20 Ekim 2016 Perşembe

Sözcüklerle Oynamak

Hadi biraz sözcüklerle oynayalım bu akşam. İki eski ve güzel arkadaşla ikiden fazla şarap şişesi etrafında sözcüklerle dans ettik biraz, sizinle de paylaşayım istedim.

Siyaset yazmama kararım hala devam ediyor ancak bu akşam biraz, ucundan accıcık da olsa, mutlaka ki istemeden, birazcık dokındırabiliriz... İzninizle tabii.

Konumuz politik ve ideolojik sayılabilir.

Biraz daha açarsak, her sorumlu entelektüel gibi iki kadeh içince dünyayı kurtarma vaziyetleri yani.

Bu içki üstü dünyayı kurtarma vaziyetleri sadece biz Türklere mahsus bir fenomen değildir. Her milletten enteller içip içip zeybeklenir ve dünyayı kurtarma moduna girerler.

Ancak, bir şeyi kurtarmak gibi bir eylem o şeyin batık, kurtarılmaya gereksinimi olduğunu ima eder.

Ne kadar kara bulut toparlıyor üstümüze bu “kurtarma” yüklemi, değil mi?

Halbuki, her millet bu kurtarma işinde olaya bizler kadar karamsar bakmaz.

Alın Fransızları....

Onlar içince dünyayı kurtarmak yerine “Reconstruire le Monde”, yani yeniden yapılandırırlar.

Bir ufak çalımla olayı kurtarma gibi melodramatik bir seviyeden alıp “yeniden yapılandırma” gibi iyimser ve yapıcı bir seviyeye taşırlar.

Halbuki biz “kurtarırız” abi.

Marjinalizdir çünkü...

Ya severiz, ya döveriz.

Ya her anımız birliktedir, ya da yüzüne bile bakmayız.

Bizim olmayan kimsenin olmaz... Döveriz, yüzüne asit atarız, hatta öldürürüz.

Bizim için birisi ya “bizden” ‘dir yada “onlardan”.

Bir insanın yaptıklarının arasında iyi yada kötü, doğru yada yanlış şeyler yoktur kültürümüzde.

O insan “bizden” ise yaptığı HERŞEY doğru, onlardan ise yaptığı HERŞEY yanlıştır.

Onlardan olana aptalca bir hiddetle ne derse desin saldırır, taciz eder, bizlerden olana da aptalca bir bağlılıkla körlemesine destek verir, anlaşılmaz bir sadakatle her fikrini, her davranışını savunuruz.

Orta Asya artı İslam kültürünün bir kokteyli...

Bu körlemesine bağlılıkla, yada hadi adını koyalım, fanatiklikle, yıllar boyu faşist/komünist diye birbirimizi yedik, Kenan paşayı başımıza getirdik ve hatta çoğumuz sevindik huzur bulduk diye.

İlahi adalete, yada İngilizcede dedikleri gibi “poetic justice” yani şairane adalete bakınız ki dünün “faşist ve aynı zamanda sosyal faşistleri” karşısındaki “gomonistler”, Tayyipin korkusuna bugün canciğer, kuzu sarması.

CHP bir çalımla “milliyetçi” yerine “ulusalcı” oldu, MHP ise “Atatürkçü”.

Eminim, Ecevit de, Türkeş de mezarlarından gülüyorlardır halimize...

Peşrevi uzattık biraz, bu saatte öyle derin ideolojik geyikle içinizi baymak değil amacım.

Tartışmamızın özü çok daha basit.

Kunumuz sadece “Sağcı” ve “Solcu”.

Yani şu bildiğimiz basit “Sağcı” ve “Solcu” sıfatları.

Hani sağcı, milliyetçi, muhafazakar, kapitalist yada kibarcası liberal ekonomist.

Karşısında ise solcu, sosyalist, gomonist, devrimci, devletçi ekonomist.

Hiç düşündünüz mü, niye bu ideolojilere ve takipçilerine “Sağ” ve “Sol” gibi yön gösteren isimler verildiğini?

Bu isimler tesadüfi olarak verilmemiştir. İdeolojik kullanımları ile sağ ve sol sözcükleri eş anlamlı olarak da kullanılmaz. Yön belirten anlamları ile kullanılır.

“Sağ” sözcüğü, sağ omuzdaki iyi huylu meleği, sol sözcüğü ise sol taraftaki kötü huylu meleği yani Şeytanı temsil eder. Sadece Müslümanlıkta değil, diğer dinlerde de.

“Sağ” sözcüğü birçok dilde aynı zamanda “Doğru”, “Doğrucu” yada “Hak”, Haklı” gibi sözcüklerle eş anlamlıdır.

Alın örnek olarak İngilizceyi. “Right” hem “Sağ” hem de “Doğru” anlamına gelir. Aynı kökten “Righteous”, “Ahlaki”, “Doğrucu” demektir.

“Sol” sözcüğünün en çarpıcı örneği ise günümüz İtalyancasındadır. “Sol” karşılığı, Latince “Sine” kökenli “Sinistra”, İngilizce de “Günahkar”, “Uğursuz” anlamına gelir.

Sağcılar, solculardan önce türediklerinden solculuğu dillerinde istedikleri tanımlama önceliğime sahip olmuşlardı. Bu sebeple de sol tabanlı ideolojileri uğursuz, günahkar, şeytani gibi sevimli sıfatlarla tanımladılar.

Slavik dillerde de sağ ve sol benzeri şekilde tanımlanır. “Pravo”, “Sağ” aynı zamanda “Doğru”, “Gerçek” falan demektir. Eski Sovyet gazetesi Pravda’yı hatırlarsınız. “Sol” ise “Levo” diye çevrilir.

Sırbistan’da ilk günlerim. Niş kentinde, diz boyu kar kaplı yollarda bir taksi içinde kırık Polonyacamla şoföre yol tarif ediyorum.

“Levo” diyorum sola dönüyor taksi. Polonya’da öğrendiğim iki kelime işe yaradı ya, sanki filoloji profesörü oldum birden.

Tam sıra sağa dönmeye geldiğinde “Pravo” diyorum.

Ancak şoför sağa dönmek yerine basıyor gaza ve dümdüz gidiyor.

“Pravo Molimte” diye bir daha söylüyorum, “Pravo, Da!” diyor ve düz gitmeye devam ediyor.

Ben panikle sağ tarafı işaret edince “Aaa, Desna” cevabını alıyorum.

Sırplar da aynen biz Türkler gibi bir millettir.

Terstirler.

Onların iyi huylu melekleri demek ki sağ omuzlarında değil kafalarının üstünde durmakta.

Çünkü “Pravo”, Sırpçada “Düz” demek. “Sağ” ise “Desna”.

Aslında biraz düşünürsek Türkçede de aynısını demez miyiz?

“Düz Gitmek” dilimizde “Doğru Gitmek” yani “Pravo” değil midir?

Sağlıcakla kalın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...