10 Ağustos 2025 Pazar

Baltıklar'a Doğru

Baltıklar üç tane devletten oluşan bir bölge sevgili arkadaşlar. Bu ülkeler Litvanya, Estonya ve Latvia’dır. Latvia’nın Türkçesi Letonya’dır. Ancak ben, Baltıklar yazı dizisi boyunca, okuma akışı için ‘Latvia’ adını kullanacağım. Bu ülkeler çok küçüklerdir - günümüzdeki toplam nüfusları altı milyon kişi, 1990’larda ise sekiz milyon kadardı. Batı'da alaycı söylemlerde Baltık ülkeleri için ‘Çivava ülkeler’ gibi küçümseyici benzetmeler yapılır. Bildiğiniz üzere Çivava’lar küçük boyutlu bir köpek ırkıdır.

Yıl 1996, bir iş gezisi için Litvanya’ya gitmem gerekiyordu. Bir arkadaş, benden bir hafta kadar önce Klaipeda’ya gitmiş, ilk teması başlatmıştı. Yola çıkmadan arayıp, “Buralardan bir şey ister misin?” diye sordum. “Su” dedi. Önce anlamadım, “Ateş suyu mu?” falan diye şakadan sordum. “Yok su, bildiğimiz su, Pınar Şaşal falan” dedi.

Litvanya’da içecek su yoktu!

Klaipeda, 1996

Oraya gittiğimizde şaşkınlığım daha da artmıştı. Klaipeda’daki birkaç mağazada vitrinler bomboştu. Boş tahta raflar!

Baltıklılar çok güzel, çok yakışıklı bir halk, ancak üzerlerine giydikleri giysiler besleme çocuklarınki gibiydi.

Binalar bakımsız, arabalar eski, yıpranmış, otel odasında ise zamanın popüler müzik dinleme aparatı Discman’in adaptörünü fişe taktığımda sigortalar atıyordu.

Kısacası ülkede her şey dökülüyordu.

Bunun iki önemli istisnası hemen gözüme çarpmıştı.

İlki, Vilnius ve Klaipeda arasındaki otoyoldu. Bu kadar düzgün, bu kadar bakımlı bir otoyolu ne İsviçre’de, ne Amerika’da görmüştüm. Ülke sürünürken, F1 pistlerinden bile daha güzel bir otoyol, arka planla ciddi bir kontrast oluşturuyordu.

Bunun da fazlasıyla geçerli bir sebebi vardı. Bir cümle ile anlatmak gerekirse, benim zamanımın tarih kitaplarında bir klişe haline gelmiş “Rusların sıcak denizlere inme arzusu!”

Rusya, Sovyetler, artık neresinden bakarsanız çok büyük bir ülkeydi - Rusya halen dünyanın en büyük ülkesidir. Bir ülkenin can damarı ise denizle olan bağlantısıdır. Hem ticaret, hem de askeri bakımdan bir denize ulaşmak hayati önem taşır.

Haritaya bakarsanız Sovyetler Birliği’nin denizle bağlantısı, kuzeyde Kuzey Buz Denizi, doğuda Pasifik Okyanusu, güneyde Karadeniz, kuzeybatıda ise Baltık Denizi’dir.

Bunlardan Kuzey Buz Denizi yılın önemli bir bölümünde donar. Murmansk Limanı ise Gulf Stream’in etkisiyle yıl boyu buz tutmaz ve bu nedenle bir istisna oluşturur. Ancak Murmansk’tan Avrupa’ya ulaşmak için batı ülkelerinin yakınından geçen, oldukça uzun bir rotayı izlemek gerekir. Üstelik Murmansk’tan Baltıklar’a gelebilmek için yine batı ülkelerinin, hukuken kontrol etmeseler de, burunlarının dibindeki dar suyollarından geçmek şarttır.

Doğudaki Pasifik bağlantısı ticaret ve askeri olarak önem taşıyan Avrupa ve Afrika gibi bölgelere çok uzaktır. Buralardan yola çıkan bir savaş gemisi ya da denizaltının Avrupa’ya ulaşması aylar alır.

Karadeniz’in problemi ise Montrö Boğazlar Sözleşmesi çerçevesinde Türkiye’nin kontrolünde bulunan boğazlardır. Türkiye’nin aynı zamanda bir NATO ülkesi olması, Rusların rahatını elbette biraz daha fazla kaçırır.

Baltık Denizi öyle sıcak bir deniz olmasa da, Kuzey Buz Denizi’nin yanında Karayipler gibi kalır. Danimarka ve İsveç etrafındaki boğazlara gelene kadar, Almanya, Polonya gibi kuzey Avrupa’nın önemli bir bölümüne doğrudan ulaşım sağlar.

Hal böyle olunca, Sovyetler Birliği 1940’ta Baltık devletlerini işgal ederek ilhak etmiştir.

Dikkat edelim: Varşova Paktı’nın üyeleri olmalarına rağmen Polonya, Macaristan ve Çekoslovakya Sovyetler Birliği’nin bir parçası değildi, iyi kötü bağımsız devlet statülerini koruyorlardı. Baltık ülkeleri Litvanya, Estonya ve Latvia ise bunlar gibi bağımsız değildi. Yukarıda anlattığım coğrafi önemleri nedeniyle doğrudan Sovyetler Birliği’ne katılmış, onun birer cumhuriyeti hâline gelmişlerdi.

Bu devletlerin Sovyetler Birliği bünyesindeki bir numaralı görevleri ise birer liman olarak işlev görmeleriydi. İşte bu yüzden limanlara ulaşan otoyollar bu kadar bakımlı ve kullanışlıydılar.

Bugün, eğer Rusya ile Batı arasında bir savaş çıkarsa ilk hedefin Baltıklar olacağında kimsenin bir kuşkusu yoktur. Ruslar baltıkları kaybetmeyi, hele geçmişte uzun yıllar boyu kendi vasalları saydıkları bu ülkelerin NATO’ya girmelerini hiçbir şekilde kabüllenemediler.

Litvanya’daki zamanın bakımsızlığına ve olanaksızlığına kontrast ikinci istisna ise bu ülkedeki alkollü içkilerin çeşitliliği ve bolluğuydu.

Zaten soğuk yüzünden insanların dışarı çıkamadıkları bu ülkede eğlence adına yapacak çok az şeyden biri içmek olunca, alkol bu kadar yaygınlaşmış. İnsanların kafayı çekince, “Bu adamların burada ne işi var?” gibi bölücü, anarşist sorular sormaması elbette Rusların da işine gelmiş ve alkole pek karışmamışlar. Aksine, örneğin 1985’te, Moldova’da, Gorbaçov’un alkol karşıtı kampanyası bağ sökümleri ve ağır kısıtlamalara yol açmıştı.

Rusların Baltık devletlerine çökmelerinin başka bir sonucu olmuş, ki bu benim kişisel gözlemlerime dayanan bir fenomen sevgili arkadaşlar. Sovyetler bu bölgeyi o kadar kasmışlar ki, Sovyet Mantalitesi, Baltıklıların DNA’sına işlemiş. O yüzden yine Sovyet Bloku ülkeleri olan Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti falan Avrupa Birliği’ne girdiklerinde çabuk sayılabilecek bir biçimde entegre olmuşken, Baltıklılar bu Sovyet genleri yüzünden bence hala biraz zorluk çekiyorlar.

Bu Sovyet genleri nedir, biraz açayım.

Sosyalist ya da Komünist sistemde rekabetten çok koruma olduğundan yapılan işin kalitesi, doğruluğu ve bütünlüğü çok fazla önem taşımaz. Örneğin bir çamaşırhanede çalışan Sovyet işçisinin görevi, çamaşırları makineye doldurup, yıkama düğmesine basmaksa, bunları yaptıktan sonra makinenin çalışıp, çalışmamasının bir önemi yoktur. Örneğin sular kesilmiş, çamaşırlar yıkanmamışsa bile, iki saat bekleyip, kirli çamaşırları yıkandı diye geri gönderir. Daha da komiği, yıkanacak çamaşır yoksa bile, görevim bu diyerek, boş makineyi düğmesine basarak çalıştırıp, yıkamanın bitmesini bekler.

Sırbistan ne Sovyetler Birliği’nin, ne de Varşova Paktı’nın bir parçasıydı, ancak orada bile bu fenomeni fazlasıyla yaşadım. Bazen sevgili karımın da komünistliği tutar, benzeri sebeplerle birbirimize gireriz.

Baltıklarda bu eski Sovyet mantalitesi hala fazlasıyla mevcut. Bu da seyahatimiz boyunca zaman zaman beni çileden çıkardı. Neyse, sırası geldiğinde anlatırım.

Ruslar birlikte yaşaması en zor halklardan biridir sevgili arkadaşlar. Çok sevdiğim Rus arkadaşlarımı elbette tenzih ederim ama çoğunluk olarak kendini beğenmiş, kaba, sert, acımasız ve bunu daha fazla üzerine basarak söyleyemem, ukala bir yapıları vardır. Birçok kişi bunu Rusların büyük bir imparatorluğun mirasçıları olmalarına bağlar ama örneğin biz de yüzyıllarca uygar dünyanın yarısını yönetmemize rağmen öyle kaba, gaddar bir millet değilizdir.

Rusça’da, hadi biraz alçak gönüllülük yaparak söyleyeyim, birkaç küfür bilirim. Bunların tümünü Rusya’da değil, Baltıklar’da öğrendim. Baltıklılar Ruslardan o kadar nefret etmişler ki, küfür ederken kendi dillerini değil, Rusça’yı kullanırlar. “Suka”, “Blyat”, “Pizdets”, “Govno” gibi sözcükleri Baltıklar’da bol bol duyarsınız.

Klaipeda’da bir barda Litvanyalı birkaç kişiyle beraber içiyoruz, dikkatimi çekti, Litvanyalılar içki almaya giderken kafalarını kaldırıp, baş ve işaret parmaklarıyla bir daire yaparak, tıp-tıp diye boğazlarına vuruyorlardı. “Bu ne?” diye sorduğumda, Ruslardan kalma bir alışkanlık olduğunu söylediler. Baltıklarda konuşlu Rus askerlerinin boğazlarında birer dövme bulunurmuş. İçki istediklerinde bu dövmenin üzerine tıp-tıp diye vurup, para vermeden içkilerini alırlarmış.

İçkilerin bolluğunda yukarıda bahsetmiştim. Detaylarını önceki yazılarımda anlattığım birçok sarhoşluk anım vardır Klaipeda’da. Altmış yaşında kadınlarla dans etmekten. Sürüne sürüne odama çıkıp, pantolonumun sadece bir paçasını çıkararak uyuduğum, içki diye bulaşık suyu içtiğim zamanlar olmuştur. Detaylarıyla çok başınızı ağrıtmayayım, sadece Starka isimli içkiden uzak durmanızı tavsiye ederek bu konuyu sonlandırayım.

Kar!
Litvanya’dayken hava çok soğuktu sevgili arkadaşlar. Otelden ilk çıktığımızda soğuktan yürüyememiştim. Bir elli metre sonra kendimi bir bara atıp, bir konyak söylemiş, burnumu kadehe sokup, ısıtmıştım. Gideceğim yere ulaşana kadar bar-hopping ile, konyak takviyesi yaparak ulaşmıştım.

İşin komiği, yerli kızlar ince bir kazak ve mini etekle dolaşıyordu. Onlara baktıkça bana daha fazla üşüme geliyordu.

Her yer karla kaplıydı. Şehirdeyken asfaltı neredeyse hiç görmemiştim. Ancak kar öyle ilk aklınıza gelecek şekilde beyaz, üzerine basınca gırç diye ayakkabılarınızın battığı bir kar değildi. Baltıklarda gördüğüm kar, rengi açık kahverengiye dönmüş, aylarca erimeden kaldığı için betondan daha sert bir halde katılaşmış, acayip bir kardı. Yollar ve kaldırımları ayırmak imkansız olduğundan arabalar ve yayalar tahmini ölçümlerle birbirlerine yol veriyordu.

Bu katı karda yürümek de imkansızdı. Her beş dakikada bir düşüyordum. Orada birkaç aydır bulunan bir arkadaş “Klaipeda’dayken zamanımın yüzde altmışını ‘yatay’ olarak geçirdim” demişti.

Ertesi gün toplantıya giderken takım elbise, resmi ayakkabı falan tip-top bir halde odadan çıktım. Lobide yukarıda bahsettiğim, gelirken su getirmemi isteyen arkadaşı gördüm. Üzerinde yeşil kar parkası, kot pantolon ve komando botları vardı. Beni iki dirhem bir çekirdek görünce güldü. Bir daha takım elbise falan giymedim elbette.

İşte otuz küsür seneden sonra, bu duygu ve düşüncelerle yönümüzü Baltıklar'a çevirdik.

Devam edeceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Baltıklar'a Doğru

Baltıklar üç tane devletten oluşan bir bölge sevgili arkadaşlar. Bu ülkeler Litvanya, Estonya ve Latvia’dır. Latvia’nın Türkçesi Letonya’dır...