15 Nisan 2020 Çarşamba

Andromeda

Sevgili arkadaşlar, Michael Crichton'ı bilirsiniz, hani Jurassic Park kitabının yazarı. Muhteşem bir hayal gücüne sahip bu dahidir. Artık yaşamıyor, ama yazdığı kitaplar bugüne kadar iki yüz milyon tane satmış, hala da satıyor. Her konuda çok çok bilinen kitapları var. Ancak biri var ki, beni benden alır. İsmi The Andromeda Strain. Filmini de yapmışlardı.

Crichton bu kitabında uzaydan gelen bir salgını anlatır. Olayın kahramanları, konu ve aksiyon, hepsi çok sürükleyici tabi ama amacım size kitabı özetlemek değil.

Öyküde, iİk başta öldürücü bir patojen olan Andromeda, sonunda kendi kendine zararsız bir forma evrilir, insanlar da ölmez.

Bu aslında bir tesadüf değil sevgili arkadaşlar. Gerçek hayatta da birçok patojen, özellikle bakteri ve virüs, tedavi, aşı falan bulunmadan zararsız ya da ölümcül olmayan bir şekle evrilir.

Bunun nedenleri de evrimin ilkelerinde gizli.

Mesaisini harcayıp, bu yazıyı buraya kadar okuyan birinin Evrim Teorisi'ne en azından biraz pirim vereceğini düşünüyorum. Çamur Teorisine inanlardansanız tavsiyem okumayı burada bırakın.

Her hücrenin içinde nükleik asit isimli moleküller bulunur. Şimdilik bunlara DNA diyelim. Bu DNA, aynı akıllı telefonunuzdaki bir app gibidir.

App Store'dan indirdiğiniz bir programı çalıştırdığınızda, programı oluşturan bilgisayar kodu telefondaki işlemciye hangi hesaplamaları yapması, ekranda hangi harfleri, yada renkleri oluşturması gerektiğini söyler.

Keza DNA...

DNA'in içindeki nükleotidler, hücreye ne yapması gerektiğini, yani ne kadar kemik geliştirerek uzayacağını, gözlerin ne renk olacağını, midenin büyüklüğünü, kaç tane akciğer geliştirmesi gerektiğini falan söyler.

Kadınla erkek aganigi yaptıklarında, her biri DNA'lerini çocuğa verir ve çocuğun DNA'i, anne ve babanın bir karışımı olur.

DNA molekülleri çok karmaşık, devasa moleküllerdir. Yüz milyonlarca nükleotidin birleşmesinden oluşurlar. Bu nükleotitlerin dışardan bir müdahale ile değişmesi hücreye yanlış mesajlar verilmesi sonucunu doğurur. Örneğin kanser, hücreye kontrolsüz bir büyüme emri gitmesidir. Ne bir doktor, ne bir biyoloğum, o yüzden kanseri tanımlayıp, ona bir çare bulmadan burada durmak en iyisi.

Peki DNA nasıl değişir?

Kimyasal olarak bir molekülü etkileyen her şey DNA molekülünü de değiştirebilir. Örneğin ısı, başka atom ya da moleküllerle oluşacak kimyasal reaksiyonlar ve en önemlisi radyasyon.

Bir molekülün yapısını değiştirecek kadar ciddi bir ısı değişimi çoğunlukla DNA ile birlikte hücreyi de etkileyeceği, yani öldüreceği için DNA değişiminin pek bir sonucu olmayacaktır.

Vücuda girmiş kimyasallar elbette ki hücreyi öldürmeden DNA'i bozabilir ama hangi kimyasal, nasıl vücuda girer falan diye sormayın, aklım o kadarına yetmiyor. Beslenmenin önemli bir yol olduğu muhakkak. Solunum yolu ile alınan mutajenler var mıdır, inanın bilmiyorum. Sadece bu işi bilenlerin kimyasal yolla gerçekleşen mutasyona, yaygın olmadığı sebebiyle pek pirim vermedikleri. Unutmadan, burada olaya sadece doğal mutasyon penceresinden bakıyoruz, yoksa en basitinden hepimizin bildiği kemoterapi bile doğrudan hücrelerin içindeki DNA moleküllerini kimyasal olarak değiştirmekte.

Sonuna kala kala en sinsileri radyasyon kalıyor ki mutasyonun görünürdeki en belirgin nedeni bu.

Radyasyon deyince aklımıza illa atom bombası, Çernobil falan gelmesin sevgili arkadaşlar. Hele hele maymun atalarımıza geri gidersek, nükleer radyasyon almalarının tek yolu uranyum cevheri yemeleri falan olacaktı ki çok olası bir varsayım değil bu. İşin şakası bir kenara, yerkabuğundaki radyasyon, yakınında bir mağaraya sığınmış üç beş maymunu etkilese de, yararlı bir mutasyon yaratacak kadar yaygın olmayacaktır.

Mutasyona yol açabilecek bir radyasyon bulmak için başımızı göklere çevirmemiz gerekecek.

Dünyamız, deyimi yerindeyse uzaydan gelen radyasyon tarafından yoğun bir saldırı altındadır. Güneş patlamaları yada kendi galaksimiz Samanyolu ile yakındaki galaksilerde oluşan süpernova patlamaları Gamma, X ve UV gibi elektromanyetik radyasyonlarla birlikte atom çekirdekleri ve elektron gibi atomaltı parçacıkları da dünyaya yollarlar.

Elektromanyetik radyasyonun çoğu atmosfer tarafından engellenir ve mutasyon bakımımdan ciddi bir sonuç doğurmaz.

Asıl bela, kozmik ışıma dediğimiz bu atomaltı parçacıklarıdır, çünkü bunlar gerçekten çok hızlı ve enerjilidir. Neyse ki dünyamızın bir manyetik alanı vardır ve bir elektrik yüküne sahip proton ve elektronların çoğu kutuplara yönelir. Bu parçacıklar geceleri örneğin kuzey kutbunda Aurora Borealis yada Kuzey Işıkları denilen doğanın bu muhteşem ışık gösterisini oluştururlar. Sevgili kızım Melissa hayatına İzlanda'da başladı. Kuzey Işıklarının, Aurora'ların bebeğidir canım kızım. Benim gibi bir adamdan Melissa gibi güzel ve akıllı bir çocuğun çıkmasını, faydalı mutasyon için bir örnek olarak da kullanabiliriz.

Ne var ki, dünyanın manyetik alanı ne kadar güçlü olursa olsun bu kozmik ışınların hepsini durduramaz. Bu radyasyonun bir bölümü kutupların dışındaki bölgelere de ulaşır.

Dünyanın manyetik alanı herzaman aynı şiddette olmaz. Tarih boyunca, dünyanın manyetik alanı zaman zaman azalmış, kaybolmuş, hatta kutupların yerleri bile değişmiştir. Manyetik alanın güçsüzleştiği yada kaybolduğu durumlarda kozmik ışınlar bütün şiddetleriyle dangadanak, dünyanın her noktasını etkilerler.

Bu parçacıklar milyonlarca kilometre öteden gelip, hücrelerin içlerindeki DNA moleküllerine çarparlar, bu moleküllerde saklı genetik kodu değiştirirler.

Biz erkekler spermleri devamlı ürettiğimizden bunların içlerindeki DNA, mutajenik yani mutasyon yaratan etkenlere daha kısa bir süre maruz kalır. Ancak kadınların tüm hayatları boyunca kullanacakları yumurtalar ile doğduklarını göz önüne alırsak, yaşlandıkça yumurtaların içindeki DNA'in daha fazla mutasyon riski taşıyacağını düşünebiliriz. O yüzden ne demişler, karının genci...

Çok iğrençleştim, kusuruma bakmayın 🥴

DNA'i değişmiş bir mide hücresi mide kanseri yapar diyelim basitinden. Peki DNA'i değişmiş bir yumurta veya sperm hücresinin kendisi, ya da hadi ismi bende saklı kalsın, spermleri yapan organın hücrelerindeki DNA değişirse ne olur?

Kısa cevap, çoğunlukla bir felaket.

Bebek büyümeye kodu hack'lenmiş bir DNA ile başlar. Değişen nükleotide göre bebekte oluşacak sonuçlar zararsız yada önemsiz olabilir, kronik gastritli bir mide mesela. Ama bazı değişiklikler vardır ki ortaya çıkan insan - eğer ortaya çıkabilirse tabi - normal dediğimiz tanımın dışında olur, mesela iki mideli, yada hiç midesiz. Buna da mutasyon diyoruz.

Mutasyon hemen her zaman ölümcüldür. Ortaya çıkan canlı biyolojik yada fizyolojik olarak yaşamını sürdüremez. Ancak nadir de olsa bazı mutasyonlar faydalı sonuç verebilir. Örneğin iki maymunun aganigi yaptığı anda değişmiş bir DNA omurga kemiğini, bebeğin dik durabileceği bir geometriye getirmiş olsun. Ortaya çıkan yeni tür rahatça iki ayağı üzerinde ayakta durabildiğinden serbest iki kolu kalacak, bu kollar ile yiyeceklere daha kolay ulaşabilecek,yavrusunu yanında taşıyarak vahşi hayvanlara yem olmasını engelleyecektir. Hayatta kalmak için fazladan avantajlı bu yeni tür, eski türün aleyhine gelişecek, sayısı artacaktır.

Alın size evrim.

Burada dikkat etmemiz gereken şey evrime uğrayan türün sayısı ve evrimin hızıdır sevgili arkadaşlar. Öncelikle ne kadar çok sayıda yaşayan örnek varsa, mutasyon ve buna bağlı faydalı mutasyon olma olasılığı da o kadar yüksek olur. İkinci olarak zaman. Her mutasyonun yayılması bir jenerasyon alır. Milyarlarca zararlı mutasyondan sonra bir faydalı mutasyon gerçekleşecek, yeni bebek büyüyecek, başka sebeplerden ölmeyecek, sonra yavrulayacak, faydalı özelliğe sahip yeni yavrular da büyüyüp, çoğalacak falan... Milyonlarca yıldan söz ediyoruz bu süreçte.

Mutasyon, özellikle başlangıçta sayıları sadece on binlerle sınırlı, ve yaşam süreleri on yıllar kadar uzun olan bizim gibi hayvanlar için çok yavaş ilerliyor iken, yaşam süreleri saniyelerle ölçülen ve sayıları yüz milyarlarca kere milyarlara ulaşan bakteriler için mutasyonun hızı inanılmaz kısalıklarda olacaktır. Bir bakteri türü her saniye mutasyona uğruyor olabilir. Virüsler için bu süre çok daha kısa olacaktır, çünkü hem sayıları çok daha fazladır, hem de yapıları çok daha az karmaşıktır.

Virüsler çoğunlukla sadece bir genetik materyal ve onu saran bir proteinden oluşur. Meşhur COVID-19'un DNA'i bile yoktur. Genetik materyali çok daha kısıtlı RNA isimli bir nükleik asittir. Bir virüs o kadar basit bir yapıya sahiptir ki, başka bir hücreye yapışana kadar canlı bile sayılmaz. Hayatına başladığında kendi kendine üreyemez, bu işi girdiği hücreye havale eder. Ancak virüsler büyük bir hızla kendilerini kopyalayabilir, kısa bir sürede çok büyük sayılara ulaşabilirler.

Bu nedenle mutasyon virüslerde daha da çabuk gerçekleşir.

The Andromeda Strain'e dönelim.

Crichton'un bilim-kurgusundaki bu patojen tam anlamıyla bir virüs sayılmaz, çünkü Andromeda, DNA yada RNA yerine hayali kristal bazlı bir genetik materyal kullanmaktadır. Kristaller de teoride genetik kod taşıyabilecek karmaşıklıkta molekül dizinleridir ancak biyolojik olarak üretilip kullanılamadıklarından sadece sci-fi kitap ve filmlerinde, dünya dışı zeki varlıklarda, kendilerine yer bulabilirler. Herneyse mutasyon konu olduğunda, ister RNA, ister DNA, ister kristal üzerinde olsun mantık çok değişmiyor.

Başta da söylediğimiz gibi öyküde Andromeda mutasyonla önce ölümcül, sonra da zararsız bir forma döner.

Bu da melodramatik bir mutlu son değil, evrimin ta kendisidir.

Ölümcül bir virüs adı üzerinde, bulaştığı host'u da öldürür, host'u ölünce kendisi de yaşayamaz. Mutasyonun oluşturduğu bu ölümcül tür böylece ortadan kalkar. Mutasyon ile daha az ölümcül, yada hiç ölümcül olmayan bir hale gelmiş virüs ise hem yaşayıp, hem çoğalacaktır.

Büyük olasılıkla COVID-19'u bekleyen son da bu olacaktır. Başta kaybedilen hayatların sayesinde virüs daha az ölümcül bir hale dönüşüp, ya tamamen zararsız, ya da grip gibi can sıkıcı bir hastalık kaynağı haline gelecektir.

O yüzden moral bozmayalım.

Geceniz güzel olsun! ❤️

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...