20 Nisan 2020 Pazartesi

One Of Those Nights

Stoklarında iki tür şarap saklamaktayım arkadaşlar. İlki hemen yada kısa vadede tüketilecek şişeler, ikincisi ise uzun süre saklamak için aldığım şaraplar. Normalde elden geldiğince ikinci guruba dokunmayıp, ilk guruptan tüketirim ateş suyunu. Ancak arada bir ikinci guruptan bir şişe açıp, şarabın yıllanması nasıl gidiyor diye de bakarım, çünkü bazen şarabın gelişmesi çok hızlı olur ve mesela on beş sene sonra açtığınızda Uludağ Kebapçısında içtiğiniz şıraya döner.

İşte bugün on sekiz kadar şişe aldığım, 2015 yılından böyle bir şişeyi açtım. Sonuç ise şimdi bile mükemmel, ama en az bir on sene daha bekleme potansiyeli var bu güzelim şarabın. Ben açtığım şişenin tadını çıkarırken, geriye kalan şişeler hemen rafların altında kış uykusu bölümünde yerlerini aldı. Ölmez, yaşarsak bir beş sene sonra gelin ziyarete. Bu şarabın tadını unutamayacaksınızdır.

Herneyse, şarap güzel olunca yanına da güzel bir müzik koyalım dedim. Müzik güzel ama sözleri biraz acıtabilir sevgili arkadaşlar. İnsan olan hemen herkes benzeri bir gece yada benzeri bir gönül hikayesi yaşamıştır. Yani siz aşık olup, aklınızı kaybetmiş, birilerinin peşine takılmış, ancak peşine takıldığınız herif/karı da sizi sallayıp, bir köşeye atmıştır.

Maço herif ve dişli karılara sorduğunuzda, ne, bana mı, tövbe billah olmadı falan derler ama en çok onların başına gelir bu sallanma hikayeleri. Bunu size maçoların maçosu ben, şahsım söylüyorum ki, benim başıma birden fazla gelmiştir bu fenomen. Paspas gibi çiğnenip, bir kenara atılmışlığım vardır. Daha da kötüsü bir erkek olarak bir kadının kötü emellerine alet olmak var ki, burada daha çok boka batmadan duralım isterseniz.. 🥴

Ne diyelim, yapan utansın di mi? 😛

Unutmayalım, böyle deneyimler bizi biz yapar, hayatımızın yönünü değiştirir, bazen bizi silkeleyip, kendimize getirir, pişirir, daha da kötüsüne hazırlar Benim öyle çok yaldızlı, çok parlak, çok rahat bir hayatım yok sevgili arkadaşlar, ama hayatımdan çok fazlasıyla memnunum. Beni bazıları çok çok acılı da olsa şu anda bulunduğum noktaya yönlendiren her olaya, bazıları beş kuruş etmeyecek de olsa hayatıma giren her kişiye bu yüzden sonsuz şükran duyuyorum.

Aney! Yazı aldı başını, gitti, derin felsefeye daldık. Hadi müziğe dönelim.

Şarkımız 1976 yılından, UFO gurubundan. Bu arkadaşlar İngilizdir - gitarcıları hariç. Gitarcı Michael Schenker Almandır, hattızatında Scorpions'ın gitaristi Rudy Schenker'ın kardeşidir. Çok kimse tanımasa da, süper kaliteli bir rock gurubudur.

Şarkımızın ismi ise One Of Those Nights - O Bildiğin Gecelerden Biri.

Şöyle gider sözleri:

     Hayat bir orospudur (nankördür), sonra da ölürsün [zaten]
     Haydi sevgilim, boşver, bırak gitsin

Bu şarkı çalarken gözlerimi kapadığımda, beni dünyanın yarısına götürür, getirir sevgili arkadaşlar.

Geceniz güzel olsun ❤️







15 Nisan 2020 Çarşamba

Andromeda

Sevgili arkadaşlar, Michael Crichton'ı bilirsiniz, hani Jurassic Park kitabının yazarı. Muhteşem bir hayal gücüne sahip bu dahidir. Artık yaşamıyor, ama yazdığı kitaplar bugüne kadar iki yüz milyon tane satmış, hala da satıyor. Her konuda çok çok bilinen kitapları var. Ancak biri var ki, beni benden alır. İsmi The Andromeda Strain. Filmini de yapmışlardı.

Crichton bu kitabında uzaydan gelen bir salgını anlatır. Olayın kahramanları, konu ve aksiyon, hepsi çok sürükleyici tabi ama amacım size kitabı özetlemek değil.

Öyküde, iİk başta öldürücü bir patojen olan Andromeda, sonunda kendi kendine zararsız bir forma evrilir, insanlar da ölmez.

Bu aslında bir tesadüf değil sevgili arkadaşlar. Gerçek hayatta da birçok patojen, özellikle bakteri ve virüs, tedavi, aşı falan bulunmadan zararsız ya da ölümcül olmayan bir şekle evrilir.

Bunun nedenleri de evrimin ilkelerinde gizli.

Mesaisini harcayıp, bu yazıyı buraya kadar okuyan birinin Evrim Teorisi'ne en azından biraz pirim vereceğini düşünüyorum. Çamur Teorisine inanlardansanız tavsiyem okumayı burada bırakın.

Her hücrenin içinde nükleik asit isimli moleküller bulunur. Şimdilik bunlara DNA diyelim. Bu DNA, aynı akıllı telefonunuzdaki bir app gibidir.

App Store'dan indirdiğiniz bir programı çalıştırdığınızda, programı oluşturan bilgisayar kodu telefondaki işlemciye hangi hesaplamaları yapması, ekranda hangi harfleri, yada renkleri oluşturması gerektiğini söyler.

Keza DNA...

DNA'in içindeki nükleotidler, hücreye ne yapması gerektiğini, yani ne kadar kemik geliştirerek uzayacağını, gözlerin ne renk olacağını, midenin büyüklüğünü, kaç tane akciğer geliştirmesi gerektiğini falan söyler.

Kadınla erkek aganigi yaptıklarında, her biri DNA'lerini çocuğa verir ve çocuğun DNA'i, anne ve babanın bir karışımı olur.

DNA molekülleri çok karmaşık, devasa moleküllerdir. Yüz milyonlarca nükleotidin birleşmesinden oluşurlar. Bu nükleotitlerin dışardan bir müdahale ile değişmesi hücreye yanlış mesajlar verilmesi sonucunu doğurur. Örneğin kanser, hücreye kontrolsüz bir büyüme emri gitmesidir. Ne bir doktor, ne bir biyoloğum, o yüzden kanseri tanımlayıp, ona bir çare bulmadan burada durmak en iyisi.

Peki DNA nasıl değişir?

Kimyasal olarak bir molekülü etkileyen her şey DNA molekülünü de değiştirebilir. Örneğin ısı, başka atom ya da moleküllerle oluşacak kimyasal reaksiyonlar ve en önemlisi radyasyon.

Bir molekülün yapısını değiştirecek kadar ciddi bir ısı değişimi çoğunlukla DNA ile birlikte hücreyi de etkileyeceği, yani öldüreceği için DNA değişiminin pek bir sonucu olmayacaktır.

Vücuda girmiş kimyasallar elbette ki hücreyi öldürmeden DNA'i bozabilir ama hangi kimyasal, nasıl vücuda girer falan diye sormayın, aklım o kadarına yetmiyor. Beslenmenin önemli bir yol olduğu muhakkak. Solunum yolu ile alınan mutajenler var mıdır, inanın bilmiyorum. Sadece bu işi bilenlerin kimyasal yolla gerçekleşen mutasyona, yaygın olmadığı sebebiyle pek pirim vermedikleri. Unutmadan, burada olaya sadece doğal mutasyon penceresinden bakıyoruz, yoksa en basitinden hepimizin bildiği kemoterapi bile doğrudan hücrelerin içindeki DNA moleküllerini kimyasal olarak değiştirmekte.

Sonuna kala kala en sinsileri radyasyon kalıyor ki mutasyonun görünürdeki en belirgin nedeni bu.

Radyasyon deyince aklımıza illa atom bombası, Çernobil falan gelmesin sevgili arkadaşlar. Hele hele maymun atalarımıza geri gidersek, nükleer radyasyon almalarının tek yolu uranyum cevheri yemeleri falan olacaktı ki çok olası bir varsayım değil bu. İşin şakası bir kenara, yerkabuğundaki radyasyon, yakınında bir mağaraya sığınmış üç beş maymunu etkilese de, yararlı bir mutasyon yaratacak kadar yaygın olmayacaktır.

Mutasyona yol açabilecek bir radyasyon bulmak için başımızı göklere çevirmemiz gerekecek.

Dünyamız, deyimi yerindeyse uzaydan gelen radyasyon tarafından yoğun bir saldırı altındadır. Güneş patlamaları yada kendi galaksimiz Samanyolu ile yakındaki galaksilerde oluşan süpernova patlamaları Gamma, X ve UV gibi elektromanyetik radyasyonlarla birlikte atom çekirdekleri ve elektron gibi atomaltı parçacıkları da dünyaya yollarlar.

Elektromanyetik radyasyonun çoğu atmosfer tarafından engellenir ve mutasyon bakımımdan ciddi bir sonuç doğurmaz.

Asıl bela, kozmik ışıma dediğimiz bu atomaltı parçacıklarıdır, çünkü bunlar gerçekten çok hızlı ve enerjilidir. Neyse ki dünyamızın bir manyetik alanı vardır ve bir elektrik yüküne sahip proton ve elektronların çoğu kutuplara yönelir. Bu parçacıklar geceleri örneğin kuzey kutbunda Aurora Borealis yada Kuzey Işıkları denilen doğanın bu muhteşem ışık gösterisini oluştururlar. Sevgili kızım Melissa hayatına İzlanda'da başladı. Kuzey Işıklarının, Aurora'ların bebeğidir canım kızım. Benim gibi bir adamdan Melissa gibi güzel ve akıllı bir çocuğun çıkmasını, faydalı mutasyon için bir örnek olarak da kullanabiliriz.

Ne var ki, dünyanın manyetik alanı ne kadar güçlü olursa olsun bu kozmik ışınların hepsini durduramaz. Bu radyasyonun bir bölümü kutupların dışındaki bölgelere de ulaşır.

Dünyanın manyetik alanı herzaman aynı şiddette olmaz. Tarih boyunca, dünyanın manyetik alanı zaman zaman azalmış, kaybolmuş, hatta kutupların yerleri bile değişmiştir. Manyetik alanın güçsüzleştiği yada kaybolduğu durumlarda kozmik ışınlar bütün şiddetleriyle dangadanak, dünyanın her noktasını etkilerler.

Bu parçacıklar milyonlarca kilometre öteden gelip, hücrelerin içlerindeki DNA moleküllerine çarparlar, bu moleküllerde saklı genetik kodu değiştirirler.

Biz erkekler spermleri devamlı ürettiğimizden bunların içlerindeki DNA, mutajenik yani mutasyon yaratan etkenlere daha kısa bir süre maruz kalır. Ancak kadınların tüm hayatları boyunca kullanacakları yumurtalar ile doğduklarını göz önüne alırsak, yaşlandıkça yumurtaların içindeki DNA'in daha fazla mutasyon riski taşıyacağını düşünebiliriz. O yüzden ne demişler, karının genci...

Çok iğrençleştim, kusuruma bakmayın 🥴

DNA'i değişmiş bir mide hücresi mide kanseri yapar diyelim basitinden. Peki DNA'i değişmiş bir yumurta veya sperm hücresinin kendisi, ya da hadi ismi bende saklı kalsın, spermleri yapan organın hücrelerindeki DNA değişirse ne olur?

Kısa cevap, çoğunlukla bir felaket.

Bebek büyümeye kodu hack'lenmiş bir DNA ile başlar. Değişen nükleotide göre bebekte oluşacak sonuçlar zararsız yada önemsiz olabilir, kronik gastritli bir mide mesela. Ama bazı değişiklikler vardır ki ortaya çıkan insan - eğer ortaya çıkabilirse tabi - normal dediğimiz tanımın dışında olur, mesela iki mideli, yada hiç midesiz. Buna da mutasyon diyoruz.

Mutasyon hemen her zaman ölümcüldür. Ortaya çıkan canlı biyolojik yada fizyolojik olarak yaşamını sürdüremez. Ancak nadir de olsa bazı mutasyonlar faydalı sonuç verebilir. Örneğin iki maymunun aganigi yaptığı anda değişmiş bir DNA omurga kemiğini, bebeğin dik durabileceği bir geometriye getirmiş olsun. Ortaya çıkan yeni tür rahatça iki ayağı üzerinde ayakta durabildiğinden serbest iki kolu kalacak, bu kollar ile yiyeceklere daha kolay ulaşabilecek,yavrusunu yanında taşıyarak vahşi hayvanlara yem olmasını engelleyecektir. Hayatta kalmak için fazladan avantajlı bu yeni tür, eski türün aleyhine gelişecek, sayısı artacaktır.

Alın size evrim.

Burada dikkat etmemiz gereken şey evrime uğrayan türün sayısı ve evrimin hızıdır sevgili arkadaşlar. Öncelikle ne kadar çok sayıda yaşayan örnek varsa, mutasyon ve buna bağlı faydalı mutasyon olma olasılığı da o kadar yüksek olur. İkinci olarak zaman. Her mutasyonun yayılması bir jenerasyon alır. Milyarlarca zararlı mutasyondan sonra bir faydalı mutasyon gerçekleşecek, yeni bebek büyüyecek, başka sebeplerden ölmeyecek, sonra yavrulayacak, faydalı özelliğe sahip yeni yavrular da büyüyüp, çoğalacak falan... Milyonlarca yıldan söz ediyoruz bu süreçte.

Mutasyon, özellikle başlangıçta sayıları sadece on binlerle sınırlı, ve yaşam süreleri on yıllar kadar uzun olan bizim gibi hayvanlar için çok yavaş ilerliyor iken, yaşam süreleri saniyelerle ölçülen ve sayıları yüz milyarlarca kere milyarlara ulaşan bakteriler için mutasyonun hızı inanılmaz kısalıklarda olacaktır. Bir bakteri türü her saniye mutasyona uğruyor olabilir. Virüsler için bu süre çok daha kısa olacaktır, çünkü hem sayıları çok daha fazladır, hem de yapıları çok daha az karmaşıktır.

Virüsler çoğunlukla sadece bir genetik materyal ve onu saran bir proteinden oluşur. Meşhur COVID-19'un DNA'i bile yoktur. Genetik materyali çok daha kısıtlı RNA isimli bir nükleik asittir. Bir virüs o kadar basit bir yapıya sahiptir ki, başka bir hücreye yapışana kadar canlı bile sayılmaz. Hayatına başladığında kendi kendine üreyemez, bu işi girdiği hücreye havale eder. Ancak virüsler büyük bir hızla kendilerini kopyalayabilir, kısa bir sürede çok büyük sayılara ulaşabilirler.

Bu nedenle mutasyon virüslerde daha da çabuk gerçekleşir.

The Andromeda Strain'e dönelim.

Crichton'un bilim-kurgusundaki bu patojen tam anlamıyla bir virüs sayılmaz, çünkü Andromeda, DNA yada RNA yerine hayali kristal bazlı bir genetik materyal kullanmaktadır. Kristaller de teoride genetik kod taşıyabilecek karmaşıklıkta molekül dizinleridir ancak biyolojik olarak üretilip kullanılamadıklarından sadece sci-fi kitap ve filmlerinde, dünya dışı zeki varlıklarda, kendilerine yer bulabilirler. Herneyse mutasyon konu olduğunda, ister RNA, ister DNA, ister kristal üzerinde olsun mantık çok değişmiyor.

Başta da söylediğimiz gibi öyküde Andromeda mutasyonla önce ölümcül, sonra da zararsız bir forma döner.

Bu da melodramatik bir mutlu son değil, evrimin ta kendisidir.

Ölümcül bir virüs adı üzerinde, bulaştığı host'u da öldürür, host'u ölünce kendisi de yaşayamaz. Mutasyonun oluşturduğu bu ölümcül tür böylece ortadan kalkar. Mutasyon ile daha az ölümcül, yada hiç ölümcül olmayan bir hale gelmiş virüs ise hem yaşayıp, hem çoğalacaktır.

Büyük olasılıkla COVID-19'u bekleyen son da bu olacaktır. Başta kaybedilen hayatların sayesinde virüs daha az ölümcül bir hale dönüşüp, ya tamamen zararsız, ya da grip gibi can sıkıcı bir hastalık kaynağı haline gelecektir.

O yüzden moral bozmayalım.

Geceniz güzel olsun! ❤️

3 Nisan 2020 Cuma

Bitpazarı

Sevgili karım Jelena, günlük işine ek olarak uzun yıllardır bir yan faaliyet şeklinde minik bir bitpazarı işletmekte 😛

Buralarda second-hand eşya satışı çok popüler, onun için sadece İsviçre'ye özgü, Ebay kılıklı bir web sitesi bile var. Jelena da evde kullanmadığı ne varsa bu site üzerinden satıyor. Normalde inanmak zor ama aklınıza gelmeyecek şeyler burada müşteri bulabiliyor, otomobil jantından, kırk yaşında Walkman'e kadar...

Jelena on iki sene önce alıp, bir kenara attığımız bir akvaryumun filtresinin süngerini bile sattı! Sonra akvaryumun kendisini de gitti tabi 😀

Sırbistana giderken depoya koyduğum bir salon takımı, koltuk, kanepe falan vardı. Döndüğümüzde açtık, aynı odada kalamadık, o kadar kötü kokuyordu. Bir iki gün bahçede kaldılar, kokuları düzeldi. Sonra da minicik bir Volkswagen Polo ile gelmiş bir adam aldı götürdü. Sevgili karım koca koltuk takımını ufacık arabaya öyle bir tıkıştırdı ki, arabanın bagajından ve kalan her penceresinden koltukların bir bölümü sarkıyordu.

🐝Mezzy🐝 'nin ilk bebek arabasını üç sene boyunca kullandıktan sonra sattı. Ama kullandık dediysem, Barselona'nın metrosundan, minik bir gölün dibine kadar her yerde bulunmuş, orijinal rengi iki ton değişmiş, heavy-duty, SUV bir bebek arabası. İçinde olan bazı şeyleri size anlatsam iki gün yemek yiyemezsiniz. Ben bunu nereye atarız derken, iki günde 200 Franka gitti.

On iki yıllık bir bilgisayarım vardı. Çöpe atmadan önce hard diskine bir tornavida sokmuştum, içindeki dökümanlar okunmasın diye. Jelena beni gördü, n'apıyorsun kocacım diye sordu. Anlattım. Dur dedi, ben satarım bunu. Bunu kim alır, on iki senelik bilgisayar falan dedim ama dinlemedi.

Üç, beş gün sonra zar zor yirmi yaşlarda bir kızla oğlan geldi. Mösyö, bilgisayar satıyormuşsunuz, almak istiyoruz dediler. Bakın kardeşim dedim, bu çok eski, öyle hiç bir yeni program çalışmaz bunda . Önemli değil Mösyö dediler, boot ediyor mu diye sordular. Yok dedim, hard diskine tornavida soktum. Ben bize uymaz falan demelerini beklerken, padproblem, alıyoruz dediler, omuzlayıp, gittiler.

Yine bir gün aşağıda, yalla, walla, ayvaa diye sesler duydum. Bu kez artık kullanmadığı kendi bilgisayarını Faslılara satıyordu...

Öyle çok kez gecenin karanlığında tren garlarında, Starbucks'lada falan gangsterler gibi objektif verip, nakit para aldım 😛 Zaman zaman tanımadığım adamlar bahçeye girip, elleriyle "hımmm" pozisyonu alırlar, masaların sandalyelerin altuna üstüne bakarlar. Alıştım artık, ben de mükemmel pazarlama yapıyorum.

Bu Corona salgını sayesinde sevgili karımın işleri çok açıldı. 🐝Mezzy🐝 'nin artık üzerine sığmadığı bir oyuncak tren, bir metre karelik on yaşında bir halı falan hep gitti. En son 🐝Mezzy🐝 'nin odasını değiştirmeye karar verdi ve dün dreadlock'lı, Jamaica'lı bir zenci bütün odayı aldı, götürdü.

Şimdilerde kullanmadığım bir laptop üzerinde çalışıyor. Bugün faturasını istedi, demek yakında o da yolcu 😍

Son planı ise garajı temizlemek. Eski bir çim biçme makinesi ile eski arabamın jantları gözüne batıyor. Bakalım onlar ne kadar dayanacaklar...

Bana kalsa bu hurdalar birikecek de birikecekti. Sevgili karımın sayesinde tatillerimizi bile finanse ediyor bu mini business!

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...