geyiği ile şişirmeyeyim. Çok güzel bir beş gün geçirdik bu rüya parkında.

Beşinci günün sonunda, bindiğimiz TGV isimli hızlı tren bizi evimize götürdü.

Maskeli, virüslü falan olsa da, bu tatil üçümüze de çok iyi gelmişti.

Bir sonraki durağımız Kanarya Adaları olacaktı!

Devam edeceğiz....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...