24 Şubat 2019 Pazar

Obez Balina

Jet motorlarının üretimiyle Amerika ile Avrupa, yada Amerikanın doğu kıyısı ile batı kıyısı arasında non-stop uçabilecek yolcu uçakları fikri bütün üreticilerin en önemli hedefi haline dönüşmüştü.

Bu görevi hakkı ile ilk kez bir uçak başarabildi.

Onu bir şarkıyla analım.

But my heart keeps calling me backwards
As I get on the 707
Riding high, I got tears in my eyes
You know you got to go through hell before you get to heaven

Big ol’ jet airliner
Don’t carry me too far away
Oh, big ol’ jet airliner
‘Cause it’s here that I’ve got to stay

Steve Miller bu şarkıda büyük, eski bir jet yolcu uçağıyla, aklını geride bırakıp, evinden uzaklara biraz isteksizce uçuyor.

Bu büyük, eski yolcu uçağı bir Boeing 707.

Boeing, uzun menzilli bombardıman uçağı B-52’nln sekiz motorumdan dördünü, gelmiş geçmiş en sağlam uçak gövdelerinden birine takıp, bu kıtalar arası yolcu uçağını tasarımlamış.

Ama öyle bir uçak yapmış ki, bugün yolcu modelleri hizmetten kalkmış olsa da, tanker, AWACS gibi askeri modelleri halen kullanılıyor. Bu uçaklar askeri hizmetin ağır ve hoyrat kullanımına rağmen, onları uçuran pilotlardan ileri yaşları ile hala taş gibi ayakta duruyorlar.

707 ya da ‘seven oh seven’ lar 1958’de yapılmaya başlanmış ve üretimleri 1979’da durmuş. 1970’lerde THY’de de uçmuş, ama çok uzun bir süredir ana akım hava yollarımda kullanılmıyorlar.

İşin en acı tarafı, bugüne kadar hiçbir 707 ile uçamadım. Bundan sonra da uçabilmemin görünürde bir imkanı yok.

Kıtalar arası uçuşların öncülüğünü Boeing 707'ler yapmış olsa da, büyük kitlelerin ucuz biçimde uzun mesafe seyahat etmelerini olanaklı kılan tam anlamıyla efsane bir uçak vardır.

Onu da bir şarkıyla analım.

Got on board a westbound seven forty seven
Didn’t think before deciding what to do
All that talk of opportunities, TV breaks and movies
Rang true, sure rang true

Ne yapacağını çok da fazla düşünmeden doğuya uçan bir yedi-kırk yediye binmiş. TV'de izlediklerinden orada çok iyi fırsatlar olduğunu düşünmüş. Sonra gittiğinde de ne para ne karı... Kaliforniya'nın güneyine hiç yağmur yağmazmış, o yüzden sızlanıyor.

Konumuz doğuya uçan yedi-kırk yedi, yani Boeing 747. Herkesin bildiği adıyla da Jumbo Jet.

Gördüğüm en güzel uçak desem yeridir. Dört motoru, devasa gövdesi, hemen öndeki first class ile pilot kabininin bulunduğu ikinci katı ve geniş, kondorlu yolcu kabini ile bir kız gibi gökyüzünde süzülür.

Yüzlerce yolcuyu çok uzun mesafelere taşıyabilir. Şarkıda örneğin, kahramanımız Amarika'nın doğu kıyısından batı kıyısına, olasılıkla New York'dan Los Angeles'a uçuyor. Çok uzun, üç saatlik bir zaman dilimidir bu uzaklık. Türkiya ile Portekiz ya da İngiltere arası, meridyen hesabıyla sadece iki saattir, siz hesaplayın.

Jumbo ile ilk tanışmamız bundan otuz sene öncesinde olmuştu. TWA'in bir 747-200 modeliyle Atlantik’i geçmiştim. İyi de etmişim. Artık bu klasik modeller hepten hizmetten kaldırıldı.

Sonrasında her fırsatta, planları bir kaç gün erteleme ya da öne çekme pahasına 747-400'lerle uçtum. Hele birinde Frankfurt'tan Seul'e, business class'ta ilk sırada uçmuştum, ki bilenler bilir, Kamil Koç'ların 302'lerindeki iki numarası gibi bu uçağın en güzel koltuğudur. Pilot kabini üst katta olduğu için business class'ın en ön sırası uçağın tam burnundadır ve burun konisi mağara gibi önünüzde açılır. Uçakta değil, bir sinema salonundaymışsınız izlenimini verir.

Başka bir kez aynı koltuğu bir Buenos Aires uçuşu için almıştım ama Luftwafe öndeki boşluğu bir dolap ile kapamıştı ve bu duruma çok içerlemiştim.

Boeing 747'ler 1970'lerde ticari uçuşlarına başladılar ve bugün hala üretiliyorlar.

Şimdi yavaş yavaş konumuza girelim.

Boeing 747, Boeing firmasını ihya etmiş, yarım asır boyunca ona milyarlar kazandırmış rakipsiz bir uçaktır.

Hal böyle olunca Avrupalılar da bu büyük uçak pazarından pay kapmak için harekete geçtiler.

Avrupalılar nedense "en" 'lere çok meraklıdırlar.

Bu yüzden 747'den biraz küçük olsa da hala büyük ancak çok daha uzun menzilli, hatta dünyanın "en" uzun menzilli uçağı A-340'ı yaptılar.

Bu uçak hiç yere inip, yakıt ikmali yapmadan dünyanın yarısını geçebiliyordu.

Ancak bunun bir bedeli vardı. Neredeyse uçan bir tanker olan bu uçak, ihtiyacı olan yakıtı taşımak için de ekstra yakıt taşımak zorunda kalıyordu. Bu sebeple hiç de ekonomik değildi. Emirates gibi hava yolları, Londra'dan Sydney'e uçmak isteyen yolcuları ekonomik iki motorlu uçaklarla Dubai'ye taşıyıp, orada bir gün ağırlayıp, Sydney'e, Singapur'a, Hong Kong'a vesaire, rahat, yol yorgunluğunu atıp dinlenmiş ve Dubai'nin shopping mall'larında para harcamış bir biçimde taşıyabiliyorlardı.

A-340 da bu nedenle ölmeye mahkum bir uçak haline geldi. Airbus bu noktada akıllı bir hamle yaptı ve A-340'ın iki motorunu atıp, gövdesi neredeyse A-340 ile aynı A-330'u üretti. Bu uçak belki "en" uzun menzilli uçak olmadı ama aptal gibi tonlarca yakıt taşımak için tonlarca yakıt yakmadığımdan, A-340 konforunu hava yollarına çok daha ucuz bir platformda sağlayarak Airbus'a "en" çok para kazandıran uçaklardan biri oldu.

Bu "en" tutkusunun havacılıktaki en acıklı kurbanı ise Concorde'dur.

Bu uçak dünyanın "en" hızlı yolcu uçağıdır. Gerçek bir mühendislik harikasıdır. Dünyanın bence gelmiş geçmiş en güzel görünümlü uçaklarından biridir.

Sesin iki katından fazla bir hızda uçar. Bu hızın yol açtığı sürtünme yüzünden o kadar ısınır ki, havada boyu yirmi santim uzar. Yere indiğinde ısıdan dolayı pencereleri hala sıcaktır. O kadar yüksekten uçar ki, yolcular dünyanın eğimini görebilir. Londra'dan kalktığı saat, New York'a indiği saatten daha ileridir, yani saat sabah sekizde Londra'dan kalkıp, New York saatiyle sabah yedide inmiş olur.

Ancak bir benzin canavarıdır. Sadece kapıdan pistin başına gitmek için iki ton yakıt yakar.

Daha da kötüsü, ses hızının üzerinde uçtuğunda çok gürültü yapar, hiç kimse de haklı olarak tepesinden Concorde geçerken camının, çerçevesinin kırılmasını istemez. Bu yüzden de sadece okyanus üzerinde ses hızının üzerine çıkabilir. Bir uçağı hem düşük, hem yüksek hızlarda ekonomik uçacak şekilde tasarımlayamarsınız. Concorde da doğal olarak yüksek hızlara optimize edilmiştir. Ses hızının altında uçarken tam bir felakettir. Bundandır ki okyanus üzerinde değilken bütün avantajını kaybeder. Amerika ve Avrupa üzerinde sesten hızlı uçamadığı için kullanılamaz.

Düşünün, Zürih'ten New York'a gideceksiniz. Aktarma sonrası Heathrow'da transfer, kontrol, güvenlik, kapıda yarım saat, uçakta yarım saat, taksi, vesaire bir yarım saat daha ve alın size dört saat. Üç saatlik Concorde uçuşunu da ekleyin, oldu mu size yedi saat?

Buna bir de hedefiniz New York değil ise Amerika içi uçuşu eklediğinizde on iki, on üç saati buluyorsunuz. Halbuki Boeing 747, 767 ya da özellikle 777 ve 787 gibi Concorde'a göre kat be kat ekonomik bir uçakla, non-stop altı-yedi saatte dangadanak final destinasyonunuza ulaşabilirsiniz. Hem daha az zamanda, hem de ÇOK daha ucuza.

Al takke ver külah, enflasyon, erken bilet falan, gidiş-dönüş bir kişi için Paris-New York uçuşu 15 bin dolardı. Biz daha geçen Cenevre-New York gidiş dönüş, üç kişi için toplam bin iki yüz dolar ödedik.

Kısacası Concorde ölü doğmuş bir uçaktı.

Yapan devletlerin sübvansiyonuyla sadece İngiltere ve Fransa kullandı, zarar etmelerine rağmen namımız yürüsün deyip, hizmette tuttular. Sonra da benim gibi havacılık tutkunlarını üzüntüye boğarak hizmetten kaldırdılar.

Söylemek bile gereksiz, Concorde ile hiç uçmadım. Personelin rahatını fazlasıyla ön planda tutan eski şirketim bile Concorde ila yapılacak iş gezilerini haklı olarak imkansıza yakın koşullara bağlayan bir kısıtlama getirmişti.

Neyse. Concord'a da Michel Sardou'dan bir şarkıyla veda edelim.

Le soleil, la nuit,
Tout concorde.
New York et Paris,
Tout concorde.
L’espace et le temps,
Les larmes et le sang,
Tout concorde.

Gün ışığında, gecede, hep Concorde. New York, Paris, hep Concorde, uzayda, zamanda, gözyaşında, kanda, hep Concorde!

Bugünlerde, Avrupa havacılığı bu "en" merakına acılı bir kurban daha verdi.

Airbus, A-380 modelinin üretimini sonlandıracağını açıkladı.

Boeing'in 747 ile yakaladığı güzel kardan pay almak isteyen Airbus, 747'den çok daha büyük, tüm gövde boyunca iki katlı, 800 yolcu taşıyabilen devasa bir uçak tasarımladı.

Ancak A-380, kız gibi Boeing 747'nin yanında obez bir balina kadar çirkin kalmıştı.

Bu uçakla uçan pilotlar teknolojisini yere göre koyamasalar da, izlediğim bir kaç belgesele dayanarak söyleyebilirim ki bu uçak bir bakım faciasıydı. Uçağı uçabilir halde tutmak havayollarını çıldırtıyordu.

A-380 tam olarak dolduğunda ekonomik sayılabilecek maliyetlerle uçabiliyordu, ne var ki gerçek hayatta bu uçağı doldurmak o kadar da kolay değildi.

Yukarda Concorde'u anlatırken değindiğimiz "hub" modeli, yani yolcuları sağdan soldan hub şeklinde kullanılan merkezi havaalanlarına getirip bir uçağa tıkıştırmak Concorde gibi sesin iki katında uçan hızlı bir uçakla bile uzun sayılırken ses hızının altında uçan A-380 için nasıl çalışabilirdi?

Bir de yüzlerce yolcuyu indirip, bindirmek ÇOK uzun zaman alıyordu. Bu kadar yoğunluğu bir çok havaalanı kaldıramayacak durumdaydı.

İki motorlu ekonomik ve uzun menİlli uçaklarla her yerden her yere uçmak mümkünken, sadece A-380'le uçtum deme için hangi akıllı yolcu saatlerini kaybetmeyi kabul ederdi?

A-380'e prensipte sadece Fellahlar ilgi gösterdi. Dubai hub'ını kullanarak bu uçakları doldurabileceklerini düşündüler, o bile olmadı.

Bir çok havayolu A-380 yerine Boeing'in ekonomik başarısı 777 modeline yöneldi.

Dünyanın "en" büyük yolcu uçağı A-380'de yolun sonuna geldi, hem de elli yaşındaki rakibi Boeing 747 hala üretimde kalırken.

A-380 için yazılmış bildiğim bir şarkı yok. Belki onu bir yalelli ile anabiliriz, ona da söz yazmak gerekmiyor malumunuz..

Şimdi tek hedef, havayolları bu zarar makinesini tamamen çöpe atmadan, onla bir kere uçabilmek.

Sevgi ile kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...