19 Şubat 2022 Cumartesi

Daha da Gelmem Buraya!

Lozan Garı'nda trenimizin gelmesi gereken peronda bekleyen bir önceki tren arıza yapmıştı. Bu yüzden trenimizin peronu değişti ve son anda koşa koşa alt geçitten geçip, yeni perona ulaştık, sonrasında trenimize de bindik elbette. Ancak bu karmaşa sonucu tren on dakika gecikmeyle kalkabildi - ki bu her yerde olabilir.

Sonrasında, insanların bağlantıları düşünülerek bir kaç trenin yolu değiştirildi, makinist de gaza biraz fazlaca bastı ve Zürih'e ulaşmamız gereken saatte ulaşabildik - bu ise sadece İsviçre'de olabilir.

İki trenin arasında sadece dört dakika vardı, biz ise iki dakika sonra ikinci trene binmiş, yerimize oturmuştuk. Seviyorum bu ülkeyi ben…

Blasko, Jelena'nın babası, bizi ziyarete gelmişti. Uzun bir süredir görmemiştik birbirimizi - tabii onun için göremediğine tek üzüldüğü aile bireyi 🐝Mezzy🐝 idi ama olur o kadar! Önce başının belası kanser, ardından elli yıllık hayat arkadaşı, Jelena'nın annesi Milica'yı kaybetmesi, son olarak da bu nalet Covid yüzünden canı uzun süredir sıkkındı ve seyahat etmek istemiyordu. Sonunda dayanamayıp, gözünü kararttı.

Eskiden olsaydı yoğun bir program yapar, onla birlikte uzak bir yerlerde bir kaç gün geçirebilirdik. Ancak zaman herkese yaptığını ona da yaptı tabii. Artık yaşı nedeniyle fazla zora gelemiyor, uzun, yorucu seyahatlere çıkamıyor.

Üstüne bir de Avrupa'da her ülkenin kendi kafasına göre uyguladığı, avukat ve doktorunuzla birlikte bile zor anlayabildiğiniz aşı/test sınırlamaları gelince, sadece İsviçre ve sadece bir günlük bir plan yapmaya karar verdik.

 O Günü bir 'tren günü' yap
İzlediyseniz, The Big Bang Theory'nin bir bölümünde Sheldon, bir gün için kardeşini ziyarete gelmiş Priya'ya şöyle bir öneride bulunur: "Eğer Los Angeles'da geçirecek sadece bir günün varsa, o günü bir 'tren günü' yap!"

Elbette Sheldon'un tren obsesyonundan kaynaklı saçma bir öneri bu. Los Angeles'deki en yaygın toplutaşım aracı otobüslerdir. Teorik olarak Downtown LA'de bir metrosu olsa da, bu, diğer Amerikan kentlerine göre çok sönük kalır.

Biz ise İsviçre gibi küçük, ve trenleri bir uçağın business class kabininden daha rahat olan bir ülkede yaşamanın avantajını kullanıp, Sheldon'ı dinledik ve kendimize bir tren günü yapmaya karar verdik.

Isviçre’nin batı ucuna çok yakın bir yerde yaşamaktayız sevgili arkadaşlar. Bana sorarsanız oldukça şanslı sayılırız, çünkü, ülkenin Vaud, Bern, Valais gibi en fazla görülmeye değer yerlerinin bulunduğu kantonlar hep etrafımızdadır. Ama uzaklarda, ülkenin doğusunda, özellikle de Grisons ve İtalyanca konuşulan Tcino kantonlarında da gerçekten görülesi çok güzel yerler vardır. Mesela Heidi'nin doğduğu Maienfeld Grisons'da, İsviçre'nin Akdeniz'i sayılan Lugano ve film festivalinden hatırlayabileceğiniz Locarno ise Tcino'dadır. Yirmi küsür senedir buralarda yaşadıktan sonra, size yukarda yazdığım bu yerleri görme şansım oldu.

Ancak Grisons kantonunda iki yer vardı ki, bir türlü denk getirip gidememiştim.

Bunlardan ilki Davos'tu.

Dünyanın en prestijli organizasyonlarından biri olan Dünya Ekonomik Forum'u burada toplanır. Malumunuz tarihi 'Van Münüt' hadisesi de Davos'ta vuku bulmuştur. Davos, aynı zamanda çok bilinen bir kayak merkezidir.

Henüz görmediğim ikinci ünlü nokta ise yine Grisons kantonundaki Saint Moritz'di.

Saint Moritz için İsviçre'nin en çok bilinen kayak merkezidir demek hata olmaz herhalde sevgili arkadaşlar.

Bir çok James Bond filminde adını duymuş olsak da, isminin geçtiği hiç bir sahnele gerçekte Saint Moritz'de çekilmemiş. İşin komiği, The Spy Who Loved Me'deki o mükemmel kayaklı kovalama sahnesi ise, filmin içeriğinde Avusturya Alpler'inde geçiyor olsa da, aslen Saint Moritz'de çekilmiş.

Biz de hadi artık, zamanı geldi dedik, kendimize bütün toplutaşım araçlarında geçerli bir günlük pass'lerden alıp, koyulduk yola.

Size koşuşturmayı gözünüzde daha iyi canlanması bakımından indi-bindileri kısaca anlatayım.

Metro İle Lozan'a
Aynı gün içerisinde arabayla evden Vennes isimli bir köye, buradan metro ile Lozan'a, Lozan'dan trenle Zürih'e, sonrasında tren değiştirip Landquart'a, buradan da başka bir trenle nihayetinde Davos'a ulaştık. Davos'ta bir iki saat geçirdikten sonra bir trenle Filsur'a, oradan da başka bir trenle Saint Moritz'e geçtik. Akşam eve dönmek için ise bir trenle geri Filsur'a, buradan başka bir trenle Chur'a, yine başka bir trenle Zürih'e, oradan başka bir trenle Lozan'a, Lozan'dan metroyla Vennes'e, oradan da arabayla eve ulaştık.

Sabah saat altıda yola çıkmıştık, gece de on ikiden önce de evdeydik. Bunu planlarken Jelena ile biraz tereddüt içinde kalmıştık. Bir gün içinde İsviçre'yi baştan başa iki kez geçmek biraz fazlaca iddalı görünmüştü gözümüze. Sonrasında ise "Yaparız lan!' deyip, karar vermiştik.

Bütün yukardaki bağlantıların arasındaki zaman aralığı beş dakika falandı, ki zaten daha uzun olsalardı, bu kadar şeyi bir güne sığdıramazdık. Buna rağmen bir kez bile tren kaçırmadık. Buna, trenlerin birinde Blasko'nun çantasının pick-pocket edilmesi, sonra da bulunması falan hep dahil!

İlk Durağımız Davos'a Ulaştık
İşte böyle-böyle, ilk durağımız Davos'a ulaştık. Geleneksel bir İsviçre kayak merkezinden ziyade, tipik bir komünist kasabasını andırıyordu. Abartmıyorum, challet'ler, ahşap oteller falan yerine çocukluğumun Karadenizli müteahhit blokları…

Davos'a kötü bir yer demek haksızlık olur ancak dünyanın en güzel ülkesi İsviçre'de gidecek daha iyi yüzlerce yer var sevgili arkadaşlar. Reis'in dediği gibi daha da gelmem buraya.

Davos'ta bir güzellik arıyorsanız, sizlere doğrudan Hard Rock Hotel'i önerebilirim.

Ailecek Hard Rock Cafe obsessif olduğumuzu söyleyerek başlayayım, eğer daha önce tekrarlamadıysam.

Dört kıtada kim bilir kaç tane Hard Rock Cafe gezmişizdir, ancak bunlardan bir iki tanesi özel bir yere sahiptir.

Mesela dünyadaki ilk Hard Rock Cafe olan Hard Rock Cafe London. Eric Clapton'un burası benim sandalyem diye bar taburesini işaretlemek için duvara astığı orijinal Fender Stratocaster gitarı ile başlayıp, binlerce Hard Rock gitarı, davulu, sahne giysilerinin toplandığı bir zincir bu. Temmuz'da size daha detaylı bir biçimde bu ilk cafe'yi anlatırım.

Başka kayda değer bir Hard Rock Cafe ise Orlando'da, karargahlarındaki Hard Rock Cafe'dir. O da devasa bir tesis.

Hard Rock Hotel Davos
Türkiye'de bir Hard Rock Cafe'ye gitmeyi çok istemiştim, ama bu adamların sersemce, salakça bir politikaları olduğu için uzun süre bu isteğimi gerçekleştiremedim. Bu dingiller bir ülkedeki ilk Hard Rock Cafe'yi o ülkenin başkentinde açmak gibi gereksiz bir kural getirmişler, sanki büyükelçilik açıyor herifler de, illa başkentte olacak temsilcilikleri. Bu sebeple İstanbul dururken, gidip Ankara'da açmışlar ilkini. Tabii ki iş yapmamış, ve kapayıp, gitmişler. Gidememiştim hiç. Sonra İstanbul'da bir tane açıldığını duydum. 🐝Mezzy🐝 daha beş aylıkken falan gittik. İyi de etmişiz, onu da kapatmışlar sonra.

İsviçre'de de aynı. Herhalde Bern anayasada falan yazılmamış, 'de facto' bir başkent olduğu için, kafaları karışmış, bir Hard Rock Cafe açmamışlar. 

Hard Rock Hotel Davos'ta Bir Saat Geçirdik
Her şeye rağmen İsviçre'de Hard Rock Cafe'ye en çok yaklaşabileceğiniz mekan Davos'ta. Bir Hard Rock Cafe olmasa da, Davos'ta bir Hard Rock Hotel, lobisinde de bir cafe var. Bana sorarsanız çok güzel bir yer.

Hard Rock Hotel Davos'ta bir saat falan vakit geçirdik. Her Hard Rock Cafe'de olduğu gibi, burada da bir Hard Rock Shop vardı. 🐝Mezzy🐝 kendisine bir Hard Rock bebek aldı.

Davos'a kadar gelip, Dünya Ekonomik Forum'unun dizenlendiği Kongre Merkezi'ni görmemek olmazdı tabii. Oraya gittik ve grubumuzun içinde sadece ben şahsımın tam anlamıyla hissedebileceği bir 'Van Münüt' anı yaşadık.

Bir 'Van Münüt' Anı Yaşadık
Kısacası Davos'ta güzel vakit geçirmiş olsak da, bu ünlü turizm bölgesinden açıkçası biraz daha fazlasını beklerdim. Kayak pistlerini görmedim - hoş görsem de ne anlarım, ne de ilgilenirim. Benim için bir kayak merkezinin gidilebilirliği, barlarının kalitesine bağlıdır.

Toprağı bol olsun, eski bir patronum bir Cuma günü ofise kayaklarını getirmişti. Acayip şaşırmıştım. Bırakın kayak falan gibi fiziksel bir aktiviteyi, yıllar boyu onu hızlı yürürken bile görmemiştim. Şaşırdım, ne bunlar diye sordum. Ailesiyle hafta sonu kayağa gidecekmiş. Sonra kayarken destek olunan sopalardan birinin sapını gösterdi. Ucunda plastik bir tıpa vardı, içinde de konyak. O ağır Hollanda aksanıyla "This is to walk from the slope to the bar ja!" demişti 😀

Neyse. Ez cümle, Davos'u görmek için çok kasmayın derim…

Bir Alice Harikalar Diyarı
Davos'tan Saint Moritz'e tren yolculuğumuz esnasında hayatımda gördüğüm en güzel dağ manzaralarından bir kaçını gördüm. İsviçre’nin bu bölgesi gerçekten bir ressamın tuvali gibi. Birisi o güzelim dağları, gölleri, uçurumları, ağaçları, yamaçları tek tek boyamış.

Güneş batmaya yakınken Saint Moritz'e geldik.

Sevgili arkadaşlar, üç kuruşluk dünyayı gezmişliğim ve görmüşlüğüme dayanarak söyleyebilirim, hayatımda ilk kez bu kadar debdebeyi, ihtişamı, parayı birlikte gördüm. İsviçre'de bir kayak merkezinden çok, her kadının güzel, her abbasın da düzgün olduğu, abartılı, lolipop bir Hollywood TV dizisini andırıyordu Saint Moritz. Sokaklarda Maserati’ler, Lamborghini'ler, Beverly Hills'deki Rodeo Drive'dan bile daha havalı, dünyanın en ünlü markalarının geçit resmi yaptıkları alış veriş merkezleri, antik şatolardan bozma, bahçelerinde Rolls Royce’ların park ettiği otelleriyle tam bir Alice Harikalar Diyarı!

Anlatmakla olmaz, mutlaka görmek gerekiyor. Ve tabii ki karımla geri döneceğiz bu ilginç yere.

Güneş battığında trendeki restoran vagonunda geleneksel İsviçre peynir tabağımla birlikte ve Leman Gölü kıyısından Pinot Noir şarabımı yudumlamaya başlamıştım.

Eve olaysız döndük.

Bu vesile ile şeytanın da bacağını kırmış olduk. Covid izin verirse, gezi yazılarına devam.

Sevgi ile kalın…

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...