27 Ekim 2015 Salı

Villars

Dünyevi zevkleri neredeyse hiç olmayan biriyimdir arkadaşlar. Örneğin yirmi senedir İsviçrede yaşamama rağmen, daha bir tane İsviçre saatim olmadı. Yıllar önce, mobil telefonların yaygınlaşmadığı günlerde, sık sık iş gezilerine çıkmak zorunda kalıyordum. O yüzden uçakları kaçırmamak için, o zamanki patronumun da tavsiye şekline sokulmuş bir emiri ile duty-free'den bir Swatch almıştım. Onu da ya bir, ya iki kere taktım ya da takmadım.

Eşim Jelena'nın (Yelena) bana sormadan aldığı bir iki tanesi dışında, öyle Gucci, Versace, Armani gibi giysilerim de yoktur. Zaten eşim Jelena'nın bana sormadan aldığı, markası ne olursa olsun, giysilerden başka hiç bir giysim de yoktur.

Öyle elegant yemekleri seven, yani gourmet biri de değilimdir. Hatta midesiz bile sayılabilirim. Yiyebildiğim yemeklerin sayısı, yiyemediklerimden kat be kat azdır.

Ancak bir zevkim vardır ki, onu zevkle zevkederim..

Güzel bir bardak kırmızı şarap.

Bu şarabı nerede içtiğim, ne ile birlikte içtiğim, ve herşeyden önemlisi kim ile birlikte içtiğim çok önemlidir.

Üçümüz Villars'dayız
Tatildeyken konaklama yerimize geldiğimizde ilk işim bir bardak kırmızı şarabı karımla birlikte yavaş yavaş içip, geldiğimiz yerin tadını çıkarmak olur.

Jelenanın hamileliğinin ikinci yarısı ve ardından sevgili kızım Melissa'nın doğumu nedeni ile pek sağa sola gitme fırsatımız olmadı. Biraz Melissa'ya bir şey olur, hastalanır diye korkudan, biraz da onunla evde vakit geçirmeyi tercih ettiğimizden gezileri kesmiştik.

Ancak bir yerden başlamamız gerekti.

O yüzden, biraz da deneme amaçlı, kısa bir hafta sonu gezisine çıkalım dedik.

Ocak ayında, Jelena hamileyken, İsviçrenin oldukça ünlü bir kayak merkezi Villars'da bir hafta sonu geçirmiştik. Jelena kayağı çok sevmesine rağmen, hamileliği yüzünden kayamamış, suyu da çok sevmesine rağmen, benim miyavlamam yüzünden otelin spa'sını kullanamamıştı. O zaman Melissa doğsun, yeniden geliriz, istediğin kadar havuzda kalırsın demiş ve anlaşmıştık.

Odamıza yerleşip hemen aşağıya indik. Ben Melissa'yla bara oturdum, Jelena da havuza. Bar dediğime bakıp da üç aylık bebekle orada ne işin var demeyin. Oturduğum yer bir otel barı, yani alçak sesli piyano eşliğinde keyif yapma yeri, yoksa haydi bütün eller havaya tipi kafa şişiren bir bar değil.

Günün en keyifli anı başlamak üzereydi.

Bir bardak şarabımı söyledim. Garsonla kısa bir münazara sonunda, Cote bölgesinden, yani Leman gölü üzerinde, Lozan ile Cenevre arasından bir Pinot Noir'da anlaştık.

İngilizce konuşan birinin, Cote bölgesindeki Pinot Noir şarabını bilmesi garsonun her halde takdirini kazandırdı ki, şarapla birlikte, mükemmel fındık, fıstık, cips ve yeşil zeytin de getirdi.

Sandalyemi pencerenin önünde, Alplerin mükemmel manzarasını en iyi görecek biçimde konumlandırdım. Pencere dediğime bakmayın, duvar zaten yok, her yer cam.

Masa üzerindeki bardak, kuruyemiş vesaireyi de zahmetsizce uzanıp alabilecek şekilde ayarladım. iPad ile bir selfie çektim ki Facebook'a hayat bu işte falan diye post edeyim.

Hafif tonda klasik bir caz müziği, My Way, eşliğinde şarabıma başladım. Hayat cidden buydu işte.

Şarabımdan iki yudum ya aldım, ya almadım, bebek arabasının akustiğinin de yardımıyla, yangın alarmı gibi Melissa'nın sesi bütün barı doldurdu.

"VEEEEEEEEEEEEEEEE!!!!!!"

Canım kızım hiç de öyle ağlayan, bağıran bir bebek değildir. Emziği bile yoktur, sadece bir kez, o da fotoğraf çektirmek için kullanmışlığı var, hepsi o.

"VEEEEEEEEEEEEEEEE!!!!!!"

Aslında ağlamaz, emziği falan yok gibi lafların bir sonucu yok. Ağlıyor işte.

İlk iş, hemen mamasını hazırlayıp verdim. Bir-iki yer gibi oldu, sonra başını çevirip kaldığı yerden devam etti.

"VEEEEEEEEEEEEEEEE!!!!!!"

Ne yaparsın... Aldım kucağıma, başladık yürümeye.

Bu yürüme iyi gelmişti. Çığlıkların frekansı düşmüş, hatta biraz güler gibi bile olmuştu canım kızım.

Belki sakinleşmiştir diye bir deneme yaptım ve Melissa'yı arabasına koyar gibi oldum ama öyle bir bağırdı ki, garson bir şey mi oldu diye geldi.

Yeniden aldım kucağıma ve başladık yürümeye. O güzelim şarabım geldiği gibi kalmış, ben elegant bir otel barında, kucağımda Melissa ile turlarken My Way eşliğinde, biberonla mama yediriyordum.

Gezilerimizin Melissa'dan sonra nasıl olacağı yavaş yavaş ortaya çıkıyordu.

Yorulunca Melissa ile bir anlaşma zemini bulduk. Kucağımda kalmak şartıyla oturmama izin verdi. Ben de bir iki yudum şarap içebilme fırsatını buldum.

Az sonra Jelena havuzdan döndü. Anlaşmamıza göre akşama kadar havuzda kalacaktı ama bir saat bile geçmeden "Sizi özledim" diye geldi. Kibarlık yapıp sizi özledim dese de, kimi özleyip de geldiği aşikar olduğu için üstelemedim. 😊

Ben de gelmişken girmemezlik yapmayıp, bir yarım saatliğine havuza gittim.

Bu spa işi dünyanın her yerinde popüler olmaya başladı, ancak bana sorarsanız, İsviçreliler bu işte bir numara.

Bu spa dedikleri şeyi parayı bastırıp dünyanın her yerine kurabilirsiniz. Sonuçta bir havuz ve suyun altından yada kafanızın üstünden püsküren tazyikli su. Öyle atla deve değil.

İsviçrenin farkı, bu spa işini kendilerine has bir finesse'le, yani Kendilerine özgü tatlarıyla yapmaları.

Oradan, buradan fışkıran suların üstüne havuz başında çıtır çıtır odunların yandığı bir şömineyi, Dünyanın en güzel dağları olan Alplerin o doyulmaz manzarasını ekleyince, İsviçrenin farkı ortaya çıkıyor işte.

Düşünün ve gün boyu kayak yaptıktan sonra bir bardak sıcak şarap ile o sıcacık suyun içine girip, karların içinde, açık havada yorgunluk atmanın dayanılmaz tadını hissedin.

İsviçredeki bu tip resortların başka bir güzelliği de yine geleneksel detaylara verdikleri önemle herşeyi sizin için önceden düşünüp ayarlamaları.

Örneğin çoğunlukla spa bölgesine direkt özel bir asansörle gidilir. Böylece lobide, barda, ellerinde mayolarıyla, havlularıyla insanları görmezsiniz.

Her yer tabelalarla ve ikonlarla işaretlidir. O yüzden kabinler nerede, havuz ne tarafta, saunaya nasıl gidilir diye sağa sola koşuşturan insanlar yoktur.

Kullanacağınız fasiliteler sizin yürüme yönünüzde, kullanım sırasına göre dizilidir. İleri, geri gidip gelmenize gerek kalmaz. Sadece bir istikamette yürüyerek havuza ulaşır, işimiz bitince de geri çıkış kapısını bulursunuz.

Size verdikleri anahtarla dolabınızı açar, içinden terlik, havlu ve bornozunuzu alır, havuz bölgesine gidersiniz.

Havuz bölgesi sessiz ve sakindir. Bağırıp çağıran hatunlar, koşuşturan çocuklar, elinde düdük, o yassah, bu yassah diye size dayılık yapan görevliler yoktur. Havuz, jakuzi, hamam, sauna, artık ne istiyorsanız girer, kullanır, güzelce vakit geçirirsiniz.

Çıkınca duş bölgesinde koca bir sepete havlu ve bornozunuzu atar, duşa girersiniz. Duştan çıkınca temiz havlunuzu alır kabinlere dönersiniz. Dolabınızda ıslak mayonuzu koymanız için bir plastik torba bulunur.

Saçınızı kurutup giyinirsiniz. Yine yolunuzun üstünde bulunan sepete ikinci havlunuzu da atar ve çıkarsınız.

İsviçrenin başka bir güzelliği de, özellikle termal, yani doğal olarak sıcak gelen suyun rutin olarak kontrol ediliyor olmasıdır.

Sıcak suyun bir iki önemli riski vardır.

Örneğin bakteriler sıcak suya bayılırlar. Özellikle ılık suyun içinde hemen üreyip çoğalmaya başlarlar. Bakteri dediğimiz canlılar aslında bildiğimiz mikroplardır. Az bir bölümü faydalı olsa da, çoğunluğu zararlıdır. İnsanları hasta eder, rahatsızlık verirler.

Sıcak suyun başka bir özelliği size ulaşana kadar kat ettiği yol üzerinde bir çok maddenin içinde kolayca çözülmesidir. Ağır metallerden gibi birçok zararlı madde dünyanın derinliklerinden size spalar aracılığı ile ulaşabilir. O yüzden, nerede olursa olsun, sıcak suda yüzerken su yutmamaya dikkat edin derim.

Yıllar önce bir iş seyahati için Kazakistandaydım. Otel odama bir not bırakmışlardı. Üzerinde aynen şunlar yazılı idi.

"Almati soğuk su şebekesi her gün Amerikan elçiliği taraflımdan tahlil edilmektedir, bu su içilmese de, güvenli olarak kullanılabilir. Sıcak su ise kontrol edilmemektedir, o yüzden lütfen duş alırken ağızınızı kapayın."

On gün soğuk su ile duş almıştım. 😊

Ve doğal termal suların belki de en tehlikeli özelliği, içerebilecekleri radyo-aktif maddelerdir.

Radyasyonun her türü zararlıdır. Nokta. Sadece bu zararın azlığı ya da çokluğundan bahsedebiliriz.

Sırbistan'da, Niş kentinin yanı başında Nişka Banya isimli, termal banyoları ile ünlü bir kasaba vardır. Bu termal sular da bir derece radyoaktif madde içerir. Ne acı ki, birçok kişi bu radyasyonum sağlığa faydalı olduğunu düşünmekte.

Bu merkezin bir numaralı otelinin adı Radon.

Radon, herkesçe bilinen plütonyum ve uranyum gibi casus filmlerinde kendine bir yer bulamasa da, her anlamıyla bir radyo-aktif elementdir.

Radon'u diğer radyo-aktif elementlerden ayıran özellik, onun bir gaz olmasıdır. Dünya üzerinde uranyum yada plütonyum gazı doğal olarak bulunmaz. Ancak radon her zaman gaz halindedir. Hem de renksiz, kokusuz, tamamen görünmez ve hissedilmez bir gaz.

Gaz olduğu için de radon'u nefes alarak içinize çekebilirsiniz.

Bu yolla aldığınız radon, ciğerlerinizde kalır ve yaydığı radyasyonla hücrelerimize zarar verir. Bir teoriye göre radon, akciğer kanserine sigaradan daha fazla neden olmaktadır.

Bu yüzden Nişka Banya'daki Radon oteline sağlık aramak için gelen insanlarla aynı iyimserliği paylaşamıyorum, ne yazık ki. Yazının sonuna radonla ilgili biraz detay ekledim, ilginizi çekerse bir göz atın isterseniz.

İsviçrenin spalarına dönersek, havuzların analizleri ve denetimleri düzenli ve titizlikle yapılır. Jelena üç fizyoterapi kliniğinden sorumlu ve bu havuzlar yüzünden kız neredeyse kimyager oldu, ordan biliyorum. Haftada bir habersiz denetim, günlük analizler, vesaire.., çok sıkı sizin anlayacağınız.

İşte böyle. Bir spa ziyareti, yolunuz İsviçreye düşerse, kaçırmamanız gerekli bir aktivite bence. Hele bir de mevsim kış ise tadından yenmez,

Kısa bir havuz sefasının ardından geri lobiye, Melissa ve Jelna'nın yanına döndüm. Sonrasında da Melissa'yı paketleyip Villars'ı dolaşmaya başladık. Ne de olsa, bu Melissa'nın evden uzak ilk hafta sonuydu.

Melissa, annesinin karnındayken gezdiğimiz her yeri bu kez üç kişi dolaştık. Jelena ile birlikte nasıl sabırsızlıkla onu beklediğimizi hatırladık, hatta Melissa'ya da anlattık ama anladığından ya da hatırlayacağından pek emin değilim. O yüzden bol bol fotoğraf çektik.

Üçümüz Villars'dayız
Akşam yemeği için yine bir önceki gelişimizde gittiğimiz bir Meksika restoranına gittik. Bu kez şarabımı içebildim çünkü Melissa, Jelena'yı taciz etmekle meşguldü. Yemeklerimiz geldiğinde önce ben yerken Jelena Melissa'yı eğlendirdi, sonra da nöbeti ben aldım.

İkimiz de hayatımızın nasıl değiştiğini bir kez daha farkettik. Bu değişikliği hiçbir şeye değişmem tabii ki. Sızlanmak için değil, tarihe bir not düşmek için söylüyorum. 😊

Birçoğunuz için bu öyküler ikinci hatta üçüncü baskı biliyorum, ama benim için çok yeni ve çok ilginç beni anlıyorsunuzdur umarım.

Odamıza geldik ve Melissa ev dışında ilk gecesini, hayatında yine ilk defa bir otelde geçirdi. Yine İsviçre finesse'i, odaya Melissa için bir bebek yatağı koymuşlardı.

Sağlıcakla kalın...

---------

Radon'un Öyküsü

Radon bir asil gazdır. İşin kimyasına fazlaca girmeden, bir asil gaz kendi dahil diğer atom ve elementlere o kadar kayıtsızdır ki, bunların hiçbiri ile birleşmez ve hep kendisi olarak kalır. Radon da radon olarak kaldığı sürece gaz halini korur, mesela oksijenin demirle reaksiyona girerek, pas olup, demire "yapıştığı" gibi bir katının üzerine yapışmaz, yada oksijenle hidrojenin birleşip suyu oluşturduğu gibi sıvı halini almaz.

Radon, radyo-aktif olmayan diğer maddeler gibi, doğal koşullarda devamlı kendisi olarak da kalmaz.

Bir elementi element yapan sadece çekirdeğindeki proton sayısıdır. Örneğin, çekirdeğindeki nötronlarını artıran yada azaltan bir madde, hala kimyasal özellikleri bakımından kendisi olarak kalır. Eğer elektronlarını kaybederse, hemen yeni elektron bulur. Ancak protonları bir giderse, artık başka bir madde haline dönüşür.

Radon gibi tüm radyoaktif maddeler, kurşuna dönüşene kadar, devamlı protonlarını kaybederler. Hattızatında radonun kendisi. toryum ve uranyumun protonlarını kaybetmesiyle oluşur. Protonların kaybı bazen çok hızlı, bazen de çok yavaş gerçekleşir. Ne yazık ki, radon bu proton kaybını çok hızlı geçirir. Ciğerlerinize giren radon hızlı ve yoğun biçimde radyasyon yayar ve hücreleri etkier.

Bugün, uygar ülkelerde insanlar ev alırken radon ölçümü yaptırıyor. Radon heryerde bulunabilir, çünkü uranyum yerkabuğunun her bölgesinde mevcuttur.

Size dikkat edin diyeceğim ama nesine dikkat edeceksiniz. Ne görebilir, ne koklayabilir, ne de başka bir yolla hissedebilirsiniz. Umalım ki radonun az bulunduğu bir bölgede yaşıyor olalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...