18 Ocak 2012 Çarşamba

Macaristan, Vurun Kahpeye...

Yıl 1995’ler. Avrupa birliğine ilk dalga ülkeler aday. Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Macaristan bu dalganın yıldızları. IBM ileri teknik üretimini işgücü ucuz olan Macaristan’a kaydırdı.

Almanya basta olmak üzere tüm Bati Avrupa ülkeleri buyeni Avrupa ülkelerinin altyapısını sil bastan imal ediyor. Yeni Pazar, tüm süpermarket zincirleri bu yeni ülkelere akıyor.

Bati Avrupa ülkelerin şirketlerinin gelirleri ikiye üçe katlanıyor.

Altyapı yatırımları bitip komünizmden yeni çıkmış bu yeni Avrupa’nın bati ürünlerine açlıkları artık bastırılmış duruma geldiğinde isler yavaş yavaş değişmeye başladı. Is gücünün ucuzluğu sebebiyle bu yeni ülkeler bir Pazar durumundan çıkıp Bati Avrupa ülkelerinin rakibi haline geldi. Bati Avrupa’dan yapılan yüksek seviyeli ithalatlar, ayni ülkelere yapılan ihracata donuştu.

Daha sonra Cin devreye girince Orta ve Doğu Avrupa bile pahalı kaldı, üretimin çoğu Asya’ya gitti.

Kaldı geride garip Macaristan. Ne is, ne as. Ne süpermarkete gidecek para, ne araba alacak maaş.

Geçmişin yükselen yıldızı oldu size kaka çocuk.

Simdi tüm Avrupa binecek tepesine.

Vurun Kahpeye!

16 Ocak 2012 Pazartesi

Sarkozy'nin Hikayesi

İtalyan gazeteleri Sarkozy’ye “Palyaço” demiş, ben “Soytarı” demiştim, kültürel farktan kaynaklanan bir sapma teşbihte. Bu notu alıp devam edelim çünkü bu yazıda Sarkozy’yle zorumuz yok. Bu yazının konusu, bir iki gün önce kıyısından geçtiğimiz “Fransız halkı bu adama niye oy verdi?” sorusu.

Öyle ya, adam aptalın, ırkçının ve faşistin biri – ki bu üç özellik doğada genelde bir arada bulunur. Bu demek midir ki bu adama oy verenler de aptal, irkci ve faşist?

Bu sorunun cevabini biraz derinde, tipik bir Avrupalının dünyayı görüp anlama yetisinde bulabiliriz. Bunu da hemen aşağıda yapacağız ama küçük bir “disclamer” yani tekzip yapalım.
Aşağıda Avrupalı şöyledir, böyledir dediğimizde Avrupa kültüründen kaynaklanan benzerliklerden ve genelde belirgin ortak özelliklerden bahsediyor olacağız yoksa Avrupalıların insani özelliklerinden, zekâlarından ya da kalitesinden değil. Aksi takdirde biz de Sarkozy gibi kafatasçı faşist bir ırkçı oluruz.

Dönelim Avrupalılara.

Avrupalı karmaşık bir sistem içerisinde yasar. Sistem karmaşık olduğu için tipik bir Avrupalı sistemin tümünün nasıl islediğini anlama ya da görme yetisinden ya yoksundur ya da zamanını böyle ulvi şeyler için harcamaz. Bu karmaşık sistem içerisinde kendi küçük rolünü oynar, sisteme katkısını yapar ve karşılığını alır.

İşte bu yüzden Türkiye’de duyduğumuz batılıların iki yol ayrımında bir işaret tabelası olmadığında şaşırıp bekledikleri hikâyeleri hep doğrudur.

Konumuz Türkler olmasa da küçük bir parantez açalım, bir Türk tabela bulamazsa ya birine sorar, ya uğurlu yönünü seçer, ama durmaz. Çünkü Türkiye’de isleyen bir sistem yoktur. Sistemin yokluğunda birey kendi başının çaresine bakar.

Bu yüzden Türkiye’de başarılar ancak bir bireyin yapabileceği kadar büyük olabilir. Başka bir deyişle Türk olarak bir kişinin yapabileceği islerde çok iyiyizdir. Çok güzel yemek yaparız ama sıfırdan bir araba imal edemeyiz çünkü bir arabayı planlayıp yapabilmek için birden fazla insanın bir arada uyumlu olarak çalışması gerekir.

Avrupalının bu sistem içerisinde çalışma yeteneği hiç de hor görülmemesi gereken bir özelliktir. Yüzyıllardır bu yetenekleri sayesinde medeniyeti başlatmış ve bu güne getirmişlerdir. Bu sistem, zekası ve kapasitesi düşük de olsa tüm bireylerin üretmesi ve topluma katkı sağlamasına yol açar.

Genelde düzgün çalışan bu sistemin bir iki küçük sorunu vardır.

Bunlardan biri sistemin içerisinde çalıştığı ortamın değiştiğinde sistemin de yenilenmesin gerekmesidir. Sistem evrensel değildir, her koşulda ayni verimle çalışamaz.

Bir diğeri ise de geri zekâlıların tehlikeli yerlere gelebilmesine uygun olmasıdır. Sistem o kadar güzel çalışır ki bu yetersiz bireylerin dangalaklıklarını gizleyebilir ya da zararlarını azaltabilir.

Sadece Sarkozy değil, size yüzlerce canlı örnek verebilirim, daha bugün birini andık bir arkadaşla.

Bu sistemin başka bir kötülüğü ise sistemin çalıştıkça insanların sisteme güveninin artması ve sisteme inançlarının kuvvetlenmesidir. Bu bireylerin sistemi sorgulamalarını bırakmasına ve sistemin durağanlaşarak değişen koşullara uyum sağlayamamasına yol acar.

Son bir kötü özelliğe değinip toparlayalım. Bireylerin sistem nasılsa çalışıyor o yüzden her birey yetenekleri ve uygunluğu ne olursa olsun her işi yapabilir düşüncesi ile hak eden bireylerden ziyade yapılacak iş ile ilgili olmayan özelliklerini sevdikleri bireyleri yükseltmesidir.

Gelelim Sarkozy’ye.

Başkanlık isi nasılsa yürüyor, bu adam bir de Fransa’ya göçü engeller diyerek oy verdiler bu dingile. Bu güne kadar başarılı olarak çalışan sistem Rusya’nın batıp İnternetin ortaya çıkmasıyla yıkılan sınırları ve iki milyar aç insanın Hindistan ve Çin’de isçi pazarına girmesini bu haliyle kaldıramadı ve yenilenme için baştaki bireylere döndü.

Döndü de bula bula burnunun ucunu zor gören ikinci dünya savaşının karanlıklarından fırlamış yeteneksiz ırkçı, faşist ve fazlasıyla aptal bir lideri buldu.

İşte Sarkozy’nin hikâyesi bence budur.

Sadece bir "Hayır" sözcüğü

1959 yılında El Comandante, yani yoldaş Fidel, Küba’da ABD’nin kankası diktatör Fulgencio Batista’ta karşı gerçekleştirdiği devrim sonrasınd...