![]() |
Frankfurt'tayız |
Kaç kez ABD’ye, Güney Amerika’ya, Asya’ya uçtuk buradan sevgili karımla…
Şehir merkezine gidiyorduk. Yine hangi trene binelim sorunsalıyla karşı karşıya kalmıştık. Google bize hangi trene bineceğimizi söylese de, hangi yöne gideceğimizi kestirememiştik. Google’ın söylediği yön geçen trenlerin üzerinde yazmıyordu.
![]() |
Askeri detaylara haiz ulaşım haritası |
Sonrasında trenlerin farklı renklerde gösterildiği başka bir harita bulduk. Bu ikinci haritanın tek kusuru, rayların ötesinde bir duvara asılmış olmasıydı. Yani hele gözleriniz benimkiler gibiyse, mazallah, haritayı okuyacağım diye raylara düşüp, elektrikli kızartma olabilirdiniz.
Cep telefonuyla resmini çekip, zoom yaparak haritayı okumaya çalıştık ama heyhat!
Abarttığımı düşünenler için her iki haritanın da resmini koyuyorum. Takdir sizin.
Her neyse, sonunda geleneksel Serbo-Türk yöntemiyle doğru yönü bulduk. İlk gelen trene bindik ve Google Maps’den merkeze yaklaşıyor muyuz, uzaklaşıyor muyuz diye baktık. Uzaklaştığımızı görünce doğru yönün karşı taraf olduğunu anladık. İlk istasyonda trenden inip, aksi yönde giden trene bindik ve şehir merkezine ulaştık.
![]() |
Rayların karşısındaki harita. |
Paulsplatz meydanına geçip, öğlen yemeği için bir burger restoranına oturduk. Avrupa’nın bu bölümünde burger, fast-food’dan ziyade fine dining statüsünde. Bir bardak kırmızı şarapla, cheese burgerimi yedim, ancak eğer görselerdi hem İsviçre’deki arkadaşlar, “Şarapla hamburger ha”, hem de Amerika’daki arkadaşlar, “Hamburgerle şarap ha” şeklinde beni kınarlardı.
![]() |
Paulsplatz |
St. Paul Kilisesi dışardan bir kiliseye benzese de, içine girdiğimizde daha ziyade bir konser salonu hissini verdi. Salonun etrafındaki silindirik duvarın üzeri fresklerle doluydu, ama öyle çarmıha gerilmiş İsa, melekler falan değil, Hürriyet gazetesinin ilk sayfası gibi politik kişiliklerin betimlendiği freskler.
Salonun içinde dev hoparlörler, koca bir Yamaha sound mikseri, kablolar, amfiler falan vardı. Belki bir event için hazırlanmıştı ancak teknik cihazlar geçici olarak kurulmuş değil, daha ziyade binanın demirbaşları gibiydiler.
Şimdiye kadar gördüğümüz en ilginç kiliselerden biri oldu St. Paul Kilisesi.
Bir sonraki ziyaret noktamız hakkında herhalde yapılmamış espiri, söylenmemiş mizah kalmamıştır. Ancak ben yine de dayanamadım ve sevgili kızım “Nereye gidiyoruz?” diye sorduğunda “To the ‘booty’ house”, yani “Kıç evine, popo evine gidiyoruz” diye cevap verdim. İngilizce’ye hakkıyla transferi mümkün değil tabii, ama siz anlarsınız, “Göte gelmiştik”. Başka bir deyişle Almanya’nın en ünlü şairi diyebileceğimiz Johann Wolfgang von Goethe’nin evine. “Goethe”, aynen yukarda yazdığım gibi telaffuz edilir.
![]() |
Goethe geldik... |
Bina İkinci Dünya Savaşı esnasında dümdüz olmuş, 1947 ve 1951 yılları arasında, eski planlarına sadık kalınarak yeniden yapılmış.
Goethe’nin yazdığı ilk roman, “Werther’in Hüzünleri”, Avrupa’da hit olmuş, kitaptaki tanıma uygun, mavi ceket ve sarı pantolonlu bir “Werther Modası” oluşmuş. Werther kitapta, karşılıksız aşk yüzünden intihar eder. Avrupa’da da karşılıksız aşktan muzdarip delikanlılar, Werther Modası giyinip, yanlarında kitabın bir kopyasıyla intahar etmeye başlamışlar. Buna da “Werther Etkisi” denmiş. Werther Etkisi, günümüzün psikolojisinde geçerli bir tanım sevgili arkadaşlar.
Alman edebiyatının en ünlü eseri olan “Faust” ‘u yirmilerinde yazmaya başlamış ve seksenlerinde tamamlamış.
Goethe her gördüğü kadına aşık olan acayip romantik bir kişilikmiş. Eserlerine bu kadınlara olan tutkusunun büyük katkısı olduğuna inanılır.
Goethe sadece bir şair ve yazar değil, aynı zamanda bir bilim adamıymış. Biyoloji, astronomi gibi alanlara birçok bilimsel katkıda bulunmuş.
Gezmeyi çok severmiş. 1786 ile 1788 arasında İtalya’ya yaptığı geziyi “Yeniden doğuş” şeklinde tanımlamış. Bu gezi sonraki yapıtlarını derinden etkilemiş.
Napolyon, Goethe’yi çok severek okurmuş. Werther için de “Gerçek bir adam” demiş.
Goethe ölürken de şairliği bırakmamış. Son sözleri aydınlanmaya atıfla “Mehr Licht!” yani “Daha fazla ışık” olmuş.
Goethe’nin evini ardımızda bıraktık ve merkezdeki Römerberg meydanına ulaştık.
![]() |
Römer Binası |
Meydanın en önemli binası, meydanın ismini de aldığı Römer. Römer, şehrin artık eski valiliği mi, belediye binası mı, nesi derseniz, city hall’u. Burada aynı zamanda Kutsal Roma İmparatorluğu hükümdarlarından onunun taç giyme töreni yapılmış. Merdiven şeklindeki çatılarıyla bu bina kompleksi gerçekten göze çok güzel görünüyor.
Meydanın gerisi ise “half timbered” dedikleri mimariyle yapılmış binalardan oluşuyor. Bu mimariyi Alsace’da da bol bol görebilirsiniz. Kütüklerle dikdörtgen şeklinde yapılmış panelleri başka kütüklerle çaprazlamasına keserler ve arasını kerpiç, kum, kurumuş bitkilerle falan doldururlar. Binaların duvarları bu panelleri birleştirerek yapılır. Kütükler dışardan gözüktüğü için izlemesi harika görüntüler oluştururlar.
![]() |
Römerberg Meydanı |
Frankfurt’ta yapılası başka bir aktivite ise Main üzerinde bir tekne turu sevgili arkadaşlar.
Bu tekne turu Paris’te, Seine üzerindeki Bateaux-Mouche yada Budapeşte’de Tuna üzerindeki bir tur kadar görkemli değil elbette, ancak şehri başka bir perspektiften göstermesi bakımından yapılmaya değer.
Tekne size Maine üzerindeki köprüleri ve kıyıdaki önemli noktaları gösteriyor.
İlk gördüğünüz, Frankfurt’un etkileyici gökdelenleri. Frankfurt Katedrali de nehirden çok güzel görünüyor.
![]() |
Frankfurt Skyline |
Frankfurt bir finans merkezi sevgili arkadaşlar. Deutsche Bundesbank yani Alman Merkez Bankası’da Frankfurt’ta bulunuyor. Gerçi Deutsche Mark basmayı bıraktıktan sonra karizması biraz çizildi ancak hala fonksiyonel ve etkili bir kurum.
Frankfurt, Londra ve Paris’ten sonraki en zengin üçüncü Avrupa şehri. Frankfurt Stock Exchange, hani şu DAX endeksi ile izlediğimiz menkul kıymetler borsası, Almanya’nın en büyük bankası Deutsche Bank’ın ve yine Almanya’nın en eski bankalarından biri olan Commerzbank ‘ın merkezleri hep Frankfurt’ta.
Tekne turundan sonra Frankfurt’un en çok ziyaret edilen köprüsü olan Eiserner Steg’e geldik. Burası bir yaya köprüsü. Köprü boyunca aşıkların ayrılmayalım diye astıkları kilitler görülebiliyor. Bunlar gercekten aşıklar tarafından asılmış. Biz Tiflis’te benzeri bir köprü görmüştük. Kilitlerin hepsi seri imalat birbirlerinin aynısıydı. Yani sipariş üzerine imalat aşkları. Frankfurt’taki böyle değil. Onun dışında köprü altı, gıdıkladı. Öyle bir Charles Bridge değil sizin anlayacağınız.
Bu köprü de savaşta yıkılmış ve sonradan yeniden yapılmış. Ancak yıkanlar müttefikler değil, Almanlar’ın kendileri. Çekilirken takip eden orduların işlerini zorlaştırmak için havaya uçurmuşlar.
Son olarak Frankfurt Katedrali’ni, hem de servis esnasında gördük. Bir kafede bir şeyler içip, otele döndük ve hemen uyuduk.
Ertesi sabah erkenden kalkıp, kahvaltı etmek için bir yer aramaya başladık. Günlerden Pazar’dı ve ortalık leş gibiydi. Gerçekten Kuzey Avrupa’da Cumartesi geceleri biraz fazla alkol yoğun geçiyor sevgili arkadaşlar. Neyse bir bakery bulup, birer kahve croissant falan aldık. Sonra da bir Uber ile Senckenberg Müzesine ulaştık.
![]() |
Senckenberg Müzesi, 🐝Mezzy🐝 ve T-Rex |
Frankfurt’taki son durağımız Alte Oper Frankfurt, yani eski opera binasıydı. Çok güzel bir bina, umarım bir gün içerisinde bir opera izleyebiliriz.
Frankfurt böyleydi sevgili arkadaşlar.
Frankfurt görmeye değer mi?
Kesinlikle evet.
Her şeyden önce Frankfurt’un bir ruhu var. Yani Frankfurt’ta olmakla Almanya’nın başka bir şehrinde olmak ciddi anlamda pozitif bir farklılık yaratıyor. Şehrin başta merkezi, eskisine sadık kalarak yapılmış eski binaları çok cazibeli. Modern gökdelenler de aksi taraftan önemli bir güzellik katıyor.
![]() |
Alte Oper Frankfurt |
Yemeklere gelirsek, Grüne Soße ile başlayalım. Bu Frankfurt’a özgü, yeşil, taze bir sos. Salata ve etle güzel gidiyor. Frankfurter Würstchen (Fraknfurt Sosisi) ise hele domuz etiyle aranız varsa denemeniz gerekli bir klasik. Frankfurt’un bir de elma şarabı (Apfelwein) var ama beyaz şarap içmeyen ben “şahsım”, bu elma şarabının tadına bile bakmadım. Onun dışında Alman yemekleri, defalarca yazdığım üzere size yılın şefi ünvanını kazandıramazlar, ancak denenebilir. Yemek olarak Frankfurt’un güzelliği, dünya mutfaklarının tümünün burda bulunması.
Şehir fazlasıyla güvenli, aktif, neşeli, ancak insanlar turistlere karşı çok ilgili değil.
Kısaca gelin ve görün sevgili arkadaşlar.
Almanya gezimiz devam ediyor.
Bizi izlemeye devam edin.
Auf Wiedersehen❤️