29 Mart 2020 Pazar

Corona Sonrası...

Sevgili arkadaşlar, bir laf vardır, arkadaşını zor ginde tanırsın diye. İşte bu salgın günlerinde, normal zamanda adam saydığınız, söylediklerine değer verdiğiniz bir dolu adamın aslında ne kadar sığ, ne kadar boş olduğunu anlıyorsunuz.

Yobazlar hemen bu salgının sebebi zina, anal seks, ibneler falandır diye atladılar ortaya. Garp cephesinden yeni bir şey yok sizin anlayacağınız.

Benim ağızımı açık bırakanlar aslında sosyalistler oldu, yani çav bellalar. Bir çoğu ortaya çıkıp, bu salgının nedeninin kapitalizm olduğunu, bittiğinde de kapitalizmin mezara girip, sosyalizmin dünyaya hakim olacağını falan söylüyorlar.

Arkadaşlar içim acıyor böyle aptalca şeyleri duyduğumda.

Ne alakası var yahu kapitalizmle Coronavirus'ın?

Kara veba ortaya feodalizm yüzünden mi çıktı? Bu işin ortaya çıktığı Çin ne zamandır kapitalist (bu argümanı kullandığım kerelerden birinde başka bir aklıevvel çıkıp, Çin dünyadaki en kapitalist ülkelerden biri dedi, içim acıdı, Çin en az ABD kadar emperyalist olsa da ekonomik olarak kapitalist bir yönetime sahip değil, ama kim dinler, herif için "emperyalist", "kapitalist", "liberal", "Rockefeller" falan hep aynı şeyi ifade ediyor)?

Farzedelim ki sebep kapitalizm (!), nereden biliyorsun be adam, sebep kapitalizm diye salgın bittiğinde sosyalizm gelecek? Ya krallar, imparatorlar geri gelirse? Ya Gene Roddenbery'nin Galaktik Federasyon sistemi kurulursa? Nasıl bir olguya, ne tür bir veriye bakıyorsun da, daha kendinin bile tam olarak anlamadığı sosyalizmin dünyaya hakim olacağını söyleyebiliyorsun?

Naiflik, tembellik, cahillik ve ukalalık!

Adam o kadar saf ki kendine göre iyinin galip geleceğine inanıyor, o kadar cahil ki ona doğru gibi gelen her şeyin doğru olduğuna emin, o kadar tembel ki inandığı şeyin tam olarak ne olduğunu araştırmaya bile tenezzül etmiyor, ve öyle bir ukala ki, sanki söyledikleri yüzde yüz gerçek, yüzde yüz doğruymuş gibi cesur yürek anlatıyor sana, bana. Birde öyle bir anlatıyor ki, adamın kendisi Einstein, sen de Bilal'mişsin gibi...

Tembellik, cahillik ve özellikle ukalalık bize mahsus olsa da, batıda naiflik çokça bulunur.

İşin aslı, bu salgın batıda aslında biraz da bu naifliğin ortadan kalkmasına yol açacak gibi.

Sizlere yıllardır yazıyor, aynı görüşümü tekrarlıyorum. Bu Avrupa Birliği projesi tarihin en büyük Sülün Osman vakasıdır.

Aslen Almanya ile Fransa savaşmasın diye ortaya konmuş, sonra da etraftaki ülkelerin de katılımıyla gümrüksüz, ortak bir pazar haline gelmiştir. Ancak bütün bu ortak pazar ülkeleri, mahallenin esnafı gibidir. Yan mahalleden rekabet geldi mi, birleşip dayılanırlar, ama iş kendi karlarına geldiğinde ortak esnaf falan dinlemezler, sokuverirler kazığı birbirlerine.

Bu ülkelerin tek bir ortak özelliği vardır, dinleri. Ancak onları bir arada tutan bu ortak dinleri değil, bu birlikten elde edecekleri karlardır.

Sovyetlerin dağılıp, bu "wannabe" EU ülkelerinin ortaya çıkmasından sonra bunların hepsini ortak din, ortak tarih, ortak coğrafya falan diye birliğe aldılar. Bütün altyapılarını batı Avrupa yaptı, gıda, giyim, turizm gibi alanlarda yirmi senelik bir cenneti yaşadı.

Ama Paris'i sadece kaçak filmlerde görüp imrenen Polonyalı nesil gidip, doğduğundan beri bir backpack ile her yaz Paris'e gidebilen yeni nesil gelince, bir de bu yeni nesil batıdaki denklerinin yarı maaşına iş yapmaya başlayınca, batı Avrupa dur bakalım hemşerim demeye başladı.

Yine de, özellikle orta ve doğu Avrupalılar hala zor zamanlarında batının ortak tarih, ortak din falan diye bunlara destek atacaklarına inanıyorlardı.

İlk kazığı Suriye mültecilerinde yediler. Bütün din kardeşleri zart diye sınırlarını kapayıp herkes kendi başının çaresine baksın dediler. PIGS krizinden bu işe şerbetli Yunanistan için sürpriz olmamıştı bu, ama Macarlar, Çekler, Hırvatlar ve EU olmasalarda Sırplar bu işe bayağı şaşırmıştı.

Sonra bu salgın geldi, ama yardıma muhtaç Sırbistan'a ne bir Fransız, ne bir Alman doktoru gitti. Sadece Çin ve Rusya el uzattı. Onlar da yemişim bu Avrupalılık işini dediler tabi.

İtalya daha da bir sarsıldı. Çünkü Avrupa'da kast türü bir sınıflama vardır. Bir Müslümana karşı hepsi birleşir. Müslüman gidince kalanları birlik olup, Ortadoksları kovalarlar. Sonrasında Slavlar gider. Bu, Belçika'nın bilmem ne şehrinde Fransızca ve Flamanca konuşanlardan biri galip gelene kadar sürer.

İtalya'nın sürprizi işte burada gerçekleşti. İtalya, Roma İmparatorluğu'nun mirasçısı, Katolisizmin kalbi olarak bu kast sıralamasında bayağı üstte bir ülkedir, o yüzden İtalyanlar, mesela Polonya'ya yapılan bir haksızlık kabul edilebilir olsa da aynısı İtalya'ya yapılamaz şeklinde düşünürler.

Ne var ki bugün İtalya'da da Alman, Fransız, İngiliz değil, Kübalı, Rus ve Çinli doktorlar var.

İşte bu salgından sonra illa bir şeyler değişecekse bence bu Avrupalılık anlayışı değişecek. Ülkeler artık bu yalanı biraz daha dikkatle sorgulayacaklar.

Bundan ders alıp, gerçekten bir toplum, bir ülkeymiş gibi davranmaya başlayabilirler tabi, ama bana sorarsanız tam tersi olacak ve bu birlik gevşeyecek.

Ancak yeni bir gelişme olur, tekrar çıkarlar örtüşürse, Avrupalılar bu olan bitenleri hiç problemsiz, çok kısa zamanda unutabilirler. Bir de bakarsınız, Rusya ile birleşip, Amarikalıların karşısına dikilmişler. Olmaz olmaz demeyin 😉

Bu salgının en çok Etkileyeceği ülke ise Amarika olacaktır.

Avrupa'da, hafif medeni bir ülkede emeklilik yaşına geldiğinizde, bir kuruşluk birikiminiz yoksa bile sosyal yardımlarla çok fiyakalı olmasa da gayet kabul edilebilir düzeyde bir hayatınız olabilir.

Amarikada ise birikiminiz yoksa batmışsınız demektir. Sosyal yardımlar yok denecek kadar azdır. Kaderinizle baş başa kalırsınız.

Bu yüzden çalışan hemen herkes emeklilik için bir kenara para koyar. Bu paralar da vadesiz hesaplarda falan değil, özel emeklilik fonlarında toplanır. Bu fonlarda ise hisse senetleri ve şirket tahvilleri ağırlıktadır.

Bu salgınla hisse senetlerinin değeri yüzde yirmi beş civarında düştü, daha fazla düşmeye de devam edebilir.

Herkes evlere kapanıp, harcamayı bıraktığından, insanların normalde satın alacak oldukları mal ve hizmetleri üreten şirketler de küçülürler, ya da iflas ederler. Böylece tahvillerini geri ödeyemezler.

Hisse senedi ve tahvillerdeki bu değer düşüklüğü de bu fonlardaki trilyonlarca doların buharlaşması demektir.

Bu durum sokaktaki Amarikan vatandaşını bayağı mutsuz eder. Şirketler küçüldüklerinde ya da iflas ettiklerinde işsizlik artar, insanlar daha da mutsuzlaşır. Bu söylediklerim dünyanın her ülkesinde olacak olsa da ABD'de sosyal devletin küçüklüğünden en büyük etkiyi yaratacaktır.

Bu da, başta Trump, benzeri zırzop liderlerin sonunu hızlandırabilir.

Trump uzunca bir süredir attığı "presidental" tweet'lerle borsayı zaten bir yo-yo topuna çevirmişti. Birer gün ara ile attığı tweet'ler neredeyse birbirlerinin tam aksi şeyler söylüyordu. Bu tweet'lerin hangi yöne geleceklerini bilenler elbette bu işten güzel para kazanıyordu. Ancak tweet'lerin yönünü önceden bilmeyen normal yatırımcılar bu keyfiyetten dolayı piyasalara güvenlerini kaybetmişlerdi.

Trump, krizin ilk günlerinde de bu 'sabah aydım, akşam caydım' tweet'lerini sürdürdü. Borsa tarihin en yüksek dalgalanmalarından birini yaşadı. Yatırımcılar da yeter artık lan dediler.

İşte bu nedenle global yatırımcılar Coronavirus krizi bittiğinde biraz daha dürüst, biraz daha öngörülebilir yatırım araçları aramaya başlayabilirler. Elbette başta değindiğim avanak sosyalistlerin umdukları üzere Kibutz koperatifleri kurmayacaklardır, ama başka bir borsa, başka bir ülke yada başka bir lider benzeri fikirler sürpriz olmaz.

Bu pilav daha çok su kaldırır sevgili arkadaşlar. Daha krizin sonlanmasına çok var, o yüzden çok şey değişebilir. Ama biz bu yazıyla en azından beyin egzersizimizi başlatmış olalım.

Sevgi ile kalın ❤️

19 Mart 2020 Perşembe

Garip Kongolu

Sevgili arkadaşlar bu yazı için lütfen biraz sabır.

Farzedelim ki topaç gibisiniz. Hayli sağlıklı hiçbir grip nezle öksürük, aksırık falan gibi problemleriniz de yok. Ama şeytan dürttü lan acaba ben de Koronavirüs var mı dediniz ve gittiniz bir tahlil yaptırdınız. Hikaye bu ya testiniz de pozitif çıktı, yani bu Koronavirüsü bir yolunu bulup size bulaşmış.

Başınıza ne gelir dersiniz?

Örneğin ambulanslar, polisler, hemşireler, doktorlar, silahlı nöbetçiler, karantina, kilit, vs...

Vallahi Türkiye’de ne olur bilmiyorum ama eğer buralardaysanz doktorunuz size bir-iki basit ilaç yazıp eve gönderir.

Şaşırmayın, çok ciddi söylüyorum. Ne kimse polisi çağırır, ne de doktorlar hemşireler sizi apar topar paketleyip karantinaya alırlar.

Bunun da çok geçerli bir sebebi var.

Koronavirüsü tedavi edilebilir bir hastalık değil.

Koronavirüsü kapmış bir hasta için şu anda yapılabilecek tek şey bu hastalığın belirtilerini yani semptomlarını azaltıp sizi rahatlatmak, elbette eğer semptomlar ağırsa tıbbi müdahale ile sizi hayatta tutmak.

Hal böyle olunca da eğer ciddi semptomlarınız yoksa bu hastalığı evde ya da hastanede geçirmenizin bir farkı kalmıyor. Sadece hastanede bir yatağı, hastabakıcıları, hemşireleri, doktorları vs meşgul ediyor olacaksınız. Bunun yerine evinize gidip, rahat yatağınızda Netflix seyretmeniz, eğer semptomatik olursanız da hastaneye geri dönmeniz çok daha mantıklı.

Eğer bu virüsü kapmış her hastayı hastanede karantinaya alıyor olsalardı hiçbir ülkedeki hastanelerin yatak kapasitesi bu işe yetmezdi.

Çok ciddi söylüyorum. Düşünün COVID-19 pozitif çıkan birinin en azından evde karısına, çocuğuna, iş yerindeki arkadaşlarına komşularına bu virüsü bulaştırmış olma ihtimali çok yüksek. Çocuklar da okuldaki arkadaşlarına, onlar da evdeki anne-babalarına, anne-babalar kendi komşu ve iş arkadaşlarına...

Eğer COVID-19 hastaları takip edilip temasta bulunduğu her insana test yapılmış olsaydı, ortaya çıkacak COVID-19 hasta sayısı şimdikine nazaran inanılmaz boyutlarda olurdu, çünkü COVID-19 çok kolay bulaşan bir virüs.

Zaten bundandır hükümetler koronavirüsünın tespitinden çok yayılmasını engellemeye yönelik önlemler alıyor.

COVID-19 virüsünün, artık iyi diyebilirsek, iyi bir tarafı ise ölümcül olmaması. Hatta ciddi bir rahatsızlığı olmayan insanların hemen tümü bu hastalığı ya sıfır semptom, yani farkında bile olmadan, ya da çok hafif semptomlarla atlatabiliyor. Geri kalan hastalar izlenebilir semptomlar geliştiriyorlar, ve özellikle ileri yaşta olanlar ne yazık ki bu virüs sonucunda hayatlarını kaybedebiliyorlar.

İşte bu yüzden tahlil yapıp COVID-19 virüsü kapmış hastalığı yani vakaları tespit etmek sadece istatistikleri daha hassas duruma getiriyor. Düşünün, adamda COVID-19 var ama semptomatik değil. Bu adamı nasılsa eve göndereceğinizden, onun COVID-19 pozitif olup olmaması çok fazla bir şey değiştirmiyor.

Bu işten anlayanlar her gün ülke basınında yayınlanan vaka iyileşme ve ölüm sayılarını pek ciddiye almıyorlar, çünkü bilinmeyen, tespit edilmeyen ve hastaların farkında olmadan iyileştiği vaka sayısı o kadar fazla ki tespit edilenler bir fikir vermekten çok uzak kalıyorlar.

Bir web sitesi var ve ben her gün sadakatle izliyorum. Sözcü gastesi de zaman zaman bu siteden alıntı yapıyor. Bir Excel tablosu var ve bu tabloda her ülkenin kaç COVID-19 vakası olduğu ve bunlardan kaçının iyileştiğini yayınlıyorlar. Kongo mudur, Zambia mıdır bir ülke var, en çok ona gülüyorum. Sadece bir tane COVID-19 vakası var ve bu sayı günlerdir değişmiyor. Yani garip hasta ne iyileşiyor ne ölüyor. Sanki sadece bir tek COVID-19 virüsü Wuhan kentinden uçmuş Kongolu bu garibin kıçından girmiş, bu adam da virüsün girdiğini anlayınca kimseye bulaştırmayim diye yalnız başına kaçmış ormanın ıssız bir köşesinde ölmeyi bekliyor.

Tamamen zırva sizin anlayacağınız. Aynı bizimkiler gibi. Memlekette hastalığı tesbit edebilecek tahlilleri engelleyip, bizde sadece kırk vaka var demek artık ne kadar inandırıcı, siz düşünün. Neyse ki sonucu yukarda belirttiğim üzere ciddi değil. Kim bilir kaç ukala dümbeleği muhalif ve hüloooğğğ farkında bile olmadan COVID-19 oldu ve iyileşti...

Profesyonellerin tahmin ettikleri gerçek vaka sayısı bu rapor edilenlerden binlerce kat yüksek. Ben Türkiye’yi sordum, bana söyledikleri 80 milyonluk Türkiye‘de en az 1 milyon vaka vardır diyorlar. Bu kafadakiler de zaten önümüzdeki bilmem kaç yıl içersinde Alman nüfusunun %70 inin falan bu virüsü kapancağını söyleyenler.

Medya elbette bu rakamları bir kıyamet günü belirtisi gibi servis ediyor ancak düşünürseniz bu sadece önümüzdeki bilmem kaç yıl içersinde kaç kişinin grip olacağından farklı rakamlar değil. Aynı hesaba göre ölüm oranının on binde bir falan olduğunu düşünürsek öyle katastrofik bir sonuçtan da bahsediyor değiliz.

Lütfen yanlış anlamayın. Bu salgının boyutunu ve sonuçlarını küçümsüyor değilim. Sadece medyanın ve beklentisi tamamen politik ya da finansal olan çevrelerin bu işi büyüterek bizleri korkuttuğunu düşünüyorum.

Peki durum böyleyse bu İtalya’da olanlar ne?

İtalya’da olanları anlamak için biraz İtalyanları anlamamız gerekiyor. Öncelikle İtalya’nın çok yaşlı bir nüfusu var. Ve İtalyan halkı da karekterleri itibarıyla öyle çok disiplinli düzenli organize bir topluluk değil. Bu konuda biraz da bize benzerler, öyle çok karantinaya hijyene evde oturmaya falan gelmezler.

Nüfusu yaşlı olduğu için COVID-19 kapattıktan sonra ağır semptom geliştirenlerin sayısı bir anda o kadar çok yüksek boyutlara ulaştı ki İtalyan hastanelerinde bu hastaları tedavi edecek kapasite bir anda aşıldı. Sonra da ikinci Dünya Savaşı ndan kalma sahnelere tanık olduk. Genç doktorlar yaşlı hastaların hangilerinin yaşayacağına hangilerinin ölüme terk edileceğine karar vermek zorunda kaldılar.

Zaten bu sokağa çıkma tedbirlerinin bütün Avrupa ve sonrasında dünyada uygulanmasının birinci sebebi de hastanelerdeki yatak kapasitesini, özellikle yoğun bakım kapasitesini zorlamadan bu salgını atlatmak. Bu işi bilenler bu hastalığın yayılmasını tamamen önlemenin imkansız olduğunun farkındalar. Alman nüfusunun yüzde bilmem kaçı İngiltere nüfusunun binde bilmem kaçının falan bu hastalığı eninde sonunda kapacağını öngörmelerinın nedeni de bu. İşte bu yüzden insanları evde tutarak bu salgının hızlı bir biçimde yayılmasını önleyip yoğun bakım kapasitesini rahatlatmayı hedefliyorlar. Ha bir de arada belki bir aşı, bir tedavi yöntemi bulunur diye umuyorlar.

Yani Avrupa temelinde özetlersek, bu olan bitenin devletlerin yaşlı nüfuslarını kurtarma çabası olduğunu söyleyebiliriz.

İnsanlık COVID-19 virüsünü de atlatacak, bizler de bugünleri bir tebessümle hatırlayacağız. Ancak tehlike geçmiş olmayacak. Basit bir grip virüsünün bizi ne hallere düşürdüğüne bakarsak, daha ciddi ve ölümcül bir virüsün nasıl zarar verebileceğini kestirebilirz. İşte bu yüzden çabalarımızı böyle bir salgınla mücadele etmeye odaklanmalıyız. Bunun yöntemi de hastanelerimizi ve sağlık personelimize bu işe hazır tutmak.

Ben temenni etmiş olayım da...

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...