17 Mayıs 2017 Çarşamba

Herşeyi İsteriz

Türk milleti olarak herşeyi isteriz.

Kahrolsun emperyalist Amerika der, buna rağmen adamları önce gemilerine bindirir, İskenderuna getirir, sonrada yaşasın bağımsızlık deyip geri göndeririz.

Adamlar bu kez Kürtlere ağır silah verdiğinde de sen ne biçim müttefiksin der, kızarız.

Çünkü toplumsal zekamız farklı olaylar arasındaki ilişkileri anlayamayacak kadar az gelişmiştir.

Her olayı diğerlerinden bağımsız, izole bir olgu olarak görür, sadece o an olana bitene tepki gösterir, yani viyaklarız.

Bu viyaklamaların tutarlı olması önemli değildir. Yani dün bir şeye viyaklarken, bugün 180 derece tersine viyaklamamız en ufak bir soru işareti, en ufak bir problem yaratmaz.

Ülkemizde Alevilerin Cemevlerini ibadet yeri saymaz, Yunanistan Atinaya Cami yaptırmıyor diye viyaklarız mesela.

Bundan yirmi sene önce Kürt yoktur, karda kart-kurt diye yürüyen dağ Türkleri vardır derken Bahçeli bugün benim Kürt kardeşlerim der. Kimse de bunda bir problem görmez.

Sadece isteklerimizde tutarsız değilizdir.

Mesela sıklıkla imkansızı isteriz.

Ben muhafazakarım. Karım çalışmasın, kızım çalışmasın ama iyi bir ülkede yaşayayım, iyi bir hayatım olsun.

Yada çocuğum hem imamhatip okusun, hem de atom mühendisi olsun deriz (atom mühendisliği isminde bir fakülte olmadığımı bilerek yazıyorum, anlıyorsunuz nedenini herhalde).

Bunlar doğaları itibarıyla olanaksız şeylerdir.

Bazı isteklerimizi ise dileyerek yerine getirebileceğimize inanırız.

Başka bir deyişle sadece söyleyerek bazı şeylerin gerçekleşeceğine inanırız.

Bir kanıt, bir dayanak, bir örnek falan gerekli değildir. Sadece öyledir deriz, öyle olduğunu zannederiz.

Sarma Türk yemeği, Türkiye cennet ülke, İslam barış dini gibi (bu örneklerin gerçekte doğru olup olmadıklarıyla ilgilenmiyorum, sadece konuşarak bunların gerçek olacağını düşünenlere bu lafım).

Sonra da karşımıza biraz akılla tartışan biri gelip mantık yürüttüğünde apışır kalırız. Türkiye cennet dediğinizde sarkıntılık edenler yüzünden yolda tek başına elli metre yürüyememiş bir turist kadına denk gelir, ya da başka nereyi gördün de Türkiye cennet diyorsun diye bir sorudan sonra ağızımız açık bakarız etrafa.

Ermeni bir arkadaşla bir iki kadehten sonra tarihi mevzulara girdik. Ben soykırım yok dedim, o da bak ben sana bildiğimi anlatayım, sen karar ver dedi.

On dakikada sayfalarca tarihi resim, yazı indirdi İnternetten.

Sonra da sordu. Sen niye yok diyorsun?

Bir cevabım yoktu. Kalben inanıyordum organize bir soykırım olmadığına, ama hazırlıksızdım, geçerli bir cevap veremedim.

Bayağı sonra has be has Türk, bir arkadaşla bir akşam yine iki kadehten sonra konusu açıldı. Ya dedim, soykırım yok diyoruz ama sanki bunları destekleyen kanıtlar yok gibi.

Zekası, toplumsal zeka ortalamasında, yani geri zekalıdan hallice...

Bu alık şahin gibi atladı, hemen buyurdu.

"Soykırım falan yok. Bunlar hep yalan."

Öyle bir konuşuyor ki, kendisi padişah, ferman veriyor hıyar.

Bu kadar zekayla baş etmek mümkün değil tabi.

Bir daha yazayım da, belki anlaşılırım. Soykırım oldu ya da olmadı demiyorum, bunu tartışmanın yöntemini sorguluyorum.

İşte bu kafayla, 1800'lerin Tophanesinde gece yarısı pantolonunuzu indirip, hafifçe öne eğilmiş gibi olursunuz.

Trump da, gelir, Putin de geçer...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...