23 Mayıs 2018 Çarşamba

Sınav

🐝Mezzy🐝 iki gindür annesiyle sınava giriyor. Kimseye bırakamadığımız için, yalvar yakar izin aldık, ondan birlikteler, yoksa sınav 🐝Mezzy🐝 ile ilgili değil yani.

Dün sözlüye girdiler. Sınav komisyonu ile annesini susturup, konuşmaya başlamış. Oyalansın diye kağıt kalem vermişler, yine kınuşmayı kesip, çizdiklerini komisyona göstemeye başlamış. Eksperlerden birinin telefonunu çalmış, Jelena zor yakalayıp, elinden almış.

Bugün de yazılıya girdiler.

Önce ben çiku (çikolata) isterim diye ortalığı birbirine katmış. Sonra ona yine kağıt kalem vermişler. Onları sağa sola atmaya başlayınca sınavdaki diğerleri şikayet etmiş, onu resepsiyona koymuşlar.

Resepsiyonda çalan telefonları açmaya başlamış. Resepsiyonistler arayanlardan habire özür dilemiş, bir başkasının çocuğuna bakmak zorunda kaldık, o cevapladı sizi diye.

Sonra ben miam miam (yemek) istiyorum diye tutturmuş. Resepsiyondakiler ona püskevit bulmuşlar, onları yemiş.

Sonra resepsiyondan kaçmış. Resepsiyondakiler de yakalamak için peşine tabi. Ben de başka bir odadaydım, gürültüleri duydum.

Daha sonra her gelene, son numarası, 👍 yapıp, okey diyerek karşılamaya başlamış. Gidenleri de baybaylıyormuş 😛

Jelena'nın sınavı bittiğinde bütün ofis gülüyormuş...

Böyle işte sevgiki kızım, İsviçre administrasyonuna neşeli bir kaç saat geçirdi.

😍❤️😍❤️

10 Mayıs 2018 Perşembe

Çocukluk Hevesleri

Her insanın gerçekleştiremediği bazı hayalleri vardır sevgili arkadaşlar.

Zengin olmayı, cumhurbaşkanı olmayı falan kast etmiyorum, onlar hem genel, hem de iddalı hayaller.

Kast ettiklerim basit şeyler.

Örneğin çocukluğumdan beri gitar çalmayı istemişimdir. Bacak kadarken bile hayalim elimde gitar, zamanın popüler şarkılarını söylemekti. Öyle ünlü bir sanatçı olmak falan da gerekli değildi. Hayaller, çoğunluğu arkadaş, üç beş kişiye çalmak şeklindeydi.

İçime öyle bir yer etmiş ki, düşünün, elli yaşında bile bazen iki kadeh içip, elimde sanki bir gitar varmış gibi, ayağa kalkar, havaya solo atarım. Allahtan böyle şeyleri yalnızken yapıyorum da rezil olmaktan biraz kurtuluyorum.

Bir iki enstrümanı başlangıç seviyesinde çalmışlığım vardır. Yani biraz müzik kulağım, biraz da nota bilgim bulunur. Kısacası, belki bir virtüöz olamayabilirdim ama isteseydim gitar çalmayı öğrenebilirdim.

Niye öğrenmedim?

Tembellikten!

Kim uğraşacak öyle akor öğrenmekle, parmak çalıştırmakla anasını satayım. At iki bardak şarap, kapa gözünü, çal işte havaya, zahmetsiz biçimde hayali gitarını.

Herkesin vardır böyle bir gerçekleşmemiş çocukluk hayali. Alın bizimkini.

Yüzde yüz eminim, onun hayali de İngilizce konuşmak.

Hiç bir ciddi İngilizce bilgisi olmadığı aşikar, ama benim havaya gitar çaldığım gibi, o da çocukken duyduğu ya da makamı itibarıyla katıldığı üç beş toplantıdan kulağına çalınmış az sayıda İngilizce sözcüğü yerli yersiz her yerde kullanıyor hamdolsun.

Van minüt, vay-pi-ci, zum, vesaire.

Aynı cümle içerisinde geçen mesela PKK'ya İngilizce karşılığı olan pi-key-key demez ama her zaman YPG'ye her nedense İngilizce okunuşu olan vay-pi-ci der.

Bazen de emprovize yapar.

Eğer Karadeniz Black Sea, yani Black=Kara, Sea=Deniz ise, Akdeniz de White Sea, White=Beyaz, Sea=Deniz, olmalıdır.

Aristo mantığı, p = q => ayakları olan masa da canlıdır!

Halbuki Akdeniz, hemen tüm batı dillerinde Latince kökenli Mediterranean ismi ile anılır. Orta anlamına gelen "medius" ile (aynı zamanda İngilizce'deki "middle" sözcüğünün de köküdür), toprak, kara parçası, diyar, vs. anlamına gelen "terra" 'nın (yine İngilizcede ki "terrain", "territory" gibi sözcüklerin köküdür), birleşmesinden türemiştir. İç deniz gibi bir anlamı vardır.

Bunu herkesin bilmesi gerekir mi? Hayır. Ama bilmiyorsa da kullanmaması gerekir.

Kullanınca da böyle oluyor işte.

Eh, atla deve değil ki yabancı bir dili konuşmak. Madem bu kadar çok önemli, vakit ayır, öğren biraz değil mi?

Geçenlerde bir yerde okudum.

Bir cevher, Amarikalıların, "ABD" sözcüğünü, ABDulhamit Sultanın isminin kısaltılmasından aldıklarını idda ediyordu.

Adam o kadar sığ, o kadar vizyonsuz ki, ABD sözcüğünün sadece Türkçe'de bulunduğunu, İngilizce de karşılığının USA olduğunu algılayamıyor bile. Hoş bilse, bu sefer de USA, Ulu Sultan Abdulhamit'in kısaltması diyecek...

Buralarda da çoktur böyle dil heveslileri.

Adam İngilizce benim adım Piyer diyemez, her iki cümlesinden biri "fak", "şit" diye başlar.

Ancak böyle masum heveslileri solda sıfır bırakan, bilmeden dil konuşuyormuş gibi davranmayı bir kenara bırakın, yabancı sözcüklerin etimolojilerine girip, dil alimliği yapan öyle bir cevherimiz var ki, uzun sayılabilecek ömrümde daha böylesini görmedim.

Soner Yalçın!

Adam dil bakımından kelimenin sözlük anlamı ile sıfır. Hiç bir yabancı dil bilgisi yok.

Bırakın yabancı dili, Türkçeyi bile doğru yazamaz. Açın bakın yazılarına. İmla hataları, noktalama işaretlerinin yanlış kullanımları ile doludur. Bir cümle içinde yerli yersiz parçaları boldface yapar. Yazıları mürekkep dökülmüş gibi kara kara olur. Cümlelerin yarısı siyah, yarısı beyaz, takip etmekte zorlanırsınız.

Ancak iş yabancı dile geldiğinde bu cevherin sınırları kalmıyor. Adam hem bilgisiz, hem de kendini akıllı sanıyor. "Kitap okumuş bir entellektüel" ya, zekasıyla bilmese de kıvırır yani...

Öyle şeyler söylüyor ki, okudukça yüzüm kızarıyor.

Güneş dil çalışması mı, öyle bir şeyi anlattığı bir yazısı çıktı OdaTV'de.

Efendim İngilizce "able", Türkçe "yapabilir" den gelmeymiş, olabilirmiş, falan gibi bir ima. "Able" sözcüğünün etimolojisi ile başınızı ağrıtmayayım. Latince kökenlidir, Türkçeyle alakası yoktur.

Yine İngilizce'de bazı fiillerin sonuna -er eklediğinizde, o fiili icra eden kişi, ya da nesne anlamına gelen bir kelime türetirsiniz. Soner İngilizcedeki okuma anlamına gelen "read" fiilini örnek veriyor, ve ona bir "-er" ekleyip, onu okuyucu anlamına gelen "reader" yapıyor.

İddası o ki, bu "-er" eki, Türkçedeki "yap-ar", "ed-er" den geliyor olabilir "miş"...

Adamın tüm dünyası, tüm hazinesi, tüm vizyonu tek bir dil olunca, keçi de Abdurrahman Çelebi oluyor böyle.

Bir kere sadece iki harften oluşan "er" gibi bir yapı, her dilde bulunabilir, tesadüfi olarak her dilde herhangi bir anlama gelebilir.

Ancak Türkçe'de "yapar", "eder" gibi iki sözcüğü alıp, onların içerisinden birer hece çıkartıp, sonra bu iki harfli heceleri, yabancı bir dildeki başka iki harfli eklere benzeterek etimolojik bir anlam çıkarmak, affınıza sığınıyorum, çocukluktan başka bir şey değildir.

Aynı yöntemle örneğin "radar" sözcüğünü alıp, iki hecesine bölebilir, "ra" aslında Türkçe'deki "ara" 'dan, "dar" ise Türkçe'deki sıkışık anlamındaki "dar" 'dan gelmiştir, aslen Türkçe kökenlidir diyebiliriz.

Ama bilgisizlik, üzerine kibir ve entel ukalalığını da ekleyince durmuyor işte.

Soner aynı yazıda devam ediyor.

Daha iyi anlayabilmek için İngilizce'de kullanılan gramatik bir yapıdan bahsedeyim önce.

İngilizcede bazı fiillerin sonuna "-ed" ekleyerek o fiilin geçmiş zaman çekimini türetebilirsiniz. Örnek, "finish" bitmek, "finished" bitti demektir (işi çok gramere dökmemek için biraz eksiklik ve yanlışı göze aldım, ilk"finish" 'in başında bir "to" olmalıydı, "finished" ise kullanılan özneye göre "bittim", "bittin", "bittik", vs., anlamına da gelebilir, hatta "bitmiş., "bitik" gibi sıfat türevi bir sözcük de olabilir, neyse...).

Bizim kıvrak zekalı entellektüel, engin etimolojist Soner efendi, bu "-ed" eklerinin "yapıl-dı" dan geldiğini/gelebileceğini ima ediyor, yine yukardaki çocukça mantıkla.

Sonra bu "-ed" 'yi alıp, "read" fiiline ekliyor ve örnek olarak İngilizcedeki "readed" sözcüğünü gösteriyor.

Tek sorun, İngilizcede "readed" diye bir sözcüğün bulunmaması!

Benim kadersiz, bahtsız entelim, koca İngilizcede bula bula "-ed" 'nin eklenmeyeceği, sıra dışı bir fiil olan "read" 'i bulmuş, örnek gösterecek.

İngilizcede "read" fiilinin geçmiş hali de aynıdır, "-ed" eklenmez, yine aynı "read" yazılır.

Ancak Soner'e tavsiyem, yılmasın. Türkçe olmasa da Arapça kökenli olabilir bu "-ed". Mesela "Ahmed" 'deki "Ahm-ed" bana fazlasıyla şüpheli görünüyor. Bir araştırsın bakalım...

Sonerin son bombası bugünkü yazısında.

Bu kez de Fransızcaya bulaşmış...

Şöyle diyor.

"Şifre, Türkçe’ye Fransız­ca’dan geldi; “chiffer”, ra­kamlaştırmak."

Bakın, bir cümlede kaç yanlış yapılabilir.

Bir kere - ki artık buna bir Soner Yalçın klasiği diyebiliriz - Fransızcada "chiffer" diye bir sözcük yok.

Aslen yazmak istediği "chiffrer", o da rakamlaştırmak değil, kodlamak anlamına gelir. İngilizcede "cipher", "cypher" sözcükleri de aynı köktendir.

Soner'in asıl söylemek istediği şey ise, bu fiilin kökeni, ve gerçekten rakam anlamına gelen, ve yine gerçekten Türkçeye "şifre" şeklinde geçmiş "chiffre" sözcüğü. Bu da bir fiil değil.

Bunu da James Bond'un Casino Royale filmindeki Le Chiffre'den duymadıysa adam değilim.

İşte böyle.

Hayallerimizin peşine yalnızken düşmekte fayda var. Ben akıllıyım, kıvırırım diye umumun gözü önünde böyle işlere kalkınca olmuyor işte...

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...