22 Nisan 2023 Cumartesi

Savaş!

Sabah uyandığımda üstümde hala önceki günün yorgunluğu vardı. Kahvaltı için otelin restoranına indim. Bir önceki gün başıma gelenlerin başka bir sonucu da, gün boyunca hemen hiçbir şey yememiş olmamdı. O yüzden kahvaltı, bir ziyafete dönüştü. Bosna’nın pastırmaya benzeyen, ancak daha az baharatlı bir eti var. Büfedekilerin yarısını yedim. Peynirler de oldukça güzeldi.

Sabahki programım biraz tatsızdı ancak Bosna'yı ziyaret ederken olmazsa olmaz bir temayı içeriyordu.

Yugoslavya İç Savaşı.

Bu konuya girip, girmemek konusunda çok tereddütteydim. Sonuçta hem sevgili karım öz be öz Sırp'tır, hem de Sırbistanda geçirdiğim üç yıl sonunda Sırpları tanıma olanağı buldum ve onları gerçekten çok severim. Bu nedenle bu yazıyı okuyan sizlerin objektif olamayacağımı düşünmenizi normal karşılıyorum.

Neyse, biraz risk alıp, devam edelim…

Ben ne Haag savaş suçları mahkemesiyim, ne de konuya ahkam kesecek kadar hakimim. O yüzden sizlere aktaracağım sadece benim kişisel deneyimim. Aynı fikirde değilseniz sorun yok. Sadece birbirimize saygılı kalalım yeter.

En sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Bosnalılar, özellikle Müslüman Boşnaklar, Yugoslavya iç savaşının en fazla acı çeken tarafıydılar. Bir kere sayıca çok küçük bir azınlıktılar ve dinleri diğer savaşan taraflara göre çok farklı bir dindi. Hoş, Balkanlar'da Katolisizm ve Ortadoksluk, her ikisi de Hristiyanlığın bir alt kümesi olsalar da farklı dinler sayılırlar ama İslam hala bunlara göre çok, çok uzakta bir noktada konumlanır.

Bu savaş hakkında duyduğunuz, başrollerinde Sırplar'ın olduğu şiddet, işkence, tecavüz, katliam öykülerinin çoğu doğru sevgili arkadaşlar. İşin aslı, şimdiye kadar konuştuğum Sırpların hiç biri zaten bunları inkar etmiyor. Onların şikayeti bu öykülerin tek taraflı aktarılıyor olması. Yine hakim durumuna düşmemek için bu tartışmayı uzatmıyorum ama karşı tarafın da bu konuda söyleyecek çok şeyi var, bunu da bir kenara not edelim.

Peki ne oldu bu kanlı dönemde?

Sizlere saatlerce ve dilim döndüğü kadarıyla bildiklerimi anlatabilirim, ama konuyu çok dallandırıp, budaklandırmadan şöyle özetleyeyim.

Türkiye’den örnek vereceğim. Amacım, Türkler ve Sırplar arasında parelellikler kurarak, savaşta olanları meşrulaştırmak değil. Sadece Türk olduğumuzdan dolayı, aradaki benzerlikleri kullanarak, konunun anlaşılmasını kolaylaştırmak.

Düşünelim. Türk etnik nüfusunun yüzde kaçı Kürtlerin bağımsız bir devlet kurmasına karşıdır?

Yüzde 90 desek, herhalde yanılmış olmayız.

Peki bu yüzde 90'ın yüzde kaçı Kürtler bağımsızlık istiyoruz deyip ayaklanırsa, eline silah alıp, savaşa gider?

Ben en çok yüzde 10 diyorum.

Ve son soru. Bu eline silah alıp savaşa giden yüzde 10'un yüzde kaçı Kürtlere işkence eder, kadınlarına tecavüz eder, mallarını çalar, katliama kalkışır?

Burada çok fal bakmayalım. Ne yazık ki bu şerefsizliği yapacakların sayısı sıfır değil.

Yugoslavya'da iç savaşta olan da buydu işte. Neredeyse bütün Sırplar ülkenin bölünmesine karşıydı, en az yukardaki örnekteki yüzde 90 Türk kadar. Bunlardan bir bölümü eline silah alıp, savaşa gitti - burada ordudan bahsetmiyorum. Bu ayak takımının bir bölümü de bu savaş suçlarını işledi. Benzeri şerefsizler orduda da vardı tabii.

İş böylece kontrolden çıktı, taa Srebrenica'ya kadar geldi. Srebrenica'da üstüne bir de asker üniformasıyla, Birleşmiş Milletler adına sözde güvenliği sağlamakla görevli, Hollandalı şerefsiz, onursuz, çiğeri beş para etmeyecek asker müsveddeleri de eklenince, yüzyılın en büyük trajedilerinden biri gerçekleşti. Sırp ayak takımı bu sözde uygar, şerefli, onurlu 'askerlerin' gözü önünde kadınlara, çocuklara tecavüz ettiler, yüzlerce savunmasız Bosnalı'yı katlettiler.

Hollandalılar yıllar sonra bu olan biten hakkında sorumluluklarını kabul edip, sıkı durun, 'özür' dilediler. Komutanları bu kahraman askerlerin ağızlarına biber sürdü, ceza olarak cici defterlerine yüz kere "Bir daha gözümüzün önünde çocuklara tecavüz edilmesine izin vermeyeceğiz" yazdılar.

Savaş böyle bir şey işte sevgili arkadaşlar.

Herneyse…

Eski Yugoslavya her etnik grubuyla bu işi çözmek zorunda. Çünkü o kadar çok iç içeler ki, kin güderek hiç birinin bir yere varmaları olanaksız.

Yugoslavya, eski Sovyet bloğunun incisi, herkesin gıpta ettiği modern, ileri, temiz, müreffeh bir ülkesiydi. Sanayisi, eğitimi, insan kaynakları, denizi, güneşi , otoyolları ile crème de la crème bir izole cennet! Polonyalı bir arkadaşım, annesi ile babasının tek hayalinin Yugoslavya'ya göçüp, orada yaşayabilmek olduğunu söylemişti bir keresinde. Şimdi hallerine bir bakın.

Slovenler baştan beri bu gereksiz çatışmanın dışında kalabilmişler. Zaten onlarla biraz zaman geçirirseniz, Yugoslavya'daki diğer gruplarla çok az yakınlıkları olduğunu görürsünüz. Ancak diğerleri farklı inancı kabul etmiş, aynı ırktan insanlar. Bir arada yaşamak zorundalar. Bunun tek yolu da, bana sorarsanız, geçmişi ısıtıp, ısıtıp, masaya getirmek yerine, olan biteni kabul edip - unutmaya gerek yok, nasıl beraber yaşarız sorusuna bir cevap bulmak. Ne yazık ki, bu gün itibarıyla bu grupların tümü buna çok uzaklar.

Affınıza sığınıyorum, biraz uzun bir 'disclaimer' oldu, ancak bence gerekliydi.

Sarajevo'ya dönersek... Düldül'e atladım ve sabahın ilk ziyaret noktasına ulaştık. Ulica Zmaja od Bosne, yani Bosna Canavarı caddesi.

Sniper Alley
Komünist/eski komünist bir şehri ziyaret ettiyseniz daha iyi anlayacaksınızdır. Özelikle şehir merkezleri geniş caddelerle ayrılmış, etrafında yüksek ancak zevksiz, tek düze binaların bulunduğu yerleşim öbeklerinden oluşur. Bu caddeler o kadar geniştir ki, hele gözleriniz benimkiler gibiyse, caddenin karşısından babanız geçse seçemezsiniz.

Ulica Zmaja Da böyle bir cadde sevgili arkadaşlar. İç savaş sırasında bu ve bir kaç diğer caddenin başka genel bir ismi vardı, 'Snajperska Aleja', yani 'Sniper Alley', Türkçesiyle 'Keskin Nişancı Sokağı'.

Bu geniş caddelerin etrafındaki yüksek binaların üst katlarına mevzilenen Sırp keskin nişancılar, cadde boyunca yürüyen, yada karşıdan karşıya geçen sivillere ateş açıyorlardı.

Tüm savaş boyunca keskin nişancı ateşi sonucunda 1000'den fazla sivil ölmüş. Bunların yüz civarı da çocuklardan oluşuyormuş. İzlediyseniz Nicole Kidman ve George Clooney'nin The Peacemaker filminde bu keskin nişancıların yarttığı terör çok grafik bir biçimde aktarılır.

Ben güvenilir bir kaynaktan teyit edemedim ancak bazı söylentilere göre bir insanı öldürme fantezilerini gerçekleştirmek isteyen bazı Avrupalı ve Amerikalı manyaklar da savaş esnasında Sırplar'a para vererek, bu binalardan zavallı sivillere keskin nişancı tüfekleriyle ateş açmışlar. Ne diyeyim, eğer doğruysa yapanın da, yaptıranın da bu dünyada yatacak yeri kalmamıştır herhalde.

Sniper Alley'lerin havasını bir kokladıktan sonra Düldül'le Sarajevo Havaalanı'na doğru yöneldik.

Savaş esnasında Sarajevo Sırp kuşatması altındaydı sevgili arkadaşlar. Sırplar bütün yönlerden şehri sarmışlardı. Bosna kuvvetleri ise Sarajevo Havaalanı'nın üstüne kadar gelmiş ve burada mevzilenmişlerdi.
Sarajevo Tüneli

Ancak kuşatma altındaki kente silah, cephane ve her şeyden önemlisi yiyecek ve insani yardım ulaşamıyordu.

Bosna ordusu, hava alanının altından bir kilometreye yakın bir tünel kazdı ve kuşatma aştındaki kente insani yardım gönderdi, yaralıları tahliye etti.

Bosnalılar bu alanı çok güzel bir müze haline getirmişler. Yolunuz düşerse mutlaka görün.

Sarajevo'da savaşla ilgili görülecek çok şey var sevgili arkadaşlar, ve Bosnalılar bu olan biteni unutacağa benzemiyorlar. Ancak unutmasalar da bence biraz bunun şiddetini azaltsalar iyi olacak. Başlarına gelenlere sonsuz saygı ve sempati duyuyorum, ancak kendi ülkelerinin yarıya yakını Sırp. Bu insanlar da bir yere gitmiyor. Gelecekleri için sanki bir noktada geçmişi canlı tutmayı bırakıp, biraz ileri bakmaları gerekiyor.

Gökten düşen üç elmanın bizim payımıza düşeni ise savaşın kötülüğü.

Dikkat diyorum sevgili arkadaşlar.

Bu işler pek Ertuğrul dizisi gibi yürümüyor.

Sevgi ile, ama en önemlisi barış ile kalın ❤️






14 Nisan 2023 Cuma

Mon Français Is None Of Your Business

Kahveyi biz 'eskilerin' dediği gibi biraz 'alengirli' içerim. Saf İtalyan kahvesi çok sert gelir, onu sıcak suyla seyreltip, - kulağa Americano gibi gelse de, Americano'nun aksine biraz sütle rengini açarım.

Bugün otelin karşısındaki bir pastaneden kahve alıyoruz, ben de kıza kahveyi nasıl istediğimi anlatıyorum, bizim maymun atladı, kahveci kıza "Onun Fransızcası kötü, kusura bakma, ben anlatayım" diye bir güzel benim kahveyi tarif etti.

Ben kaka gibi ortada kaldım, hem personel, hem de müşteriler kıkırdamaya başladı.

Sevgili kızım lafına "Son français…" diye başlmıştı, ben de "Mon français is none of your business" diye çıkıştım.

İnsnlar kıkırdamayı bırakıp, artık gülmeye başladılar.

Kahveyi aldık, ama rezilliğimin bini bir para…

Canım kızım büyüyor sevgili arkadaşlar.

Alışacağız artık 😛😀😍❤️

5 Nisan 2023 Çarşamba

Belgrad

Sevgili arkadaşlar, şu sıralar Türk Youtuber gezginleri izliyorum biliyorsunuz. Bu gezginlerin çoğu vize gerekmediği ve fiytların da göreceli olarak ucuz olduğu için Balkanlar'a gidiyor. Ancak başta dil, birde sktir et kim okumakla uğraşacak problemleri nedeniyle sadece sokaklarda dolaşıp, dişe dokunur bir şey anlatmadan dönüyorlar.

Ancak aşağıdaki arkadaş hem gayet yeterli İngilizce konuşuyor, hem de mesisini harcayıp, araştırmış, Belgrad'ı insana havasını hissettirecek kadar anlatabilmiş.

İzlerseniz, içeriğinde Hotel Moskova'yı göreceksiniz. Doğrusu Moskova değil, Moskva - Slav dillerinde başkentin doğru telaffuzu Moskva'dır, neyse.

Çok eski, çok güzel bir oteldir. Eiinstein'dan, Brad Pitt'e, bir dolu ünlü burada kalmış.

Hattızatında bu ünlülerden biri olan ben şahsım da bu otelin saygın konuklarından biri olmaktayım. Önceki haytımda, bekarkene tabii, burada üç beş kez kalmışlığım vardır. Neyse ki o ünlülerin kaldığı odaların duvarlarının dili yok. Eğer olsaydı, olasılıkla Facebook listemin yarısı beni arkadaşlıktan atardı ☺️😜😃

Yine videoda Belgrad'ın Zemun semtinden Macar zamanlarından kalma tarihi, turistik bir yer şeklinde bahsediliyor. Tarihi belki söylendiği gibidir ama günümüzde Zemun, Macar kalıntılarından biraz daha farklı özellikleriyle anılır.

Çok detaylarına girmeden, Sicilya için Corleone köyü ne ise, Belgrad için de Zemun aynı şeydir. Benim çocukluğumun Çın Çın Bağları gibi. Yani yolunuz düşerse, Rumelihisarı'na gider gibi gitmeyin, biraz dikkatli olun derim.

Sırbistan'ın, benim de üç sene yaşadığım ikinci büyük kenti Niş'in de benzeri bir semti bulunur. İsmi Durlan. Bir sene yaşadım burada.

Şaka bir kenara hem Zemun, hem de Durlan'dan çok yakından tanıdığım arkadşlarım vardır. Hepsi de acayip iyi, acayip kafa insanlardır.

Başka bir konu. Videodaki arkadaş Trileçe tatlısını Sırbistan'ın bir spesiyliteisi gibi anlatmış. Aslında Balkanlar'ın gerisinde çok popüler olsa da, Trileçe, Sırbistan’da hiç de yaygın değildir. Arkadaş İtalyan restoranlarına gittiği için, menülerde hep Trileçe görüyor.

Onun dışında anlattıkları hem gerçeklik, hem de görsel olarak çok yerinde.

Belgrad, Avrupanın en güzel kentlerinden biridir sevgili arkadaşlar. Bir çok farklı vesileyle, bir çok kez bulundum. Hepsinde de acayip güzel zaman geçirdim. Yolunuz düşerse mutlaka görün.

❤️❤️



Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...