Bu fıçıyı 1751 yılında yapmışlar. Dokuz metre boyunda, yedi metre yüksekliğindeki bu devasa fıçı iki yüz yirmi bin litre şarap depolayabiliyor!
Bu fıçının şatoda ne aradığını sorarsanız, cevabı daha da ilginç. Fıçı, vergi toplamaya yarıyormuş, sevgili arkadaşlar.
Şöyle arzedeyim.
Şatonun yapıldığı günlerde, köylüler vergilerini para yerine şarapla ödüyorlarmış. Yerel şarapların güzel ve dolayısıyla değerli olmasının sonucu, bu ayni vergi sistemi gayet güzel çalışıyormuş.
![]() |
Heidelberg Şatosu |
Heidelberg Şatosunun avlusuna kadar girmemize rağmen, kısıtlı zamanımızdan dolayı bu fıçıyı göremedim, ancak bu muhteşem şatonun tadını sonuna kadar çıkardım.
Daha önceki yazılarımda, size, Alman şatolarının güzelliklerinden bahsetmiştim. Heidelberg Şatosu işte bu şatoların tartışmasız en güzellerinden biri.
13. yüzyılda bir kale olarak yapımına başlamış. Sonrasında Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu döneminde bugünkü Gotik-Barok görünümünü almış.
Bu fenomeni Avrupa’daki birçok şatoda gözlemleyebilirsiniz sevgili arkadaşlar.
Günümüzde bir çocuğa, bir kale resmi yap derseniz, çoğunlukla size kalın duvarları, kare kare burçlarıyla bir Osmanlı Kalesi çizecektir. İşin aslı, Selçuklu ve Osmanlı’nın parlak günlerinde kaleler hep böyleydi. Ortaçağ’ın sonu ve Rönesansın ardından Avrupa kalelerinin burçları kayboldu, surlar kaledeki binalarla birleşti, kulelerin tepesine sivri damlar yapıldı ve bugün ziyaret ettiğinizde gördüğünüz görünümlerine ulaştılar.
Türkler, bu sanatsal geleneği izlemediklerinden, Avrupa’ya kaptırmadıkları kaleler, hep Ortaçağ ve öncesi görünümünde kaldı. Örneğin İstanbul surları, Ankara Kalesi, Bodrum Kalesi, ve başka birçoğu…
Ben şahsen bu durumdan fazlasıyla memnunum. Örneğin Bodrum Kalesi eğer aynı paterni izleseydi, bugün sivri kuleleri. Yeşil damları falan olurdu. Daha önceki çağların mimarisine sahip bir şeyler kalması iyi olmuş.
Heidelberg şatosunu geride bırakıp, kentin eski merkezine indik.
Bu kadar güzelliği nasıl anlatacağım, bilmiyorum ama deneyelim.
Sanki bir Rönesans film setinde gibi hissediyor insan kendini. O rengarenk güzelim binalar, heybetli bir katedral ile birlikte, heybetli şatonun gölgesinde yiyecek ve hatıralık satan kioskları ile cıvıl cıvıl bir meydan. Meydanın etrafında ve meydana giden yolların üzerinde sayısız kafe ve restoran var. Şato şehre bakan dimdik bir yamacın üstüne yapıldığı için neredeyse şehrin her tarafından görülebiliyor.
![]() |
Bir film seti gibi... |
Heidelberg, Avrupa’da birçok kent gibi ilk başlarda Katolikmiş. Reform hareketi sonucunda 16. yüzyılın büyük bir bölümünde Protestan kalmış. Sonra bir süre için yeniden Katolik olmuş. Her iki dönemde de bir çok kadın “Witch Trial” yani cadı yargılamaları ile cezalandırılmış. Bu kadınlar çoğunlukla yaşlı ve toplumun gerisine göre hafif marjinal tiplermiş. Mahkemelerin verdiği tipik ceza ise yakılarak öldürmekmiş. Elbette bu kararlar ağır işkence altında alınan itiraflara dayanıyormuş.
Cadı yargılamaları çoğunlukla kişisel çatışmalar, hastalıklar, ürün kıtlığı veya beklenmeyen ölümler sonrasında ortaya çıkmış.
Örneğin bir köylü kadın olan Margaretha, komşusunun ineklerinin ani ölümünden sorumlu tutulmuş. Komşu, onun “garip baktığını” ve “sabaha karşı tuhaf dualar ettiğini” söylemiş.
Margaretha, Heidelberg şehir meclisinin emriyle gözaltına alınmış ve cadılık şüphesiyle kilise mahkemesine çıkarılmış. Suçu doğaya aykırı davranış yani yağmur duası dışında dua etmek, bitkisel ilaç hazırlamak ve şeytanla anlaşma yapmakmış.
Bu yargılamalarda genellikle şahit ifadeleri yeterli sayılır, maddi delil aranmazmış. Eğer sanık suçlamaları kabul etmezse, zorla itiraf almanın yolu açılırmış. İşkence uygulaması, o dönem “Tanrı'nın işaretiyle günahkârı ortaya çıkarmak” olarak görülmüş.
Margaretha, günlerce süren başparmak ezme (Daumenschraube), germe sehpasında (Streckbank) vücudu gererek eklemleri ayırma, kızgın maşalarla dağlama, aç bırakma ve uykusuzluk gibi işkencelerin sonunda “Bir gece Şeytan bana siyah bir keçi suretinde göründü. Onunla ant içtim. Bana yağ yapmayı öğretti. Fırtına çıkarabildim.” şeklinde bir itirafta bulunmuş.
Margaretha elbette suçlu bulunmuş. Hüküm, önce afaroz, sonrasında da halkın önünde yakılarak idam şeklinde açıklanmış. İdam günü, halk şehir meydanında toplanmış. Margaretha önce papaz eşliğinde dua etmeye zorlanmış, ardından, kazığa bağlanmış ve yaş odunlarla bir ateş yakılmış. Ölümü çok yavaş ve acılı olmuş.
Bu öykü gerçek sevgili arkadaşlar. Avrupa, bu günleri gördüğü için, bugünkü uygarlık düzeyine ulaşabilmiş. Darısı ulaşamayanların başına diyelim.
Karnımız acıkmıştı. Lokal bir restorana girdik. Kızlar her şeyi yese de, midesiz ben şahsım mecburen dana etine talim ettiğimden, kendime bir roast beef söyledim. Alman yemeklerine önceleri laf atmış olsam da affola, bu et bir lezzet abidesiydi.
Yemek sonrasında Heidelberg’in en cazibeli ziyaret noktalarından biri olan Eski Köprü’ye yani Karl-Theodor-Brücke’e geldik.
Bu köprü 1788 yılında Elektor Karl Theodor tarafından yapılmış. O yüzden zaman zaman İngilizce kaynaklarda Charles Bridge olarak da anılırmış. Prag’da da bir Charles Bridge vardır bilirsiniz. O da çok güzel bir köprüdür.
![]() |
Eski Köprü |
Aslen Alman “Karl” isminden gelmedir. Anlamı “Özgür” dür. İngilizceye “Charles” olarak geçmiş, “Charlie”, “Chuck”, “Chas”, “Chip” şekillerinde kısaltılmıştır. İtalyancası “Carlo”, İspanyolcası “Carlos” dur. Hemen her dilde bir karşılığı bulunur. Charles isminde bol bol kral, imparator falan vardır. Malum, Prenses Diana’nın eşi Charles’ı saymazsak, en önemlilerinden biri Alman imparatorlarının Kanuni’si Charlemagne’dir. Bizde yanlış olarak “Şarlmanj” diye telaffuz edilir. Doğrusu “Şarlmein” dir. Latince Carolus Magnus, yani Büyük Charles’ın karşılığıdır.
Neyse, dağılmayalım. Elektor Chuck reis iyi etmiş de bu köprüyü yaptırmış, çünkü gerçekten bir sanat eseri.
Bu köprü Neckar Nehri üzerinde zarif bir şekilde uzanıyor ve kentin tarihi merkeziyle karşı kıyıdaki Neuenheim semtini birbirine bağlıyor. Bu yapı, aynı noktada inşa edilen ilk köprü değilmiş. Tarih boyunca burada tam sekiz defa ahşap köprü yapılmış, her biri ya sel baskınlarıyla ya da savaşlarla yok olmuş.
Eski Köprü’nün en özel unsurlarından biri, köprünün başında bulunan bronz maymun heykeli sevgili arkadaşlar. Bu heykelin, elinde bir ayna var. Efsaneye göre, bu ayna insanlara "Kendini fazla büyük görme, sen de karşı kıyıdakiler gibisin" mesajını veriyormuş.
Böyle incik boncuklu heykellerin hep insanları mutlu edecek efsaneleri vardır. Bunun da parmaklarına dokununca şans, aynasına da dokununca zenginlik getirdiğine inanılıyor. Bir de yanındaki küçük fare heykellerine dokunursanız doğurganlığınız artıyormuş. Sözün kısası öyle vitro mitro gibi suni yöntemlerle uğraşmayın. Heidelberg’e gelip, fareyi ellerseniz çocuğunuz oluyor.
Bu köprü bir de evlenenlerin fotoğraf çektirme noktasıymış. Biz de oradayken bir iki gelin-damat gördük.
Eski Köprü şans, bereket, bebe falan getiriyor mu, bilemem. Ama görmesinin insana büyük bir haz getirdiği bir gerçek.
Harika bir sanat eseri sevgili arkadaşlar. Mutlaka görün.
Heidelberg böyle.
Almanya’yı gezecekseniz, Heidelberg’e gelin sevgili arkadaşlar. Bırakın Stuttgart’ı, Münih’i, Gelsenkirchen’i falan. Heidelberg, cennetten bir köşe.
Almanya gezimiz devam ediyor. Bizi izlemeye devam edin.
Sevgi ile kalın ❤️