26 Şubat 2023 Pazar

Bosna

Sevgili kızım ve karım son kez Sırbistan’a, aileyi ziyarete gittiğinde, evde çok kötü bir hafta geçirmişim. Uzun süre tek başıma yaşamış biriyim. Kendime bakmasını bilirim. Hatta bu solo yaşantıyı o kadar uzun süre sürdürmüşlüğüm vardır ki, gizli gizli severim bile yalnızlığı. Ne var ki, hayat arkadaşımı bulduğum 2006 yılından beridir yalnızlık acayip koyuyor ben şahsıma.

Bir kaç sene önce ben de kervana katılıp, Niş’e gitmiştim. O da bayağı zor geçmişti sevgili arkadaşlar. Dili konuşmayan, her şeyi yemeyen damatla gidince sevgili karım ailesini göreceğine benim yüzümden misafircilik oynamak zorunda kalmıştı.

Bu sene ise yola beraber çıktık. Sadece hedeflerimiz farklı yerler oldu. 🐝Mezzy🐝 ve Jelena Niş’e giderken, ben de uzun süredir görmek istediğim Bosna’ya doğru yola koyuldum.

İşin aslı, Jelena bana Bosna’yı göstermeyi çok istemişti ama Sırbistan’da geçirdiğimiz iki yıl boyunca o ne zaman hadi Bosna’ya gidelim dediyse, ben hep bir bahane buldum. Aradan on sekiz sene geçti, hala kafama kakar bunu sevgili karım.

Bir kaç sene önce ise, ondan uzun ve içten bir şekilde özür diledikten sonra Bosna’ya beraber gitmeye karar verdik, ancak önce bir eşeğin kaprisi, sonra da Covid yüzünden planlarımızı ertelemek zorunda kaldık.

Yakın gelecekte de Bosna’ya beraber gitmemiz pek mümkün görünmüyordu. O yüzden ben de evde mahzunlaşıp, kendimi şaraba vurmaktansa, hadi oğlum, hit the road Jack dedim ve yola koyuldum.

Basel’a olaysız ulaştım. WizzAir’in bir uçağı beni Tuzla’ya götürdü.

WizzAir’in bir uçağı beni Tuzla’ya götürdü
Tuzla havaalanı ufacık bir bina. Daha uçaktan inerken, kapıdan dışardaki yolu görebiliyorsunuz.

Pasaport kontrolünde, Jelena ile anlaştığımız üzere ben Bosna’ya, onlar da Sırbistan’a İsviçre kimlik kartlarıyla girmeyi deneyecektik. Becerirsek, ilerdeki seyahatlerimizde yanımızda sayfalarca pasaport taşımak zorunda kalmayacaktık.

Teoride Sırbistan ve Bosna’ya İsviçre kimlikleri ile girebilmemiz gerekirdi ancak dünyanın bu tarafında teori her zaman pratiğe uymuyor. Bir keresinde Niş havaalanında, Sırbistan konsolosluğunun bana vizesiz girebilirsin demesine rağmen, pasaport polisinin bundan haberi olmamasının yüzünden altı saat geçirmiş, Tom Hanks’in Terminal filmi olmuştum.

Pasaport kontrol kulübesine yaklaştım ve “May I enter with my Swiss ID?” diye sordum. Polis yüzüme bile bakmadan tek bir kelime ile cevapladı. “Passport!”

Ne yapalım, verdik pasaportu. Cart curt sayfaları çevirip, acımasızca dan dun damgaladı.

Jelena’nın başına da aynı iş gelmiş. Belgrad’da, kimlik kartlarımızla girebilir miyiz diye sorduğunda, ona da gülüp, “Pasoš…” demişler.

Bosna’dayken bir daha kimlik kartı falan çıkartmadım. Bir ara Hırvatistan’a girip, geri geldim, ama hep pasaportla. Bosnalılar giderken pasaportuma çıkış damgası basmadılar, ama girerken yine damgaladılar. Eve dönerken, bu kez çıkış damgası da bastılar. Hem de her damgayı ayrı bir sayfaya! Parmak kadar üç damga için, pasaportumun üç sayfası gitti.

Herneyse, başınızı Bosnalıların sınır kontrol uygulamaları ile çok fazla ağrıtmayayım. İşin aslı, ne girerken, ne çıkarken hiç sorun çıkarmadılar. Yolunuz Bosna’ya düştüğünde sadece damgalayabilecekleri bir pasaport gösterin, hayatınız fazlasıyla kolaylaşacaktır.

Parmak kadar bir çanta ile seyahat ettiğimden, bagajla, gümrükle falan uğraşmadan Bosna’ya girdim. Zaten bunların tümü elli metrekarelik bir alanda toplanmıştı.

İlk gördüğüm rent-a-car kulübesine gittim, “Üç günlüğüne bana en ucuz arabanı verir misin?” diye sordum. Genç, düzgün bir çocuk. Hemen yardımcı oldu. Fiyatta anlaştık. Kimlikler falan hep fotokopilendikten sonra çocuk bir hafif gülümsemeyle “Hangi arabayı kiraladığını bilmek ister misin?” diye sordu. O an araba nedir, nasıldır diye sormadığım dank etti kafama. “Araba ne?” diye sordum. “Peugeot” dedi. “Otomatik mi?” diye sordum, “Stick-shift” dedi. Her halde düz vitesli bir arabayı kullanmayalı on beş sene falan olmuştu, varsa kaderde, stick-shift de kullanırız dedim kendi kendime, ne yapalım.

Sonrasında Düldül’le tanıştık. Siyah, ufacık bir araba. Ancak içi rahat sayılır. Bir de GPS’i var ki bu ileride çok önem kazanacak.

Uluslararası planım Bosna’yı kapsamadığından, iPhone üzerindeki eSIM fonksiyonu ile Bosna’da kullanabileceğim sanal bir SIM kartı almıştım. Bu eSIM fonksiyonu fiziksel olarak alabileceğiniz bir SIM kartından az bir şey daha pahalı, ancak zart zurt SIM kart çıkarıp, takmakla uğraşmıyorsunuz ve krediniz bittiğinde kolayca para yükleyebiliyorsunuz. Bir-iki tap ile gerçek ve sanal SIM kartlarınızdan istediğinizi seçip, kullanabiliyorsunuz. Gerçekten çok pratik. Bir iPhone’unuz varsa, roaming’e bir servet ödemek yerine, bu fonksiyonu kullanmanızı şiddetle tavsiye ederim.

Cep telefonunun üzerinde bu sayede Google Maps’i kullanabilecek olsam da, arabanın kendi GPS sistemi elbette çok daha kullanışlı. Telefonu oraya buraya sıkıştırıp tek gözle takip etmektense, koca ekrandan navigasyon yapmak çok daha kolay. Bir de Google Maps aktifken kazayla ekrana dokunduğunuzda, tekrar navigasyona dönmek bayağı eziyetli olabiliyor.

Düldül’e atlayıp, GPS’e Sarajevo’yu kaydettim ve yola koyulduk.

Düldül’e atlayıp, yola koyulduk
Bu arada Sarajevo, Türkçesiyle Sarayova, Bosna’nın başkenti Saraybosna. Ancak bu Saraybosna isme bir türlü alışamadım. Gelin ona tüm dünyanın dediği şekilde Sarajevo diyelim. “J” ‘yi de “y” gibi telaffuz etmeyi unutmayın.

Yol boyunca Jelena’dan öğrendiğim, içinde Tuzla geçen bir şarkıyı mırıldanıp durdum. Şarkının ismi Caje Sukarije. Aslen bir Çingene şarkısı, ancak Sırbistan’da Zdravko Čolić isimli, oldukça bilinen bir sanatçı söylemiş. Balkanlar’da, Belgrad’dan Niş’e, Skopje’den Sarajevo’ya, değişik yerlerle matrak geçiyor. Tuzla için de “Cijela Tuzla jednu kozu muzla” diyor, yani “Bütün Tuzla tek bir keçiyi sağıyor”.

Yol git gide daha zevkli bir hale geliyordu.

Montenegro’ya, yani Karadağ’a dağlık derler. İşin aslı Bosna en az Montenegro kadar dağlık bir ülke. Şubat güneşinde o karlı dağları, köyleri, ahşap kulübeleri ile bu güzelim manzarayı izleyip durdum, sanki hala İsviçre’deymişim gibi oldum.

Bosna’ya gelmeden bir iki kişi bana yollar çok kötüdür, dikkat et demişti.

İşin aslı, Bosna’da ana yollar hiç de kötü değil. Düzgün, asfaltlı, çukursuz ve şerit çizgileri kusursuz durumda. Ancak bu yollar ilk yapıldıklarında o kadar virajlı tasarlanmışlar ki, virajların keskinliğinden ve görüş uzaklığının çok az olmasından dolayı hız yapmak olanaksız. Trafik işaretleri hız limitini çoğunlukla 60 kilometre olarak gösteriyor. Yollar nadiren düzeldiklerinde hız limitleri sizi 70 kilometreye çıkarıyor. Pratikte, her iki limite de onar kilometre eklesek, 70’in üzerine nadiren çıkabiliyorsunuz. Bu yüzden de kısa sayılabilecek uzaklıklar arabayla saatler alabiliyor.

Bosna’da beni en çok çıldırtan şey, yer isimlerinin gösterildiği trafik levhaları oldu.

Dünyanın her yerinde yer isimleri ve uzaklıkları yazılırken, yolun hedefi olan aslı yerleşim merkezi mutlaka belirtilir. Ankara’dan İstanbula giderken, yol boyunca mesela Gerede bilmem ne kilometre dedikten sonra, İstanbul da şu kadar kilometre diye yazarlar ki, siz de doğru yöne gittiğinizi anlarsınız.

Sırplar bu işi çok abartır. Niş’in göbeğinde, trafik ışıklarında, Skopje, Sofya, Zagreb falan diye yön tabelaları vardır.

Bosnalılar ise tam tersi. Tuzla’dan Sarajevo’ya, yol boyunca sadece bir sonraki yerleşim merkezi işaretlenmiş. Görüp, görebileceğiniz yegane tabelalar “Çuçak 10 km”, “Puçak 5 km”, “Kaçak 15 km” gibi köy isimleri. Yol boyunca belki sadece bir tek Sarajevo tabelası gördüm, o da Sarajevo’ya girerken. Sarajevo’ya doğru hangi köy, kaçıncı sırada bilmiyorsanız, Sarajevo’ya gittiğinize emin olmanız olanaksız. GPS olmasaydı yolu nah bulabilirdim, sizin anlayacağınız.

Sarajevo’ya girdiğimde Düldül’ün GPS’i pes etti. Beni otele götürmeyi red ediyordu. Google Maps’e başvurdum ve iddasına göre beni 100 metre yakınına kadar getirdi.

Ancak oteli bir türlü bulamıyorduk.

Felaket bir trafik, tek yönlü daracık yollar, üstüne bir de rush hour. Bir saat falan döne döne oteli aradım. Nada…

Arabayı kelimenin sözlük anlamıyla birinin bahçesine bıraktım. Yürüyerek ilk mağazaya girdim ve Durlan aksanlı ‘kusursuz’ Sırpçamla “Gde je Hotel Bebek?” diye sordum. Kadın bana sağ sol yaptırıp, oteli buldurdu.

Check-in yaptıktan sonra resepsiyoncu kız, “Park yerimiz sokağın sonunda, ben kapısında bekleyip, zinciri açacağım” dedi.

Öyle yeniden tek yönlerle, bir metre genişliğinde yollarla debelenmeyi gözüm yemedi. “Yok bacım, sen gel benle arabaya, beraber gidelim” dedim. Düldül’ü tanımadığım garip adamın bahçesinden alıp, otelin parkına bıraktık ve beraber otele döndük.

Sarajevo’daki otelimi seçerken merkeze yakın bir konumda olmasına dikkat etmiştim, ancak bu kadar ‘merkezde’ olabileceğini tahmin etmemiştim. Resepsiyoncu kıza “Baščaršija (Baş çarşı) nerede?” diye sorduğumda gülüp, “Caddenin karşısında” dedi.

Devam edeceğiz…

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...