🐝Mezzy🐝’yi ikna etmek için bir rüşvet gerekiyordu. Budapeşte öncesine iki günlük bir Europa Park gezisi ekledik. Uçağımız zaten Basel Havaalanı’ndan kalkıyordu ve Europa Park Basel’a sadece bir saatlik uzaklıktaydı.
Europa Park bildiğiniz üzere bir amusement park. Disneyland’den daha büyük ve yaşça biraz ileri çocuklara ve ruhu hep çocuk kalanlara hitap ediyor. 🐝Mezzy🐝 ile son zamanlarda bu parkı tercih ediyoruz.
Europa Park’ta iki gün ve sonrasında bir EasyJet uçuşu ile Budapeşte’ye ulaştık.
Otele akşam geç saatte ulaşmıştık. 🐝Mezzy🐝 ile kendimize Wolt üzerinden birer Whopper söyledik, sonra da hemen uyuduk.
Sabah kahvaltımızı St. Stephen Basilica’sının yanında bir cafede ettik. Kahvaltı ettik dediğime bakmayın, doğru anlamıyla kahvaltı eden sadece 🐝Mezzy🐝 oldu. Jelena bir kahve içti, ben de kahve üstüne bir Egri Bikavér içtim. Macaristan’ın bir şarap ülkesi olmasının sonucu, sabahın dokuzunda şarap isteyince acayip karşılamıyorlar.
![]() |
St. Stephen’s Basilica |
Bu basilica’yı gezmek ücretli sevgili arkadaşlar - normalde kiliseleri gezmek için para ödemezsiniz, ancak anlaşıldığı kadarıyla Macarlar bu işi biraz ticarete dökmüşler. Bilet alıp gezmek de öyle kolay değil.
Biz oradayken, işaretler bizi caddenin karşısında bir bilet ofisine yönlendirdi, ancak burada çok uzun bir sıra vardı. Bunun nedeni ise gişede kimsenin olmamasıydı. Online bilet alabilmek için bir QR code koymuşlardı, ancak bu kodun yönlendirdiği web sitesi de çalışmıyordu.
Aziz Stefan bizi affetsin, kilisesini gezmedik.
Kilisenin hemen önündeki duraktan Hop On-Hop Off otobüsümüze bindik. Bu otobüsler Budapeşte’de çok işe yaradı. Hem anlatım, hem de ulaşım için çok uygunlardı. Üstüne fiyata bir de ücretsiz Tuna nehrinde bir tekne turu dahil olunca, tadından yenmedi. Daha önceden bir tekne turu almıştık, ancak hop-hop otobüsler aynı turu bedava verince, ilkini iptal ettirdik.
Hop-hop otobüslerinin tek problemi İngilizce kaydın felaket bir aksanla yapılmış olmasıydı. Kız, “Hızlı konuşmak iyi konuşmaktır” ekolünden geldiği için, ki bu ekol Orta Avrupa’nın eski komünist ülkelerinde çok popülerdir, cümlelerinin ilk beş sözcüğü neredeyse anlaşılmaz durumdaydı. Cümlelerinin sonu da ağır, artık Macar mı, Hollandalı mı desem aksanı yüzünden zar zor anlaşılabilir olunca, söylenenleri anlamak biraz hayal gücümüze kalıyordu. Ancak giderseniz, endişe etmenize gerek yok. Dil seçeneklerinin içerisinde Türkçe de var.
Hava yağmurluydu, ancak hava raporuna göre yağmurlu olmaması gerekiyordu. Jelena ve 🐝Mezzy🐝 ceketlerini yanına almışlardı, ancak ben şahsım zibidi gibi bir t-shirt ile geziyordum. Otobüsten inip, bir mağazadan kendime bir sweat-shirt aldım.
Budapeşte’nin önemli ziyaret noktalarından biri Heroes’ Square, yani Kahramanlar Meydanı’dır sevgili arkadaşlar.
![]() |
Heroes’ Square |
Anıtı çevreleyen sütunlu yapıda ise Macar tarihinin önemli figürlerinin heykelleri bulunuyor.
Meydanın diğer tarafında bir Meçhul Asker anıtı var, ancak buna yaklaşamıyorsunuz.
Bu meydan yapıldığında Macaristan, hala Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun bir parçasıymış. Bağımsızlıktan sonra Habsburg hanedanlarının heykelleri yerine Macar figürler konmuş.
Heroes’ Square etkileyici, görülesi bir yer.
Hop-hop otobüsleri ile durup, ziyaret etmeden şehrin gerisini dolaştık, ve ertesi günkü ziyaret noktalarını belirledik.
Akşamımızı Hard Rock Cafe’de sonlandırdık. Ok bekledim ama hiç Omega çalmadılar.
![]() |
Hard Rock Cafe |
Bu sinagog, İkinci Dünya Savaşı başlarında oluşturulan Yahudi Gettosu’nun girişinde bulunuyor.
Yahudi Gettoları, sadece Macaristanda değil, bir çok Orta Avrupa ülkesinde Yahudileri bir araya toplamak için yapılmışlar. Böylece karar verildiğinde hepsini buradan alıp, ölüm kamplarına getirmek kolay olacaktı.
İlk başlarda sadece barınma amacı güdülüyor gibi gösterilen bu mahallelerde çevrede oturanlar kim Yahudiler, hangileridir görsünler diye açık alanlı giriş ve çıkışlar vardı. Sonrasında Yahudilere, sol kollarına, Yahudi oldukları anlaşılsın diye, çoğunlukla sarı, Davut Yıldızları dikme zorunluluğu getirildi. Daha da sonrasında Yahudi Gettoları’na giriş ve çıkışlar izne bağlandı. Karar verildiğinde ise bu gettolara girilip, içinde bulunan Yahudiler ya öldürüldü, ya da toparlanıp, ölüm kamplarına gönderildi.
Macaristan’ın savaş esnasında önemli bir Yahudi nüfusu vardı. Herkesin bildiği Auschwitz kampı, aslen Macar Yahudilerin katli için tasarlanmıştı. 600 bin Macar Yahudisi Auschwitz’de can verdi. Bu rakam, Auschwitz’de ölen her üç Yahudi’den birine denk gelir.
Dohány Street Sinagogunun bahçesinde, savaşın en büyük toplu mezarlarından biri var. Yahudiler burada ya vurulmuş, ya da soğuktan ve hastalıktan can vermişler.
Dohány Street Sinagogu savaşta çok fazla hasar görmemiş. Birçok kişi bunu, Almanlar’ın Yahudi bölgesinin başladığı noktayı belirleyen bir yapı olduğu için sağlam bıraktıklarını düşünüyor.
Ben Holocaust hakkında çok kitap okudum, bu facianın önemli tarihi noktalarını ziyaret ettim sevgili arkadaşlar. Yahudilere bu bakımdan çok derin sempati duyarım. Bugün, Gazze’de olanlar yüzünden aklınızdan geçenleri elbette biliyorum, ancak bir yanlış, bir doğruyu götürmüyor. Şimdilik bu iki olayı, ve ırklar ile hükümetleri bir birlerinden ayrı tutalım. Bir gün Gazze’de olanlar da konuşulacak elbette.
Sinagogu gezerken erkeklerin Yarmulke yada Kipa ismi verilen başlığı giymeleri zorunlu. Bu nedenle ben de hayatımda ilk kez bir Yarmulke giymiş oldum.
![]() |
Yarmulke |
Aynı parkta üzerinin taşlarla bezendiği mezarlar var. Yahudilik inancında mezarlara canlı sayılan çiçekler yerine taşlar bırakılıyor, çünkü yaşayanlarla ölülerin karışmaması gerekiyor.
Dohány Street Synagogu’nu ziyaret etmenizi kuvvetle öneririm sevgili arkadaşlar. Hem tarihi bir yer, hem de Yahudi olmayanlar için, Yahudilik inancına bir pencere açıyor.
Bu konuyu kapatmadan, son zamanlarda bayağı popüler olan gereksiz bir ayrım için de iki kelam edeyim.
Efendim, Yahudiler bir ırkmış ve inançlarına da Yahudilik yerine Musevilik denmesi gerekiyormuş.
Uzak geçmişte belki biraz doğru sayılabilecek bir ayrım bu. İngilizcede mesela Musevi anlamına gelen “Mosaic” diye arkaik bir kelime vardır, ancak bugün bir Yahudi’ye “Mosaic” derseniz size gülecektir. Günümüzde aklı başında herkes bu inanca “Yahudilik” der. İngilizcesi de Judaism. Etiyopyadan gelen siyahi de, Polonya’dan gelen sarı saçlı, mavi gözlü Aşkanazi de Yahudidir. Bunların her ikisinin de Arap Yarımadası kökenli etnik Yahudilerle bir akrabalığı yoktur. İnancın kendisi de zaten Yahudi ırkını Yahudiliğe inanan kişiler olarak tanımlar - bir de anne tarafından Yahudilik bağı gerekir.
Neyse, çok uzatmayalım. Hristiyanlığa “İsevilik”, “Müslümanlığa da “Muhammedilik” demiyoruz. Böyle gereksiz ayrımlara kendimizi kaptırmayalım.
Bir Macar restoranında öğle yemeğimizi yedikten sonra Széchenyi Köprüsü’ne geldik.
![]() |
Széchenyi Köprüsü |
Széchenyi Köprüsü gerçek bir sanat eseridir. 1849 yılında yapılmış ve Buda ile Peşt’i birleştiren ilk kalıcı köprü olmuştur.
Almanlar, İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda Macaristan’dan geri çekilirken, Tuna üzerindeki Széchenyi Köprüsü dahil bütün köprüleri imha etmişler. Sadece kuleleri ayakta kalan Széchenyi Köprüsü, savaş sonrası aslına sadık kalınarak yeniden inşa edilmiştir.
Budapeşte’ye gelirseniz, Széchenyi Köprüsü’nü görmemeniz zaten mümkün olmayacaktır. Biraz vakit ayırıp, bu ikonik yapıyı sindire sindire gezin derim.
Köprüden sonra altı numaralı rıhtımdan Tuna Nehri tekne turumuza başladık.
Budapeşte, nehir üzerinden gezilmesi en keyifli şehirlerden biri sevgili arkadaşlar. Şehir zaten Tuna boyunca kurulduğu için, tekne turu Budapeşte’nin en görülesi noktalarını adeta bir açık hava müzesi gibi sergiliyor.
Bunların başında güzelim Parlamento Binası geliyor. Orban, sadece bu bina sayesinde bile Avrupa’nın en şanslı devlet başkanlarından biri sayılabilir.
![]() |
Parlamento Binası |
Tur üzerindeki diğer ikonik yapı ise Buda Kalesi. 1250’lerde yapılmış. Geçmişte Macar Kraliyetinin meskeni olan bu muazzam yapı, bugün bir tarih ve sanat müzesi ile bir kütüphaneye ev sahipliği yapıyor.
Mohaç Savaşı sonrası Kanuni Sultan Süleyman Budapeşte’yi yağmalatsa da, bu yapıya büyük zarar vermemiş. Bazı sanat eserleri İstanbul’a götürülmüş, ancak kale Osmanlı valilerinin ikametgahı olarak kullanılmamış. Bir bölümü kışlaya çevrilmiş, genel olarak ise çürümeye terk edilmiş.
Habsburgların kuşatması sırasında, kalede barut deposu olarak kullanılan bir kule isabet alıp patlamış ve yaklaşık 1500 Türk askerinin ölümüyle sonuçlanmış.
Nehir üzerinde başka bir cazibeli yapı ise kalenin hemen altındaki Fisherman's Bastion (Balıkçı Tabyası) ve onun yanındaki Matthias Church (Mátyás-templom) isimli görkemli kilise.
Gellért Hill adlı tepede ise, New York’taki Özgürlük Anıtı’nı çağrıştıran bir Özgürlük Heykeli bulunuyor.
Bu söz ettiğim yapıları karadan görmek de mümkün; ancak tekne turu, tembel işi, hiç koşuşturmadan hepsini bir arada görebilmenizi sağlıyor.
Akşam yemeğimizi, “Ruin Bars” bölgesinde yedik.
“Ruin”, bildiğiniz gibi "yıkıntı" demektir.
![]() |
At a "Ruin Bar" |
Komünizmin çöküşünden sonra birçok sanatçı ve girişimci, bu binaları restore etmek yerine, özgün bir şekilde kullanmaya karar vermişler.
Bu binalara, ucuz ve rahat barlar açmışlar. Dekorasyonda ise çoğunlukla akıllarına ilk gelen şekilde yaptıkları resimler, heykeller ve bitpazarından topladıkları eşyaları kullanmışlar. Hedef lüks değil; samimi, halka açık bir atmosfer yaratmakmış.
Bu konsept çok tutmuş ve ruin barlar kısa sürede büyük popülerlik kazanmış.
Bu barların renkli zamanları elbette gece, parti durumları ama iki yaşlı insan ve on yaşında bir çocuk için çaresiz akşamın erken saatlerinde bir ziyaret gerçekleştirdik. Ne olursa olsun, mükemmel ötesi bir Merlot ve güzelim Macar yemekleriyle mükemmel birkaç saat geçirdik.
Budapeşte’deki bir sonraki günümüz sadece birkaç saatle sınırlıydı, onu da öğlen yemeği için kullandık.
Gezimizi toparlarsak, Budapeşte mükemmel bir şehir ve herkesin ziyaret etmesi gerekli bir destinasyon. Tarihi, mimarisi, yemekleri, şarapları ve en önemlisi insanlarının nezaketi ile bizden on puan aldı.
Sevgi ile kalın❤️